İstikrarlı bir okur takmış kafaya "Bu kadın hiç olumlu, geleceğe dair umut besleten yazı yazıyor mu" diye…
Geçmişe dönük bir çalışma yapmış, bana da göndermiş bu çalışmasını.
Haklı; felaket tellallığı yapıyorum yıllardır.
Bugünkü yazımı 'umudu arayan okur'a ithaf etmek istiyorum izninizle…
Evet efendim sayenizde ben de döndüm baktım şöyle bir geçmiş yazılara, içinizi karartmışım üstelik haksız çıkmışım demek isterdim ama durum ortada.
Fakat haklı eleştiriniz de içime oturmadı değil.
O yüzden bugünkü yazımı olumlu bir bakış açısıyla yazmak niyetiyle oturdum klavyenin başına.
İnanın!
Bunun için çabalayacağız bugün.
Evet evet siz ve ben, beraber.
Bunun için ben size rutinimi açacağım, özel notlarımı paylaşacağım ve adım adım beraber yürüyeceğiz yazının içinde.
Siz de benimle eş zamanlı arayacaksınız umudu.
Efendim benim haftalık gündem notlarımı aldığım bir defterim var. Daha doğrusu eskiden defterdi, şimdi akıllı telefonun not defterini kullanıyorum.
Sürekli not alıyorum.
Tüm hafta boyunca.
Yazı günümden önce açıp bakıyorum neler takılmış benim gündemime diye.
Genelde de trajedi akıyor notlarımdan.
Herkesin gündemi tabii ki kendine, varsa öyle yüksek enerjili pozitif gündem defterleriniz bana da gönderin sevap için, hiç değilse okur açılırız.
Neyse sözü uzattım yine...
Şimdi sırasıyla kendime aldığım notlarımı yazmaya başlıyorum, söz umudu gördüğüm yerde duracağım.
Amerika büyük bir mafya hesaplaşması gibi, Irak'ta gizli servis operasyonuyla İran için önemli olan siyasi/askeri bir figürü öldürdü. Adamın geçmişi de ortada. Yani "O da katil değil mi" dersen şahsi bakışıma göre tabii o da katil, ama kendi ülkesinde kabul gören bir savaşçı! Sonuçta adamın katil olup olmaması ABD'nin suikastla adam öldürdüğü gerçeğini değiştirir mi? Trump cinayete gerekçe olarak "Ben öldürmesem o bizi vuracaktı" açıklaması getirdi. Şimdi siyasetten, demokrasiden, Ortadoğu gerçekliğinden filan mı söz edeceğiz? İyi o halde, ben de kalkıp yan komşumu vurayım, geçen mahallede konuşurken duydum beni öldürmeyi planlıyordu, o beni öldürmeden ben onu öldürdüm, hem o berbat geçmişine bakmak yerine beni yargılamayacaksınız herhalde, diyeyim! Tüm komşular da az mırıldansın, hoşnutsuzluk mırıltıları… Sonra kaldığımız yerden, hiçbir şey olmamış gibi devam edelim… Bu notu hemen geçiyoruz, umut bulunamadı.
Sağlık Bakan Yardımcısı Emine Alp Meşe 'hastanelerde yetersiz yatak' eleştirisine "Hastalar uzun süre kalıyor ve hatta hayat beklentisi olmayanlar bile destekle çok uzun süre yaşıyor" demiş. İktidarda olanların hizmet verememe 'suçlusu' her gün biraz daha genişleyerek yayılıyor. Baksanıza devletin hastanesi yetersizliğini bir türlü ölmeyen vatandaşla açıklanıyor. Haklılar kardeşim, ölün siz de! Neden adamların işini zorlaştırıyorsunuz? Bu notu da geçiyorum değil mi? Hani umutsuzlukla eğlenmek isteniyorsa biraz daha kalınabilir bu not üzerinde diye soruyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi FETÖ'nün siyasi ayağının araştırılması için TBMM'de bir araştırma komisyonu kurulmasını önermiş. AK Parti de reddetmiş. Şaka gibi ama değil. Cemaatçi olduğu iddiasıyla ispatlı-ispatsız tonla insanın hayatına kıydılar. Esas siyasetin ve siyasetçilerin eseri olan bu yaranın hesabı; bu cemaatle inanç vesilesiyle, maddi imkânsızlıklardan ve en önemlisi de siyasi otoritenin yakınlığından dolayı bir şekilde iş/aş/eğitim ilişkisi kuranlara ödetildi. Ama 'hoca efendi' mevzubahis olduğunda duygulanan ve tüm devlet içi yapılanmada önlerini açan siyasi erklere dokunulmadı. Neden? Çünkü zirveye dayanan domino etkisine razı olmak gerekecekti! Bu notu da hızla geçiyorum sevgili okur, inancını kaybetme lütfen. Mutlaka umuda ulaşacağız.
