Türkiye'de son ölüm cezası uygulaması, Devrimci Yol üyesi Hıdır Aslan'ın ölüm cezasının infaz edildiği 25 Ekim 1984'te gerçekleşmişti. O zamandan bu zamana 37 yıla yakın zaman geçmiş.
Ölüm cezasının tamamen yasaklandığı anayasa değişikliği de 22 Mayıs 2004'te yürürlüğe girmişti. O gün doğanlar, şu anda oy kullanma hakkına sahip birer reşit yurttaşa dönüşmüş durumda.
Dile kolay. Ama geçen zaman az değil. Buna rağmen bugün hâlâ ölüm cezasını tartışıyoruz. Görünen o ki birkaç nesil daha tartışacağız. Zira iktidardaki iki aşırı sağ parti, bu gündemi canlı tutmayı seviyor.
Ölüm cezası iktidardaki partilerin her ikisinin de savunduğu bir ceza türü.
Bu konuda daha istikrarlı olan parti Milliyetçi Hareket Partisi.
MHP, her ne kadar "idam cezasını kaldıran parti" olarak etiketlense da aslında bu bilgi eksik. Evet. MHP'nin (Demokratik Sol Parti ve Anavatan Partisi ile birlikte) Avrupa Birliği'ne uyum sürecinin gereği olarak hayata geçirdiği 2001 anayasa değişikliği, ölüm cezasını kaldırmıştı. Ama bu değişiklikte "savaş, yakın savaş ve terör suçları" hariç tutulmuştu.
Nitekim 2002'de Anayasa'daki güvenceden daha ileri giderek ölüm cezasını tamamen kaldırmaya dönük çıkarılmak istenen uyum yasasına, ANAP, DSP, DYP, YTP ve hatta o gün için yeni kurulan çiçeği burnundaki AK Parti'nin milletvekilleri "evet" derken, MHP'li milletvekilleri "hayır" oyu kullanmıştı.
Yani MHP, o gün de bugün de, özellikle terör suçları için ölüm cezasını savunuyor. Öyle ki 2007 yılında Recep Tayyip Erdoğan'ın MHP'ye "Apo'yu neden asmadınız?" diye yüklenerek saldırması üzerine MHP savunmaya geçmiş, Öcalan için ölüm cezasını kaldırmadıklarını savunmuş; hatta vites yükseltmişti. Devlet Bahçeli, Erzurum İstasyon Meydanı'ndaki bir mitingde "Oğluna gemi alacak kadar paran var, asacak ip mi bulamıyorsun? Al sana ip veriyorum, al da as!" diyerek kalabalığa doğru urgan fırlatmıştı.
Bahçeli, sonraki yıllarda da benzer söylemleri dile getirmekten geri durmadı.
Bu süreçte, AK Parti'nin durumu ise daha tutarsızdı. 1990'lı yıllarda Refah Partisi çatısı altında ölüm cezasını savunan kadrolardan oluşan AK Parti, iktidara geldikten kısa bir süre sonra İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi kapsamında, ölüm cezasının kaldırılmasına dair protokolleri imzalayıp onayladı. Ayrıca ölüm cezasını istisnasız olarak tamamen kaldıran 2004 anayasa değişikliği de, bu partinin çoğunluğu oluşturan milletvekillerinin girişimiyle gerçekleşmişti.
AK Parti, bu tutumuna rağmen, ilerleyen yıllarda gelgitli ve belirsiz bir hat izledi. Örneğin bir yandan Abdullah Öcalan'ın idam edilmemesinden ötürü MHP'yi suçlayarak bu gündemi canlandırırken, diğer andan 2010 referandumu sırasında 12 Eylül 1980 darbesi döneminde ölüm cezasına çarptırılan gençlerin hatırasını anarak göz yaşı döküldü. Bir yandan çocuklara dönük cinsel saldırılar için ölüm cezasının uygulanması gerektiği dillendirilirken, diğer yandan dünyanın çeşitli yerlerindeki cihatçı liderler (örn. Bangladeş'te Abdülkadir Molla, Mısır'da Müslüman Kardeşler militanları) için uygulanan ölüm cezaları kınandı. Bunlar, AK Parti'nin konuya bakışının müphem olduğunu gösteriyordu.
