İnsan hakları hukukunda "cezasızlık" dediğimiz bir kavram var. Bu kavramın ne anlama geldiği konusundaki tartışma derin. Hukuk literatüründe tanımlar muhtelif. Fakat en yaygın kabul gören tanım şöyle:
"İnsan hakkı ihlallerinin faillerinden, bu kişilerin suçlanmalarına, tutulmalarına, yargılanmalarına ve eğer suçlu bulunurlarsa uygun ceza verilmesine ve mağdurlara giderim sağlanmasına yol açacak -cezaî, medeni, idari usulde ya da disiplin usulünde- soruşturma yapılmadığı için fiilen veya hukuken hesap sorulmasının olanaksızlığı"
Bu tanımın işaret ettiği cezasızlığın mağdurları genellikle politik muhaliflerdir. Torpillileri ise "ya devlet için kurşun atmış ya da kurşun yemiş" olan fakat her hâlükârda "devletlû" isimlerdir.
Cezasızlık sorununu -en çok ve en yakıcı biçimde- faili meçhul cinayet, zorla kaybetme veya işkence gibi ağır insan hakları ihlallerinden sonra görürüz.
Bu bir iklim meselesidir. Devletin kutsallaştırıldığı, yurttaşların nesneleştirildiği topraklarda kök salar. Toplumsal hafızanın zayıflığından beslenir. Hesap sorma kültürünün yokluğunda yeşillenir.
Cezasızlığın taktikleri çoktur, saymakla bitmez. Fakat iki hukuksal araç vardır ki ağır insan hakları ihlallerinin failleri için paha biçilemez: af ve zaman aşımı.
Birincisinde "kutsal devlet", mağdurların ve toplumun adına siyasi cinayetleri işleyen katilleri ve işkencecileri affediverir. Ateşin düştüğü yere bakılmaz. Mağdurlara sorulmaz. Kol kırılır, yen içinde kalır. Dosyalar kapanır. Olan olur, biten biter.
Bu pervasızlığın düzeyi, rüzgârın esintisine veya havanın durgunluğuna bakar. İklim elvermişse -Kenan Evren örneğinde olduğu gibi- suçlular kendi kendini bile affedebilir, hatta cezasız kalacaklarını anayasaya (bkz. geçici 15. madde) bile kazıyabilir.
İkincisinde ise "kutsal devlet", ipe un serer. Failleri doğrudan affetmez ama otoriter devlet aklı ve "derin" ilişkiler devreye girer. Davalar sürüncemede bırakılır. Yazışmaların sonu gelmez, toplanacak deliller nedense toplanamaz, dinlenecek tanıklar bir türlü dinlenmez. Sonunda dosya zaman aşımına girer. Fail, cezalandırmak şöyle dursun mükafatlandırılır. Kendisine hukuk güvenliğinden mütevellit bir hak koruması bahşedilir, yeniden dava açılamayacağı konusunda bir koruma zırhı hediye edilmiş olunur.
Af ve zaman aşımı, etkili bir soruşturmaya engel oluşturduğu için yaşam hakkı ve işkence yasağı gibi hakları ihlal eder. Bu konu nettir. Bu noktada soru şudur: Acaba bu türden bir ihlal kararı verildikten sonra affa veya zaman aşımına rağmen soruşturmalar yeniden açılabilir mi? Açılabilirse anılan hukuksal güvencelerin hiçbir anlamı kalmaz mı?
İnsan hakları mahkemelerine göre, eğer yeni bir delil, olay veya olgu ortaya çıkmışsa kapanan dosyalar yeniden açılmalı, soruşturmalar canlanmalıdır. Hatta savaş suçları veya insanlığa karşı suçlar gibi failin yargılanıp mahkûm edilmesinde yüksek kamusal yarar bulunan durumlarda, aşırı biçimci davranmamak gerekir. Bu noktada ihtilaf yoktur. Fakat tartışma, zaman aşımından yararlanan kişilerin de yeniden yargılanıp yargılanmayacağında düğümlenir. Öyle ya artık sorun sadece mağdurların maddi ve manevi bütünlüğü değildir. Failler de affın veya zaman aşımının getirdiği hukuk güvencesinden yararlanmak ister. Kapanmış dosyanın sağladığı güvencenin kaldırılmasının adil yargılanma haklarını ihlal ettiğini ileri sürerler.
Yani bir tarafta yakınları ölmüş veya kaybedilmiş olan veya işkence mağduru olan kişilerin etkili soruşturma talebi, diğer tarafta ise suç isnat edilen kişilerin kendilerine hukuk düzenince cezalandırılmayacaklarına ilişkin verdiği teminat vardır. Yani iki hak çatışmaktadır ve çatışmanın çözülmesi gerekir.
