Yükseköğretim Kurumları Sınavı’nın (YKS) sonuçları açıklandı ve tercih zamanı geldi çattı. Öğrenciler, sadece üniversite sınavına yoğunlaşmadı, 2002’den bu yana yedi farklı bakanın on yedi kez değiştirip yapboz tahtasına çevirdiği eğitim sisteminin (?) de ceremesini çekti.
Siyasi basiretsizliğin ürünü olan bu keşmekeşe bir de Covid-19 pandemisi eklendi. Adaylar, sınavların son büyük dönemecine kadar, hangi sorulardan sorumlu olduklarını bilmeden çalışmaya çalıştılar.
“Yeni Türkiye”, gençlerini keyfîlik rejimine daha çekirdekten alıştırmaya meyyal, o belli.
Adaylar, şimdilerde de tercih listeleriyle boğuşuyor. Liste hazırlarken önemli bir yol ayrımındalar. Yapacakları tercihler, dört yıllık yükseköğretim ve kırk yıllık çalışma hayatlarını belirleyecek.
Bu yıl, üniversiteye girmeye uğraşan 4 milyon öğrenci ile onların kaygılarını paylaşan ailelerini hesaba katarsak; nüfusun yüzde yirmisi hâlihazırda bu konuyla ilgileniyor. Sohbetlerinin büyük bölümünü bu konu oluşturuyor. Bu sohbetlere tanıklık etmememiz olanaksız. Benim tanıklığımdaki, temel soru şu: Tercihimizi neye göre yapmalıyız? Diğer bir soru da şu: “Devlet üniversitesi” mi yoksa “özel üniversite” mi tercih etmeliyiz?
Sondaki soru, daha baştan hatalı olduğu için ondan başlayayım.
Türkiye’de “özel üniversite” yoktur. Anayasa (md. 42§5) özel ilk ve orta dereceli okulların açılmasına izin verir fakat konu üniversite olduğunda bu yasaktır. Üniversiteler devlet tarafından kurulur. Niteliği fark etmeksizin mutlaka kanunla kurulur ve hangi amaçlarla kurulacakları sayılmıştır. Bu amaçlar, üç kategoride toplanır:
Dikkat edilirse bu amaçların içinde para kazanmak veya kâr etmek gibi akçeli amaçlar yoktur. Anayasa’ya göre hiçbir üniversite “ticarethane” olamaz. Salt ticaret veya “hem ticaret hem eğitim” uygulaması, konu üniversite olduğunda geçerli değildir.
Peki ama uygulamada ve halk arasında “özel üniversite” diye adlandırılan kurumlar nedir?
Bu kurumlar, “özel üniversite” değil, “vakıf üniversitesi” adı taşır. Anayasa, özel üniversitelere değil, vakıf üniversitelerine izin verir. Bu üniversiteler de “kâr amacı” güdemez. Hüküm nettir, aktarıyorum:
“Kanunda gösterilen usul ve esaslara göre, kazanç amacına yönelik olmamak şartı ile vakıflar tarafından, Devletin gözetim ve denetimine tabi yükseköğretim kurumları kurulabilir.” (md. 130§2)
Vakıflar tarafından kurulan üniversiteler kanalıyla gelir elde edilebilir ama bu gelirin üniversitenin yukarıda ifade ettiğim bilimsel amaçlarına özgülenmesi gerekir. Ücretler, patronların ceplerine değil bilimsel etkinliklere, öğrencilere ve akademisyenlere aktarılmalıdır. Bunun denetimini ise Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) yapar.
Uygulamada ticarethane gibi hareket eden üniversiteler yok mu? Kuşkusuz var. Hatta azınlık değiller. Bu bakımdan bizzat Anayasa’ya aykırı hareket ediyorlar. Bu aykırılıkları gidermek konusunda sorumluluk ise, önce YÖK’te sonra hükûmette. Bunun hesabını sorma yolları belli… Sorulmuyor o ayrı…
Fakat bizler, “özel üniversite” diyerek bu kurumların ticarethane olmasını kabullenmemeliyiz. Piyasalaşmayı kanıksamamalıyız.
Öte yandan, eğer bir “vakıf üniversitesi” tercihi yapacaksak, buraların bir “ticarethane” mi yoksa, yukarıda sayılan amaçları izleyen bir “üniversite” mi olduğunu sınamalıyız. Bu sınama için de salt taban puanlarını değil, diğer bazı verileri de hesaba katmalıyız.
(İlgili kaynakları yazının sonunda ileteceğim.)
Tercihler konusunda, ilk yapılacak iş; alanın uzmanlarından, özellikle de rehber öğretmenlerden görüş almak olsa gerek. Uzman olmayanlardan fikir almak daha baştan üniversitenin temeli olan bilimsellikten uzak bir tutum olur. Bu alanın uzmanı olmadığım için ahkam kesmek benim işim değil. Haddimi biliyorum.
