Ünlü dizi Game of Thrones'da sık sık "Bunlar daha iyi günlerimiz esas felaket kapıda" demek için kullanılan "Winter is coming / kış geliyor" yaklaşımı, tüm dünyada özellikle de politik gelişmeler yorumlanırken kullanılır oldu.
Adeta "Kötü günler kapıda" demenin dünya çapında ve biraz da esprili yeni bir formu oldu bu "Winter is coming" tanımı.
Türkiye'de de sürekli "Almanya batıyor", "Avrupa çöktü", "Türkiye onların yanında ekonomisi en iyi durumda olan ülkeler arasında" demekle görevlendirilmiş bir grup yandaş medyacı da diline dolamış bu tanımı, "Ecnebiler kışı 'winter is coming' diyerek korkuyla bekleye dursun, biz gayet rahatız. Kışı da gayet keyifle karşılarız" minvalinde açıklamalar, yazılar döşeniyor.
Oysa hemen her şeyde olduğu gibi bu konunun da hakikati yansıtılandan çok farklı…
Evet maalesef Türkiye kışı endişeli bir şekilde bekliyor.
Başlıca krizlerimiz belli.
Elektrik- doğalgaz…
Yeme-içme…
Barınma…
Yazın düşen enerji kullanımının vatandaşta yarattığı nefes koridorunun bir önceki kışa nazaran iki kat daha bunaltıcı bedellerle ödetilecek olması şöyle dursun, havaların soğumasıyla artık gizlenmesi de imkânsız hale gelecek 'barınma sorunu' en temel 'kış endişeleri' nedenlerimizden biri.
Okulların açılmasıyla ekonomik nedenlerden ötürü bu sene okuyamayacak / okumakta zorlanacak olan çocuk ve gençlerin durumunu konu dahi edemiyoruz daha, düşünün. Çünkü öncelik yaşama devam etmeyi imkânsızlaştıran unsurlarda…
Açlık ve soğuk!
Bunları aşanlar okulu 'maddi bir sorun' olarak düşünebilir, gündemine alabilir hale geldi ancak.
Okullarda yaşanacak ulaşım, beslenme, giyim, araç-gereç sorununa değinmek ancak oraya kadar gelebilen şanslıların gündemi olabilecek gibi görünüyor.
Oysa tablo ortada, ekonomik gerekçelerle bu sene okula gidemeyen 676 bin çocuk belirlenmiş, bu tabii sadece tespit edilebilenler, siz bir de edilemeyenleri ilave edin bu sayıya!
Dünya çapında yaşanan küresel krizin Türkiye gibi gelir dağılımındaki adaletsizliğiyle nam salmış, geri ülkeleri vuruşu da yine temel insan haklarından oluyor şüphesiz.
Kimi eğitim hakkından, kimi beslenme, kimi barınma hakkından olurken ülke genelinde 'ekonomik gerekçelerle' yaşam hakkı ellerinden alınan yüzbinleri gören, sayan, hesaplayan yok!
Neden böyle diyorum, çünkü devlet tarafından açıklanan verilere baktığımızda başta işsizlik oranları olmak üzere ekonomik göstergeler yükselişte!
Verilere bakınca bolluk bereket, realiteye bakınca açlık sefalet!
Açıkçası bir Türkiye klasiği olarak bu krizde de yaşam sadece en üst kesimlerde aynı şekilde devam edebiliyor, gerisinin hâli harap…
Sanıyorum iktidara yakın medyanın da sürekli "kriz yok" vurgusu yapması bundan.
Şüphesiz kendi etraflarında bir sıkıntı yok, ortaya dökülen 'vurgunlar'dan da anlaşılacağı üzere!
Artık adlı adınca andığımız '2022 krizi', derinleşip 2023'ü de içine alacağını olanca gerçekliğiyle ortaya koymuşken sürekli olarak 'piyasalara giren döviz' ve 'piyasalara giren ruble'lerden söz ediliyor.
Kodaman yazarlar duyuruyor "Yenileri gelecek" diyorlar, "Tam da bu hafta" diyorlar!
Ortaya atılan iddialı rakamların kaynağı bilinmiyor.
Ve evet bu kaynağı bilinmeyen paralar bir şekilde Türkiye'ye de giriyor gerçekten.
Yine 'kodaman abilerimizden' öğrendiğimize göre seçime kadar da para girişi çok yüksek meblağlar olarak sağlanacak...
Peki ama bu 'meblağlar' kime yarayacak?
Hangi krizi çözecek?
İşte esas yanıtlanmasını beklediğimiz sorular da bunlar…
Piyasalara giren para, uzmanların açıkladığı kronik ve gizli açlık yaşanan ülkeyi bu bataktan kurtaracak mı?
Yoksa batak sadece yaşayanın sorunu olarak mı devam edecek.
Kış geliyor ve evet olanca dondurucu etkisiyle beraber geliyor.
Ve bizler, yani bu ülkenin, ülke insanının topyekûn çok daha iyi, çok daha insani koşullarda yaşaması gerektiğini düşünenler ısrarla şunu tekrar ediyoruz: İktidara talip muhaliflerin bu sorunları çözmek için ortaya koydukları gerçekçi politika önerileri nelerdir ve hâlihazırda 20 yıllık iktidar sahiplerinin derinleştirdikleri krizin pençesinde büyük mağduriyetler yaşayan vatandaşlara yönelik geliştirdikleri çözüm siyaseti nedir?
Ya da şöyle soralım, gerçekçi bir çözüm geliştirme niyeti var mıdır?
Yoksa misal "HDP ile aynı masada oturmayız" sözleri eşliğinde seçim kazanma hayalleriyle önümüzdeki yıllar da harcanacak mıdır?
Tuğçe Tatari kimdir? Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu. Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk'te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı. Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF'nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına “mesafeli” durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. “Eski ana akım medyada yasaklı” konumuna gelen ve izleyen dönemde T24'te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari'nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen “yasaklı yayınlar” arasında bulunan “Anneanne Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim” adlı bir kitabı bulunuyor. |