Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum. Gündemdeki seçim kanununun neden değiştirdiği enikonu açıklanmıyor. Ne kanunun gerekçesinde ne de kamusal tartışmalarda bu noktada bir sav yok. Eskiden görüntüyü kurtarmak için bile olsa bir gerekçe sunulur, gerçeklikle uyumsuz suni sorunlardan bahsedilirdi. Buna artık tenezzül edilmiyor. Bunun nedeni ya güç sarhoşluğu ya da gerçeği eğip bükmekten artık mecalin kalmaması olsa gerek.
Değişikliğin destekçileri de karşıtları da şu gerçeğin gayet farkında: Kanun değişikliğinin amacı, iktidar blokunun müstakbel seçimi en az kayıpla atlatması. Daha bir seçim önce getirilen değişikliklerden vazgeçilmesinin veya sorunsuz biçimde uygulanagelen kuralları değiştirmeye çalışmanın başka bir amacı yok. Ağızlarından "ahlak" sözcüğünü düşürmeyenler bu amacı bal gibi biliyor ama sesini çıkarmıyor. Bu girişim, daha şimdiden siyasi yozlaşma tarihimize girmiş oldu.
Amaç gerçekten de serbest seçim hakkının önündeki engelleri kaldırmak olsaydı, Türkiye'nin, insan hakları hukukundan kaynaklanan bazı yükümlülükleri yerine getirilirdi.
Bugünkü yazıda, yeri gelmişken -muhalefetin de pek haberdar görünmediği- bu yükümlülüklere dikkat çekmek istiyorum.
Türkiye'nin serbest seçim hakkı bağlamında, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesine taraf olmaktan ileri gelen öncelikli yükümlülüğü mahkûmlara oy hakkını tanımaktır. Bu konudaki değişiklik, epey zamandır bekleniyor. İnsan Hakları Mahkemesi, bu konuda ilk açılımını 2005'te yapmıştı. Mahkeme, o yıl Birleşik Krallık'ta mahkûmların suç tipine bakılmaksızın kategorik olarak oy hakkından yoksun bırakılmasını Sözleşme'ye aykırı bulmuştu. Mahkemeye göre bu konuda hak yoksunlukları olabilecekse de bunun "fabrika dikimi", yani tüm mahkûmlar için değil, "terzi dikimi" yani somut suça ve suçluya bağlı olarak uygulanması gerekirdi.
Birleşik Krallık'ta büyük yankı uyandıran bu içtihadi açılım, sonradan diğer ülkelere de uyarlandı. Türkiye bu içtihattan payını 2013'te aldı. Karşılıksız çek keşide etmekten mahkûm bir yurttaşın yaptığı başvuru üzerine verdiği kararında, kasıtlı suçlardan mahkûm olan yurttaşların oy hakkından otomatikman yoksun kaldığı Türkiye için de bir ihlal kararı verildi. Bir yıl sonra bir başka ihlal kararı daha verildi. Bu ihlal kararlarından sonra, Anayasa Mahkemesi ne yazık ki bu kararın gereğini yapamadı. Dolayısıyla, bu bağlamda etkili bir hukuk yolu olmaktan çıktı.
Sorun bizzat Anayasa'nın (md. 67/5) şu hükmünden kaynaklanıyordu:
"(…) taksirli suçlardan hüküm giyenler hariç ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlüler oy kullanamazlar."
Bu yasak, eskiden henüz haklarında kesinleşmiş yargı kararı bulunmayan tutuklular için de geçerliydi. 1995 yılında, koalisyonla değiştirilmişti. Fakat anılan hüküm aynen varlığını koruyor. Değiştirilmedikçe de Türkiye serbest seçim hakkını ihlal etmeye devam edecek görünüyor.