Fakat üniversitede çalışan biri olarak deneyim aktarabilir ve kaynak önerebilirim diye düşünüyorum.
Benim kişisel deneyimime göre tercihlerde belirleyici olması gereken dört faktör var: (1) Kütüphanenin varsıllığı, (2) Öğretim üyesi sayısı ve bu öğretim üyelerinin ders yükü ağırlığı ile ürettiği akademik materyaller, (3) özgürlükçü ve çoğulcu yerleşke/kampüs ortamı (4) uluslararası iş birliği potansiyeli.
(1) Kütüphanenin varsıllığı
Bir üniversite, her şeyden önce kütüphanesiyle üniversitedir. Kütüphanelerdeki fiziksel erişim koşulları ve çalışma ortamı da önemlidir. Bilimsel olarak kanıtlanmıştır ki açık raf usulü üretkenliği arttırır mesela. Ortamın huzuru ve fiziksel yeterliliği de çalışmaya motive eder. Bunları bizzat yerini ziyaret ederek görmek mümkün.
Fakat bir kütüphaneyi kütüphane yapan şey, her şeyden önce içindeki materyal çeşitliliğidir. Buna bakmadan olmaz.
YÖK verilerine göre 500 binin üzerinde basılı kitabı bulunan üniversitelerin arasında İstanbul, Ankara, Ortadoğu Teknik, Bilkent ve Boğaziçi üniversiteleri var. 250 bin ila 500 bin arasında kitabı bulunan diğer kütüphaneler ise İstanbul Teknik, Marmara ve Koç üniversitelerinde bulunuyor. Fakat buna e-kitaplar, dergiler, abone olunan veri tabanları da eklenmeli. Bu durumda listeler değişecektir. Ayrıca hem fakültelerin hem de öğrencilerin sayısını da duruma göre dikkate almak gerekir.
Bir de vakıf üniversitelerini konuşuyorsak, yayın alımı harcamalarının üniversitenin bütçesine oranına da dikkat kesilmek lazım. Böyle bakınca Bilkent’in açık ara önde olduğu fakat aynı zamanda İzmir Demokrasi, Beykent, Tarsus ve Kadir Has üniversitelerinin de bu konuda fena olmadığı göze çarpar.
Gerçi bu sayılar nereden bakarsak bakalım devede kulaktır. Sadece Harvard Üniversitesi’ndeki kitap sayısının 15 milyona yakın olduğunu bilmek, bilimsel yoksunluğumuzu açıklıyor ve geriye söz bırakmıyor. Zira biz hâlâ pek çok akademisyenin evinde ve ofisinde yer alan kitap sayısından daha az sayıda kitaba sahip “üniversiteler”den (örn. İstanbul’daki Kent üniversitesi 8 bin, Rumeli Üniversitesi ise 4 binden az basılı kitaba sahip) bahsediyoruz. Durumumuz öyle içler acısı. Ama olsun. Yine de enseyi karartmayalım, somut koşullarda ehvenişerri (kötünün iyisini) bulmaya çalışmaya devam edelim.
(2) Nitelikli öğretim üyesi
Kütüphane kadar önemli bir diğer etmen de öğretim üyesi sayısıdır. Şunu unutmamak şartıyla: Kuru nicelik, nitelik yoksa pek bir anlam taşımaz.
Bu bakımdan, öğretim üyelerinin uluslararası ve ulusal yayın sayıları, bu yayınların aldıkları nitelikli atıfların oranı hesaba katılmalı. YÖK verilerine göre uluslararası yayınlarda Hacettepe, İstanbul, Ankara, Boğaziçi, Koç, Sabancı ve Bilkent üniversiteleri öne çıkıyor. Zaten bunlar, THE ve QS gibi pek bilinen dünya sıralamalarında da önde olan üniversiteler. Bunları dikkate almamak olmaz.
Fakülte temelli olarak durum değişkenlik gösterebilir. Örneğin hukuk fakülteleri arasında Marmara üst sıralara çıkarken, güzel sanatlarda Mimar Sinan sıra dışı bir yükseliş gösterir.
Bu bağlamda mutlaka, öğretim üyesi sayısı ile ders yükü arasındaki korelasyon da dikkate alınmalı. Zira adeta bir öğretmenmişçesine sürekli ders veren bir öğretim üyesinin akademik üretim yapması imkânsız değilse de çok güçtür. Böylesi bir yoğunluk içinde sunulacak akademik üretimin ve ders içeriklerinin kalitesi de düşecektir.
Unutmamak gerekir: Akademisyeni öğretmenden ayıran bir yön vardır. Bilgi aktarmakla kalmaz, bilgiyi üretir de.
