Okullar açıldı. Tartışmaların ağırlığı pandemi tedbirleri oldu. Bu konu önemli. Ama bir o kadar önemli olan nokta şu ki Türkiye’de gerçekten bir kamusal millî eğitimin varlığı hiç olmadığı kadar kuşkulu. Millî eğitim, pek çok koldan kuşatılmış durumda. Bunların içinde iki konu, dinselleşme ve piyasalaşma, özellikle yıkıcı.
Anayasa’ya göre eğitim ve öğretim, “Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre” yapılmalı. Bu esasların anlamı açık: Laik eğitim ve öğretim. Laik bir eğitimin ise çerçevesi belli.
Bir defa, eğitimde bilim dışı faktörlerin yeri olmamalı. Bilim, asgari bir nesnelliği gerektirdiği için eğitimde tek yönlü “aşılama” yapılmaz, hurafeler (örn. evrim teorisinin reddi) bu alanda yer bulamaz. Ayrıca laik devlet, dinsel eğitimi zorunlu tutamaz. Böylesi bir eğitim, ancak talebe bağlı olarak, devletin gözetimi altında ve ayrıksı biçimde söz konusu olabilir.
Gelgelelim bu esaslar uygulama ile uyumsuzdur. Özellikle AK Parti döneminde eğitim kılıfına uydurularak hiç olmadığı kadar dinselleştirilmiş bulunuyor. Bu, büyük olasılıkla “dindar ve kindar nesil” yetiştirme niyetinin bir uzantısı…
Bu niyet, iki kılıfa bürünerek uygulanıyor.
İlk kılıf, “imam-hatip lisesi” (yeni sistemde imam hatip okulu) isimli meslek okulları. Normal şartlarda imam-hatip okullarının kurulma amacı, “din görevlisi” yetiştirmektir. İdeal bir düzende bu liselerin işlevi, istismara oldukça açık olan dinsel alanda çalışacak din görevlilerinin, bu türden suistimallere karşı bilinçlendirilmesi, “laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek” etkinlik göstermesi. Fakat gerçeklik öyle değil. İmam-hatip liseleri, doğrudan din eğitimi verme ve İslamcı yönetime uygun ideolojiyle donatılacak bir nesil yetiştirme işlevi gösteriyor.
Zaten o nedenledir ki mevcut iktidar, bu okullara diğer okullardan çok daha fazla önem veriyor. Şöyle ki AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 yılında Türkiye’deki imam-hatip liselerinin diğer devlet liseleri içinde oranı %2’ydi. Bugün bu oran, %18’e ulaştı. Neredeyse on kata yaklaşan bu artışın nedeni talep değil, arzdır. Çünkü imam hatip lisesi kontenjanlarının neredeyse %70’i boş. Bu, normal okulların imam-hatip yapılması veya içinde imam-hatip sınıfı açılması, Suriyeli sığınmacıların çocuklarının bu okullara yönlendirilmesi, hatta bu okullara giden öğrencilere ek burs vb. olanaklar sunulmasına rağmen böyle.
Yani yurttaşların, çocuklarını imam-hatip okullarına göndermek istemediği fakat “laik devlet”in buna koşullandırdığı bir tuhaflıkla karşı karşıyayız. Zaten araştırmaların da gösterdiği üzere bu okullardaki öğrenciler de din görevlisi olma niyeti taşımamakta, buralara büyük ölçüde zorla gönderilmekte.
Bu koşullandırmaya rağmen normal okula gitmesi sağlanan çocuklar da eğitimdeki dinselleşmeden kaçamıyor. Bu noktada ikinci kılıf devreye gidiyor.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararıyla “dinci aşılama” yaptığı tespit edilen “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersini almak zorunlu tutuluyor. Dahası, kâğıt üzerinde “seçimlik” olan fakat pek çok yerde başka ders olmadığı için fiilen zorunlu hâle gelen üç ders daha bulunuyor. “Kur’an-ı Kerim”, “Peygamberimizin Hayatı” ve “Temel Dini Bilgiler” isimli bu dersler de hesaba katıldığında din temelli ders saati sekizi buluyor. Hâl böyleyken, “seçimlik” kılıfı altında verilen zorunlu din eğitimi, imam-hatip okullarında okuyan bir ortaokul öğrencisinin aldığı eğitimle zaten eş düzeye ulaşıyor.