Anayasa'nın anılan hükmünün kategorik yasak getirdiği bir hak özneleri kümesi daha var: "Silah altında bulunan er ve erbaşlar ile askeri öğrenciler"
Bu özneler için henüz bir mahkeme kararı yok. Türkiye'de ilk kez 1942'de getirilen ve sonraki yıllarda çıkarılan üç farklı seçim kanununda da varlık gösteren bu yasak, kimilerine göre askeri disiplin gereği meşru sayılabilir. Fakat bana kalırsa kışla içinde siyaset yasağının, çarşı izni zamanlarında oy kullanma yasağını haklı kılıp kılamayacağı kuşkuludur. Avrupa'da Almanya, Bulgaristan, Çekya, Ermenistan, Fransa, İngiltere, Polonya, Rusya ve Ukrayna gibi ülkelerde askerlerin oy hakkını kullanabildiği dikkate alındığında bunun "olmazsa olmaz" niteliği tartışmaya açık hâle gelir.
Oy hakkına dönük sorunların diğer bir hak öznesi ise engelli yurttaşlar. Türkiye'nin 2014'ten beri bireysel başvuru usulünü kabul ettiği Engelli Hakları Komitesinin raporlarına ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin (1, 2) kararlarına yansıyan bu sorunlar, zihinsel ya da psiko-sosyal engelli bireylerin seçme ve seçilme hakkını kullanmasını engelliyor. Zira oy merkezleri ve seçim sandıkları erişilebilir değil. Bu, oy kullanmak isteyen engelli yurttaşların insan haysiyetine uygun olmayan tutumlarla karşılaşmasına neden olabiliyor. Öte yandan, Braille (görme engelli dili), işaret dili ve "Easy Read" (kolay okunurluk) gibi erişilebilir formatlarda malzeme ve bilgi eksikliği bulunuyor. Seçim görevlilerinin bu konudaki bilgi ve bilinç düzeyi de hayli düşük. Dolayısıyla mevzuatta çok sayıda değişiklik gerekiyor.
Örnek vermek gerekirse; görme engelliler açısından değişiklik bekleyen konu, gizli oy ilkesinin yerine getirilmesi. Malum, tüm yurttaşların oylarını gizlilikle kullanması anayasal bir hak. Buna rağmen Seçim Kanunu (md. 93), görme engelliler, felçliler veya bu gibi bedensel engellilerin seçim çevresindeki bir akrabalarının veya yoksa herhangi bir başka seçmenin yardımıyla oy verebileceğini söylüyor. Bu bakımdan Anayasa'ya aykırılık bulunuyor.
Zihinsel engelli yurttaşlar açısından da durum benzer. Kısıtlılık, kategorik olarak oy hakkından yoksunluk nedeni olarak algılanıyor. Mevzuat kişinin hangi nedenle (örn. müsriflik, manik-depresyon vs.) kısıtlandığı ile ilgilenmeden tümel bir yasak getiriyor. Bu durum herhangi bir zihinsel engeli olmayan yurttaşları seçme hakkını kullanmaktan alıkoyuyor. Dahası Engelli Hakları Komitesinin dikkat çektiği üzere bu tür toptan yasaklar, ayırt etme gücüne sahip ama zihinsel zayıflığı bulunan veya oy hakkıyla ilgili olmayan ruhsal hastalıkları olanları vb. de ölçüsüz biçimde dışlıyor.
Kuşkusuz, önümüzde temel derdi koltuğundan düşmemek olan, seçim kanununa münhasıran bu perspektiften bakan bir iktidar sorunu dururken; dikkat çektiğim bu noktalar tali görünebilir. Buna bir ölçüde katılırım. Fakat şunu hatırlatarak: İktidarlar geçicidir oysa ilkeler kalıcıdır.
Tarihsel olarak çartist hareketin sınıfsal, kadın işçi hareketinin cinsel eşitlik mücadelesinin ürünü olan genel oy ilkesini her koşulda savunmak bir ilke meselesidir.
Siyaset de bu ilkeler unutmadan yapılmalı.