Fakat bu partinin, özellikle Recep Tayyip Erdoğan'ın, 2012 yılından itibaren daha net bir çizgiye kaydığı söylenebilir. Erdoğan, AK Parti'nin 19. İstişare ve Değerlendirme toplantısında ölüm cezasının "belli çevreler istediği için" kaldırılmış olmasından yakınmış ve "halk idam geri gelsin istiyor" diyerek ölüm cezası lehine bir konum almıştı.
O günden itibaren, kamuoyunu ilgilendiren kimi cinayetlerle (örn. Özgecan Aslan cinayeti, Emine Bulut cinayeti, vs.) birlikte kışkırtılan bu tartışma, özellikle 15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminden sonra çok daha köpürdü. Devam eden yıllarda Erdoğan, bir anayasa değişikliğinin gerekli olduğunu ve TBMM'nin gereğinin yapılması beklentisine çok daha sıklıkla (1, 2, 3, 4, 5) işaret etmeye başladı.
Son on yıldır sistemli olarak gündemde tutulan bu cezanın yerindeliği, uzun bir tartışma konusu. Fakat ondan önce ve teknik olarak, bu cezanın yeniden kabul edilmesinin mümkün olup olmadığını sorgulamamız gerekiyor.
Anayasa (md. 38/10) ölüm cezası konusunda çok net bir hüküm içerir. 2004 yılında eklenen bu hükme göre: "Ölüm cezası ve genel müsadere cezası verilemez."
Gayet net ve mutlak nitelikte olan bu hüküm varlığını korudukça, hangi nedenle olursa olsun ölüm cezası Anayasa'ya aykırı. Bu açık.
AK Parti ve MHP'nin hâlihazırda anayasa değişikliği gerçekleştirmeye gücü yok. Fakat bu konuda bir teklif sunmaları durumunda, güçlü muhalefet partilerinden birinin (örn. İYİP) desteği gerekiyor. Böyle bir destek almaları veya gelecek seçimlerden sonra kendilerinin yeterli çoğunluğa ulaşmaları durumunda bu yasağı kaldırmaları mümkün.
Gelgelelim bu durumda değişikliğin Anayasa Mahkemesi (AYM) denetiminden geçeceğini unutmamak gerekiyor.
AYM'nin mevcut içtihadına göre anayasa değişiklikleri, Anayasa'nın "değiştirilemez" nitelikteki maddelerinin içini boşaltamaz. Bu bakımdan ölüm cezasını yeniden getiren bir anayasa değişikliği, Anayasa'nın değiştirilemez hükümlerinden olan "insan haklarına saygılı devlet" ve "hukuk devleti" ilkelerinin içini boşaltır mı bu tartışılacaktır.
Dünya'da bazı anayasa mahkemelerinin (örneğin Macaristan'da) ölüm cezası yasağını anayasal bir ilke sayıp iptal ettikleri akılda tutulduğunda, söz konusu değişikliğin daha kolayca iptal edilmesi olası. Fakat Türk Anayasa Mahkemesinin özellikle son yıllarda değişen üye yapısının bu yönde bir eğilim gösterir mi, işte o kuşkulu. Dolayısıyla, siyasi öznelerin böyle bir değişikliği yapmaya mahir hâle geldiği koşullarda, AYM'nin buna "dur" demesi mümkün olmayabilir.
Ölüm cezası bir anayasa değişikliği ve ayrıca Anayasa Mahkemesi denetiminin aşılmasını gerektiriyor olsa da konu burada bitmiyor. Meselenin bir de uluslararası hukuku boyutu var. Bu bağlamda öncelikle İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi sistemi gündeme geliyor.
İnsan Hakları Sözleşmesini açıp okuyacak olursanız, ölüm cezasının yasaklanmadığını görürsünüz. Sözleşme'nin "Yaşam Hakkı" başlıklı 2'nci maddesi "Kimse, cezasını hukukun koyduğu bir suç uyarınca bir mahkemenin verdiği ölüm cezasının infazı dışında yaşam hakkından kasten yoksun bırakılamaz." der.