İnsan hakları mahkemelerinin çatışmaya karşı yanıtı, Atlantik'in iki yakasında nüanslıdır.
Batı yakasındaki durum: Latin Amerika ülkelerinin tabi olduğu İnsan Haklarının Amerikalılararası Mahkemesi, bu çatışmada ağırlığı beden bütünlüğüne verir. Bu Mahkemeye göre cezasızlığa yol açan insan hakları suçlarında zaman aşımı uygulanamaz. Güvenlik güçlerinin bir sivili öldürmesiyle ilgili bir davada, yargı organlarının "açık kusuru" yoluyla zaman aşımına sürüklenmiş ve cezasızlık ortaya çıkmıştır. Amerikalılararası Mahkeme, devletin gereken her şeyi yapmasına rağmen zaman aşımına uğrayan dosyalar ile devletin açık kusuru ile zaman aşımına uğrayan dosyaları ayırmıştır. İkinci durumdan failler lehine mutlak bir hak türetilemeyeceğini düşünen Mahkeme, ihlal belirlemesinde bulunup kenara çekilmemiştir. Bunun ötesinde, soruşturmanın sürdürülmesini ve sorumlularının da cezalandırılmasını istemiştir.
Bu kararlar; Gladyo'nun, kontrgerilla örgütlerinin cirit attığı, yargısız infazların, zorla kaybetmelerin veya işkencelerin yaygın biçimde görüldüğü Latin Amerika ülkelerinin kimilerinde ulusal düzeyde de karşılık bulur. Bu ülkelerdeki kimi anayasa mahkemeleri, aynı yaklaşımı sergilemiş, hatta daha ileri giderek cuntacıların kendilerine cezasızlık zırhı getiren kanun hükümlerini (örn. af kanunlarını) iptal dahi etmiştir. Dolayısıyla Latin Amerika'nın ilerici mahkemeleri, göz göre göre cezasızlığa karşı daha zinde görünmektedir.
Doğu yakasındaki durum: Avrupa ülkelerinin tabi olduğu İnsan Haklarının Avrupa Mahkemesi ise bu çatışmada topu taca atar gibidir. Avrupa Mahkemesi af veya zaman aşımı gibi uygulamalarla üretilen cezasızlığın, insan hakkı ihlali yarattığını söylemekte fakat bunun ötesine geçmemektedir. Yani Mahkeme, zaman aşımından yararlanan kişilerin yargılanması gerektiğini mutlak bir dille söyleyememekte, bu konudaki takdiri taraf devletlere bırakmaktadır.
Mahkeme, olur da taraf devletler zaman aşımını geriye dönük olarak kaldırırlarsa bunda sorun görmemektedir. Fakat aynı Mahkeme, taraf devletlerin zaman aşımını güvencelerini katı biçimde uygulaması durumunda, bunda da -en azından şimdilik ve tartışmalı da olsa- sorun görmemektedir.
Dolayısıyla Avrupa insan hakları hukuku sisteminde bu konu takdir marjına bırakılmıştır. Cezasızlık sorununa karşı etkili adımları atmakta ürkek duran Mahkeme'nin konuyla ilgili konumu, taraf devletlerin zaman aşımını geriye dönük olarak kaldırmasında sorun görmeme noktasındadır.
Ağır insan hakları ihlalleriyle ilgili olarak Türkiye'deki durum zaman aşımı lehinedir.[1] Bunun somut pratiği, 1994'te köyleri TSK'ye ait bir hava aracıyla bombalanan ve 34 kişinin öldüğü, malların ve hayvanların telef olduğu bir olayla ilgili olan Benzer ve diğerleri kararında yaşanmıştı. Bu davada ulusal makamlar etkili bir soruşturma yürütmemişti. Dosya, olay günü orada olmayan bazı tanıkların rivayetlere dayalı açıklamalarına ve bir köy korucusunun beyanına dayalı olarak sonuçlandırmış ve bombalamayı PKK örgütünün yaptığını söylenmişti. Oysa köylülerin tutarlı beyanlarına, Sivil Hava Havacılık Genel Müdürlüğünün uçuş kayıtlarına bakıldığında ise durum tamamen farklıydı. Dolayısıyla İnsan Hakları Mahkemesi bu olayda yaşam hakkı ihlali kararı vermekte zorlanmamıştı.