(3) Özerklik ve yerleşke yaşamı
Yerleşke/kampüs ortamı, boş vakitlerin keyifle geçirilmesi kadar, kişinin kendini gerçekleştirmesi için de önem taşır. Spor ve sanat olmadan akademik başarının toplamda yükselmesi oldukça zordur. Ayrıca üniversite, diğer pek çok şeyin yanı sıra, geçmişte bir araya gelmemiş, gelecekte de bir araya gelmesi güç olan, farklı dinden, etnik kökenden, sınıftan ve dünya görüşünden gençlerin bir araya geldiği ve birbirlerini tanıdığı ortamdır. Etkili bir üniversite yaşamı, kişinin kendisi gibi olmayanı tanıdığı, doğru saydıklarını sınadığı, tartışabildiği ve icabında eyleme geçebildiği bir yaşamdır. Bu da büyük ölçüde kampüs ortamıyla ilişkilidir.
Farklı disiplinlerden kişilerin bir araya geldiği, entelektüel etkinlikler sergileyebildiği kampüs ortamı üniversiteyi geliştirir. Bu bakımdan toplantı sayıları ve farklı programlardan ders alabilme olanakları (örneğin Anadolu, Bilkent, TED, Bahçeşehir ve Okan üniversiteleri bu konuda ön planda) önem taşır.
Şu ise olmazsa olmazdır: Çoğulculuk, ifade özgürlüğünün kök saldığı yerlerde vardır. Öğrencisine sürekli soruşturma açan, akademisyenini disiplin cezasıyla tehdit eden, hükûmet baskısıyla cezalar kesen bir üniversite, gerçek bir üniversite değildir. Örneğin (içeriğine ister katılalım ister katılmayalım, Anayasa Mahkemesi kararıyla ifade özgürlüğü ihlal edildiği yargısal olarak tespit edildiği için referans alabileceğimiz) Barış İçin Akademisyenler olayına dönük üniversitelerin verdiği reaksiyonlar ve aldıkları tedbirler, oranın çoğulculuğu ve hukuka bağlılığı konusunda bir parametredir. Veya Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyelerinin süregelen özerklik talebi ve mücadelesi, özgür üniversite mantığı ve bu kültürün yeşermesi yönünden olumlu anlamda dikkate alınabilecek verilerdendir.
(4) Uluslararası düzeye açıklık
Son olarak Türkiye’deki üniversitelerin dünya üniversiteleriyle karşılaştırıldığında çok kötü durumda olduğu gerçeğini akılda tutmak gerekiyor. Örneğin ABD’deki veya Almanya’daki en kötü üniversitenin bile ne yazık ki Türkiye’deki hatırı sayılır üniversitelerden bile daha nitelikli olduğu gerçek. Bu açığı kapatmanın bireysel yolu, üniversitenin uluslararası ilişkilerini kullanmak olabilir.
Adaylar, bu amaçla üniversitenin özellikle uluslararası projelere katılım oranları, uluslararası toplantı düzenleme yoğunluğu, yabancı akademisyen sayısı gibi parametreleri dikkate alabilir. Öte yandan, uluslararası değişim programları (örn. Erasmus vb.) da önemli bir diğer olanaktır. YÖK’ün verilerine göre uluslararası etkinliklerde Hacettepe, İstanbul, Anadolu, Ankara ve Ege üniversiteleri; değişim programları konusunda ise İstanbul, Ege, YTÜ, Marmara, ODTÜ, İTÜ ve Anadolu üniversiteleri başı çekiyor.
* * *
Bu verilerin çoğu YÖK’ün “Üniversite İzleme ve Değerlendirme Genel Raporu”nda ve Türkiye İstatistik Kurumu’nun internet sitesinde bulunuyor. Fakat oradaki sayılar, fakültelere odaklanmıyor ve genel olarak üniversite temelli olarak sunuluyor. Ayrıca kullanılan ölçütler eksik ve bazı noktalardan tartışmalı. Gelgelelim yine de salt YKS taban puan sıralamasından çok daha fazlasını sundukları için çok önemliler.[1]
Adaylara bu verileri incelemesini öneririm. Sadece puanın yettiğine göre kara düzen sıralama yapmaktansa bu verilere de başvurmak daha gerçekçi bir tutum olur. Bunun yanı sıra, özel olarak konu temelli tarama yapılması, fakülte özelinde öğretim üyesi kadrosunun ve öğretim üyelerinin etkinliklerinin izlenmesi de mutlaka gerekli.
Özel üniversite gibi hareket eden ticarethanelerden, sözde üniversite özde baskı aygıtı niteliği taşıyan kurumlardan ve niteliksiz diploma fabrikalarından elden geldiğince kaçınabilmeleri için…
[1] YKS taban puan sıralamaları konusunda sunulan listeler, vakıf üniversitelerini kayırıyor. Burs olanaklarından bağımsız en düşük puanlı öğrencisine göre gerçek sıralama şuradadır.