Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) TELE 1 kanalına verdiği üç günlük yayın durdurma kararını geçtiğimiz hafta uygulamaya koydu. Bu tedbirin nedeni, 20/09/2022 tarihinde saat 21.00'de yayımlanan "Ayrıntılar" isimli programdı. RTÜK, bu programda Türkiye İşçi Partisi (TİP) İstanbul Milletvekili Saliha Sera Kadıgil'in bazı sözlerini, 6112 sayılı RTÜK Kanunu'nun Yayın Hizmetleri İlkelerine aykırı saymıştı.
Bu sözler şöyleydi:
"Orada Diyanet diye bir kurum var. Yalnızca bir mezhebin -üstelik doğru düzgün bile değil-, yani bunu da rahat söylüyorum... Böyle bir şey yok. Bir mezhebin kara propagandasını yapmak için kullanılan bir kuruma biz milyarlar ödüyoruz ya. Bütçe görüşmelerinde benim en delirdiğim şey bu. Eğitimden kesiyoruz, sağlıktan kesiyoruz, götürüyoruz İmam hatibe veriyoruz (…) Diyanet bu hâliyle bir dinî kurum falan değil, bir siyasal İslamcı gereçtir ve kapatılmalıdır. (…) (İmam hatipler) kapatılsın tabii ki kapatılsın."
RTÜK üyelerinin çoğunluğuna göre bu sözler "ırk, dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik" niteliği taşıyor, "toplumda nefret duyguları oluşturuyor" imiş.
İnternet sitesinde yayımlanan karardan, RTÜK'ün HDP tarafından aday gösterilen üyesi Ali Ürküt'ün heyette yer alıp almadığı ve yer almışsa ne yönde oy verdiği belli olmuyor ama CHP'nin aday gösterdiği iki üyenin karşı oy kullandığını görüyoruz. Hatta bu isimlerden İlhan Taşçı, bir de karşı oy yazısı yazmış bulunuyor.
İdare mahkemesi, bu karar hakkında bir yürütmeyi durdurma kararı vermiş fakat sonradan bunun aksi yönde bir karar almıştı. Hatta Gazeteci Barış Pehlivan'ın aktardığı üzere, bu karar verilirken de İlhan Taşçı'nın karşı oy yazısı mahkemeye gönderilmemişti.
Karar metnini incelediğimizde baştan sona hatalı gerekçelerin olduğunu görüyoruz. O kadar ki karar, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin içtihatlarının, bağlamından koparılıp cımbızlanarak tersyüz edilmesi biçimindeki istismarcı yoruma, derslerde kullanılacak türden bir örnek oluşturuyor. Bu kararın ulusal veya uluslararası mahkemelerden döneceği neredeyse kesin.
Nedenlerini burada uzun uzadıya anlatmayı artık gerekli görmüyorum. Meraklısı bu konudaki (yani imam hatiplere ve Diyanet İşleri Başkanlığına dönük eleştiriler bağlamındaki) ilkesel belirlemeleri, Anayasa Mahkemesinin Ufuk Çalışkan kararından ve Mehmet Emre Döker kararından; hatta yayıncı sorumluluğu konusunda Aykut Küçükkaya ile ilgili verdiği şu kararından okuyabilir. Keza, RTÜK üyeleri eğer gerçekten hukuksal bir kaygıyla hareket ediyorlarsa, geçmişteki kimi RTÜK kararlarının neden ifade özgürlüğü ihlali yarattığına dair içtihatları dikkatlice belleyebilir ve gereken dersleri çıkarabilirler. (Anayasa Mahkemesinin bir kararı şurada, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin iki kararı ise [burada ve şurada] bulunuyor.) Zira çıkartmamış görünüyorlar.
Bu kararlara atıf yapmakla yetinmek yeterli. Daha fazla kalem oynatmak artık lüzumsuz. Çünkü bunları anlatmak, herhangi bir etki göstermiyor. Karar alıcılar, bu yerleşik içtihatları "dostlar alışverişte görsün" diye dahi çürütmeye tenezzül etmiyorlar.
Öyle bir keyfîlik düzeni, öyle bir ben yaptım olduculuk...
Farklı bir şey beklemiyorduk gerçi. Ama insan yine de her defasında kaydetmeden ve intizar etmeden geçemiyor.
Yeri gelmişken, ben bu bağlamda başka bir noktaya dikkat çekmek istiyorum: bu vakada, yaptırıma konu olan sözü söyleyen kişinin milletvekili olmasına...
Öyle ya, milletvekilleri yasama sorumsuzluğuna sahiptir Anayasa'ya (md. 83) göre.
"Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisce başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamazlar."
Bu sorumsuzluk güvencesi, ömür boyu geçerlidir ve kaldırılamaz. Halkın konuşamadığı konuları en azından milletvekilleri korkusuzca konuşabilsin diye yüzyıllardır kabul gören bir ilkenin uzantısıdır bu.