Buna göre ölüm cezasına görünürde izin verilmiş gibidir. Fakat sonradan kabul edilen ölüm cezasının kaldırılmasına dair protokoller, bu marjı ortadan kaldırmıştır. Bu protokollerden biri, 6 no.lu Protokol, diğeri 13 no.lu Protokol olarak nitelendiriliyor. İlk metin, "savaş veya yakın savaş tehlikesi zamanında işlenmiş olan fiiller" için istisna getirirken; ikinci metin, bu istisnaları da kaldırıyor.
Türkiye, bunlardan ilkini 12 Kasım 2003'te, ikincisini ise 20 Şubat 2006'da (yani AK Parti iktidarı döneminde) kayıtsız ve bildirimsiz olarak onayladı. Dolayısıyla ölüm cezasının, OHÂL ve savaş gibi koşullar da dahil olmak üzere her durumda uygulanmayacağına dair bir yükümlülük üstlendi.
Mahkeme de 2005 yılında verdiği bir kararda, 6 no.lu Protokol'ün kırk bir devlet tarafından onaylandığını söyleyip bunun Sözleşme'nin 2'nci maddesinde eylemli bir değişiklik yarattığını ve ölüm cezası yasağına ilişkin protokollerin, Sözleşme'nin ayrılmaz parçası olduğunu ortaya koymuştu.
Bu kararın konumuz açısından önem taşıyan sonucu şuydu: Türkiye veya herhangi bir devlet, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi sisteminden ayrılmadan ölüm cezası uygulayamaz.
Sözleşme sisteminden çıkmak, yakın zaman önce Rusya örneğinde de gördüğümüz üzere mümkün. Fakat uluslararası hukuk yönünden mesele burada bitmiyor.
Türkiye'nin ölüm cezasını geri getirmesi için aşması gereken engeller tek değil. Konunun bir de Birleşmiş Milletler (BM) sistemiyle ilgili bir yönü bulunuyor. Türkiye, (yine AK Parti'nin iktidarı döneminde) 2003 yılında BM Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi'ni, sonra da 2006'da, ölüm cezasını yasaklayan 2 no.lu Seçmeli Protokol'ü kayıtsız ve bildirimsiz olarak onayladı.
Bu sistem açısından ise durum daha farklı. Konuya yabancı olanlara tuhaf gelebilir ama bu sistemden ayrılmak mümkün değil. Çünkü söz konusu metinlerde bir "çekilme" hükmü bulunmuyor. Sözleşmeyi denetleyen organlar da bu noktadan hareketle, taraf devletlerin bu sisteme girerken çıkamayacaklarını daha baştan kabul ettiğini, dolayısıyla Sözleşme'den ve protokollerinden çekilmenin yasak olduğunu varsayıyorlar. Yani ölüm cezası yasağı açısından "geriye dönme yasağı" bulunuyor.
Sonuç itibarıyla ölüm cezasının geri getirilmesi, en azından BM sistemi açısından mümkün görünmüyor.
Durum böyle olmasına rağmen iktidardaki siyasi partilerin bu konuyu ısıtıp ısıtıp sofraya getirmesinin bir anlamı var. Bu gündem, belli ki bir politik ajandanın bilinçli bir parçası olarak kullanılıyor.
Tolga Şirin kimdir? Tolga Şirin, İzmir doğumludur. İstanbul Barosu'na kayıtlı avukat ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı'nda doçent olarak çalışmaktadır. Hukuk alanındaki lisans ve lisansüstü eğitimini Marmara Üniversitesi'nde tamamlamıştır. Lisans eğitimi sonrasında Londra Birkbeck Üniversitesi'nde insan hakları hukuku eğitimi almış; doktora ve doktora sonrası aşamalarda Köln Üniversitesi Doğu Hukuku Enstitüsü'nde araştırmacı olarak görev yapmıştır. TÜBİTAK Sosyal Bilimler Programı ve Raoul Wallenberg Enstitüsü bursiyeridir. Aybay Vakfı (2010) makale yarışması ödülünün sahibidir. 2006-2008 yılları arasında İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi yürütme kurulu üyeliği yapmıştır. Ondan fazla kitap ve çok sayıda makalesi olan Şirin, İngilizce ve Almanca bilmektedir. Geçmişte Radikal ve BirGün gazeteleri ile Güncel Hukuk dergisinde güncel yazılar yazan Şirin, haftalık yazılarını 2020'den beri T24'te yayımlamaktadır. |