2013 yılında verilen bu karardan sonra ulusal makamlar dosyayı sürüncemede tuttu, etkili adımları atmadı. Olayın yirminci yılında yani 2014 yılında zaman aşımı hükümleri uygulanarak dosyayı yeniden kapatıldı. Konu bu defa Anayasa Mahkemesine taşındı. Anayasa Mahkemesi de 2013 ila 2014 arasındaki süreç yönünden Strazburg organlarının belirlemelerini tekrarladı. İhlal kararı verdi. Gelgelelim dosya zaman aşımına uğradığı için kararın bir örneğinin yetkili savcılığa gönderilmesini gerekli saymadı. Bunun yerine ek tazminata hükmedildi.
Yani Anayasa Mahkemesi, dosyanın zaman aşımına sürüklenmesi Anayasa'ya aykırı olsa da, devleti tazminata mahkûm etmek dışında yapabilecek bir şey yok demeye getirdi. Mahkeme, örneklerini Latin Amerika'da gördüğümüz türden bir açılıma cesaret edemedi, Avrupa Mahkemesinin çekingenliğini iç hukukta tekrarladı.
Bunda hiç kuşkusuz Anayasa'nın 38'inci maddesindeki şu hükmünün de payı vardı:
"Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.
Suç ve ceza zaman aşımı ile ceza mahkumiyetinin sonuçları konusunda da yukarıdaki fıkra uygulanır."
Esasen Anayasa'nın bekçisi olan Anayasa Mahkemesinin bu hüküm karşısında, zaman aşımı güvencelerinin kişilerin aleyhine geriye dönük olarak kaldırılabileceğini söylemesi güçtü. Mahkeme, devletin kusuruyla zaman aşımına sokulan durumlar ile gereken her adım atılmasına rağmen zaman aşımına uğrayan dosyaları ayırabilirdi ama böylesi bir yorum geliştirilmedi.
Buraya kadar yazdıklarım doktora tezi yazılacak denli derin konular. Fakat sadede geleyim. Yazdıklarımı Sedat Peker'in Kutlu Adalı cinayeti hakkında yaptığı açıklamalara ve bu olayda zamanaşımının uygulanmayacağı iddiasına uyarlayalım.
Kutlu Adalı 1994'te faili meçhul bir cinayetle öldürülmüştü. Bu konuda etkili bir soruşturma yürütülmedi. Cezasızlık sorunu İnsan Hakları Mahkemesinin önüne taşındı ve ihlal kararı verildi. (Kararın Türkçe özetini buradan okuyabilirsiniz) Bu karara karşılık yetkili makamlar hâlâ etkili soruşturma gerçekleştirmemişti ve cezasızlığı derinleştirmişti.
Sedat Peker, Kutlu Adalı cinayeti hakkında bazı yeni açıklamalarda bulundu. Ardından kardeşi Atilla Peker, savcılık kurumuna giderek bu açıklamaları doğrulayan bazı beyanlarda bulundu. Ayrıca dönemin görgü tanıkları, basına olay hakkında yine bu beyanlara koşut açıklamalar yaptı.
Bu beyanlar soruşturmayı canlandıracak ciddiyettedir. Dolayısıyla savcıların harekete geçmesi bir zorunluluktur. Zira bu konuda yapılacak incelemeler sadece somut olay yönünden değil, bu soruşturma ile bağlantılı olarak diğer başkaca suçların aydınlatılması için bir gerekliliktir. Gelgelelim bu olaya özgü olarak zaman aşımı zırhı konusunda -Avrupa Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararları uyarınca- şimdilik yapılabilecek bir şey yoktur.
Şimdilik diyoruz çünkü eğer ağır insan hakları ihlalleri için zaman aşımın uygulanmayacağını söyleyen bir kanun çıkarılırsa Avrupa Mahkemesi böylesi bir kanunda sorun görmez. Gelgelelim bu defa da Anayasa'nın az önce aktardığım hükmü gündeme gelir. Bu olasılıkta Anayasa değişikliğine gidilmesi ve/veya Anayasa Mahkemesinin içtihadında değişikliğe gitmesi gerekir. Bunun ise kısa vadede gerçekleşme olasılığı düşüktür.
İddia ettiklerinin aksine zaman aşımı zırhı kolay kırılmaz. Dolayısıyla Pekerler, daha rahat konuşabilir.
Kamuoyunun hakikati öğrenme hakkı saklıdır.
[1] Bu konudaki olumlu istisnalar 1980-1983 arasındaki suçlar yönünden cezasızlık getiren geçici 15'nci maddenin kaldırılması ve işkence suçu yönünden 2013 yılındaki işkence suçu için zaman aşımın kaldırılması sayılabilir. Bu iki hükmün olası sonuçları ayrı bir yazının konusu.