Anayasa hukukçuları arasında bu bağlamda bir tartışma vardır. Yasama sorumsuzluğu milletvekili için vardır ama bu sözleri aktaran gazetecilerin acaba bunda bir sorumluluğu olacak mıdır, diye. Kimileri yok der, kimiler var der. Ama var diyenler bile bu hususun dikkate alınması gerektiğini ve böylesi aktarımlarda ifade özgürlüğü korumasının genişlemesi gerektiğini ekler.
Bu tartışma, öyle yeni bir tartışma da değildir üstelik. Osmanlı'da bile buluruz köklerini.
Bugünlerde "Osmanlı"ya atıf yapmak pek moda olduğu için biz de modaya uyalım ve bu tartışmanın Osmanlı anayasa hukukçularındaki yansımasına değinelim. Yargı kararları pek takılmıyor ama belki bu isimleri dinlerler.
Osmanlı Devleti'nin önde gelen anayasa hukukçusu Babanzâde İsmail Hakkı Bey'dir. Hukuk-ı Esasiye isimli kitabı, Hürriyet Devrimi'nden hemen sonra kaleme alınmış ve o dönemki anayasa hukuku derslerinde de okutulmuştur. Kitap, Mustafa Kemal Paşa'nın kütüphanesinde de, üzerinde çok sayıda notla birlikte bulunmaktadır.
Bu kitabı, yıllar önce ilk kez, İlahiyat Fakültesi'nden gelip Hukuk Fakültesi'nde çift ana dal programına katılan ve eski dilde okuma etkinliklerini geliştirmek isteyen bir öğrencimle birlikte okumuştum. Sonraları Erguvanî Yayınevi, bu değerli kitabı Latin harfleriyle bastı.
O kitapta Babanzâde İsmail Hakkı Bey, bu yasama sorumsuzluğu bahsine girer ve milletvekillerinin sorumsuzluğu konusunu, bu sözleri aktaran medya kuruluşlarının da sorumsuz sayılması gerektiği savıyla anlatır. Yani Babanzâde Hoca, bugünün pek çok yazarından ve siyasetçisinden ve her hâlükârda RTÜK üyelerinin çoğunluğundan daha özgürlükçü biridir.
Bu noktada bize düşen, onun belirlemelerini (günümüz Türkçesine uyarlayarak) aynen aktarmak:
"Milletvekilleri, söylevlerinde, hakareti, imayı içeren sözler söyleyebilir ve halkı isyana yönelten kışkırtıcı ve ateşli isteklendirmelerde bulunabilir. Bunlar, sıradan kişiler için soruşturma ve cezayı gerektiren suç niteliğinde şeyler olmasına rağmen; milletvekilleri bunları görevlerini yerine getirirken işledikleri için suç niteliğine sahip değildir. Buna karşılık, bir milletvekilinin kullandığı oyun, bir rüşvetin veya meşru olmayan bir çıkarın karşılığı olduğu belirlenirse; bağışıklık ve sorumsuzluk geçerli olmaz. (…) Çünkü bu milletvekili için uygulanan soruşturmayı ve sorumluluğu gerektiren durum, parlamento kapsamı içinde yapılmakta olan oy verme tedbirinin dışında, ondan önce ve sonra gelen bir eylem ve olgudur. (…) Meclis'teki söylevler, sorumluluk gerektirmediği gibi bu söylevlerin gazeteler tarafından iyi niyetle aktarılması ve bunlardan alıntı yapılması sözü söyleyenler veya sözü aktaran gazeteler hakkında hiçbir soruşturmaya ve hatta kendisini mağdur sayan kişi tarafından cevap hakkına konu edilemez. (…)"
Osmanlı güzellemesi yapanlar, bu sözleri görmek istemeyebilir. Ama 1908 Devrimi'nin yarattığı hürriyet esintisini içinde hissedenler ve "zulme karşı mukavemet" ruhunu bünyesinde barındıranlar bu hafızayı taşıyor, taşıyacak.
Tolga Şirin kimdir? Tolga Şirin, İzmir'de doğdu. İstanbul Barosu'na kayıtlı avukat ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı'nda doçent olarak çalışmaktadır. Hukuk alanındaki lisans ve lisansüstü eğitimini Marmara Üniversitesi'nde tamamladı. Lisans eğitimi sonrasında Londra Birkbeck Üniversitesi'nde insan hakları hukuku eğitimi aldı; doktora ve doktora sonrası aşamalarda Köln Üniversitesi Doğu Hukuku Enstitüsü'nde araştırmacı olarak görev yaptı. TÜBİTAK Sosyal Bilimler Programı ve Raoul Wallenberg Enstitüsü bursiyeridir. Aybay Vakfı (2010) makale yarışması ödülünün sahibidir. 2006-2008 yılları arasında İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi yürütme kurulu üyeliği yaptı. Ondan fazla kitap ve çok sayıda makalesi olan Şirin, İngilizce ve Almanca bilmektedir. Geçmişte Radikal ve BirGün gazeteleri ile Güncel Hukuk dergisinde güncel yazılar yazan Şirin, haftalık yazılarını 2020'den beri T24'te yayımlamaktadır. |