Eğitimdeki bu zoraki dinselleşme, piyasalaşmayla kol kola gitmekte.
İslamcı/ideolojik endoktrinasyondan arınmış bir eğitim arayışındaki veliler, çareyi çocuklarını özel okullara göndermekte buluyor. Eğitimin hatta “laikliğin özelleştirilmesi”, mevcut iktidarın zaten bir hedefi olduğu için de bu yönelime set çeken yok. Çünkü eğitimi bir kâr meselesi ve bu bağlamda yapılan harcamaları da yük olarak gören AK Parti yönetimi, kamusal eğitimi hiç olmadığı kadar aşındırmış bulunuyor.
AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 yılında Türkiye’deki özel okul oranı da %2 civarındaydı. Bugün bu oran %20’yi aşmış durumda. Yani her beş okuldan biri özel. Bu okulların yıllık bedeli 40 bin ila 100 bin TL arasında değişiyor. Yoksul halk ve emekçiler, bu bedeli karşılayamayacakları için, temel eğitim, sınıfsal ayrımlara göre ayrılmış bulunuyor. Orta ve üst sınıflardan çocuklar özel okullara (ki bu kesimler için bile maliyetler epey yüksek) gidiyor belki ama emekçi çocuklarına “işçisin sen işçi kal” şarkısı söyletiliyor.
Peki para bulabilenler, çocuklarını özel okula gönderebiliyor da bulamayanlar için devlet okulları parasız mı? Anayasa’ya göre evet öyle: “İlköğretim kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve devlet okullarında parasızdır.” Fakat bu norm da geçtiğimiz yirmi yılda kevgire dönmüş bulunuyor.
Özel ders, dershane, kitap vb. kırtasiye harcamaları ve fiilen alınan katkı payları yüzünden, kamusal eğitim tamamen parasız olmaktan çıkmış bulunuyor. İktidar, hatta büyük ölçüde muhalefet ve ona bağlı olarak da pek çok veli, bu durumu kanıksamış bulunuyor.
Bu, tüm dünyada yükselmiş neoliberalizmin bir sonucu deyip kestirip atılabilirdi. Fakat Türkiye’deki durum o bağlamda da sorunlu. 2019 yılında yayımlanan bir veriye göre, Türkiye’de velilerin eğitim için yapmak zorunda oldukları harcama oranları, OECD ülkelerinin ortalamasının iki katını geçmiş bulunuyor. Yani paralı eğitim de tıpkı dinci eğitim gibi norm hâline gelmiş bulunuyor. Anayasa’ya göre “kimse, eğitim ve öğretim hakkından yoksun bırakılamaz” ama “kimsesizlerin kimsesi” olması beklenen Cumhuriyet, yoksul kesimlere sahip çıkamıyor. Dahası, bedel ödenerek gidilen okullardaki eğitim de nitelik taşımıyor.
Bunda da iktidarın sorumluluğu esas.
Sınanabilir bir veriyle açayım: Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Gelişme hedeflerinin öngördüğü nitelikli eğitim için, gayri safi milli hasılanın %4 ila 6’sının eğitime ayrılması gerekir. Türkiye’de bu oran %2’yi biraz geçiyor. Bu bütçenin büyük bir kısmı ise personel giderlerinden oluşuyor. Dolayısıyla, Türkiye’de kamusal eğitimin nitelikli hâle getirilmesi için neredeyse hiçbir şey yapılmıyor.[1]
***
Öyle veya böyle gençler yetişiyor. AK Parti’nin iktidara geldiği yıl doğanlar, ilk defa oy verme yaşına erişmiş bulunuyor. 2023 veya ondan önce gerçekleşecek bir erken seçim, bu eğitim tornasından geçen gençler için de bir memnuniyet testi olacak. Bakalım sonuç ne gösterecek.
[1] Eğitim konusundaki verilere bütünlüklü olarak bakmak için Rıfat Okçabol ve Onur Seçkin’in Kapkara Tahta: Eğitimde Toplumsal Çıkmaz (Yazılama, 2021) kitabını öneririm.