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi Murat Anıl Varol'un, 2017 yılında silahını, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mülkiye) binasına doğrultarak bir poz verdiği, bu pozu 'yılın karesi' etiketiyle sosyal medya hesaplarında yayınladığı ve aynı kişinin bir süre sonra silahını doğrulttuğu fakültenin 'ticaret hukuku' bölümüne asistan olarak atandığı ortaya çıkmış. Bilmeyenler için not edelim; Ankara Hukuk ve Siyasal Bilgiler fakülteleri, Cebeci'de, aralarında sadece bahçe bulunan yan yana iki binada bulunuyor.
Ankara SBF Dekanı Orhan Çelik "Evet kişi aynı kişidir ve okulumuzda asistandır, ama olay farklı gelişmiştir. 'Arkadaşımız ' durumu mutlaka açıklayacaktır" demiş. 'Arkadaşımız!'
Üniversitelerde, özellikle de öğretim görevlileri üzerinden neler neler yaşandı son yıllarda. Büyük bir 'hoca kıyımı' desek tabirimiz hafif kalmaz. Bir dekan da kalkıp 'arkadaşımız' filan demedi, diyemedi… Üstelik KHK ile ihraçlarda Ankara SBF rekor kırılan, en büyük hoca kıyımın yapıldığı fakülte oldu!
Daha yeni 'açlık' eylemi yapan öğrenciler polisten dayak yedi, bir kişi de kalkıp 'arkadaşımız' duygusuyla öğrencilere sahip çıkmadı. Hep diyorum biz-siz dünyaları çok büyük uçurumlarla dolu. 'Bizim' ceza hak ettiğini düşündüğümüz yerde 'onlar' arkadaş… 'Bizim' merhamet, hakkaniyet beklediğimiz yerde 'onlar'dan gelen şiddet oluyor. Tadımız iyice kaçtı, bu notu da geçiyorum.
Olay yine Ankara Hukuk'ta geçiyor. 4 yıl önce sol görüşlü öğrencilere satır ve palalarla saldırılmıştı. İşte o saldırganların yargılandığı dava bu hafta sonuçlandı. Sonuç pek tabii 'haksız tahrik' ve 'iyi hâl...' Şaşırdık mı? Hayır tabii ki. Bu notu da üzerine yorum yapmadan geçiyoruz.
Selahattin Demirtaş'ın cezaevinden yazdığı öyküleri tiyatro oyunu oldu. Sadece bir günlük özel gösterim için sahnelenen oyunun mimarı Jülide Kural'dı. Oyunu Kılıçdaroğlu, İmamoğlu ve Demirtaş'ın eşlerinin beraber izlemesi kıyameti koparttı.
Daha da komiği, geçmişte de tartışılan, daha doğrusu epey ti'ye alınan 'âkil insanlık' müessesesi bir kere daha ayaklar altına alındı. Süleyman Soylu dönemin âkil insanlarından Kadir İnanır'ı oyunu izlediği için sert bir dille eleştirdi. Adamı barış sürecinde âkil insan yap, 'âkilik önemli mertebe' de, sonra barıştan vazgeçince 'vay sen neden küsmedin' de, diyebil! Herkesi kukla sayıyorlar. Tamam tamam bu notu da geçiyoruz.
Noel günü sosyal medyaya bir video damgasını vurdu. Hasan Mezarcı biliyorsunuz bir süredir kostümlü mostümlü Mesih İsa olduğu iddiasında. O gün de bir 'doğum günü kutlaması' videosu yayınlamıştı. İzlemediyseniz hemen izleyin, bol dua edersiniz bana. Ortamdan kostüme, kuru yemişten pastaya her şeyin 'kült' olduğu videoya Ankara Başsavcılığı soruşturma açmış. (Buraya bir hayal kırıklığı efekti girmeli bence...) Yani biz yıllardır nelere katlanıyoruz, adamlar bir 'mesih'e bile gülüp geçemedi. Demek bizim yerimizde olsalar dertten tasadan ne hale gelecekler.
Evet komik ama umut barındırmıyor farkındayım.
Telefonumdaki notları sırasına dokunmadan yazdım. Daha devamı da var tabii ama yayınlamayacağım sanırım, çünkü sıradaki notla final yapmak istiyorum. Buyrun okuyalım...
Belki gündemden takip ettiniz, belki dikkatinizi çekti veya çekmedi bilmiyorum ama bugünkü yazıyı bir rahiple bitirmek istiyorum. İnsanlığa bir duruş dersi veren bu rahip ne şanslıyız ki bizim topraklarımızda yaşıyor. Mardin Nusaybin'e bağlı bir Süryani yerleşkesi olan Üçköy Mahallesi'nde yaşayan Sefer Aho Bileçen'den söz ediyorum. Evine düzenlenen baskında gözaltına alınan ve 'örgüt üyeliği'nden tutuklanan rahipten.
Kendisi Mor Yakup Manastırı'nın rahibi.
'Süryani rahip örgüt üyeliğinden tutuklandı' haberiyle dikkatimi çeken bu konunun izleyicisi oldum.
Özetleyeyim;
Rahip bir itirafçının ihbarı ile tutuklanmış, mahallede 'aslında malları gasp etmek, manastır sahipsiz kalsın da üzerine çökelim istediler' söylentileri dolaşıyor…
Rahip manastırda 'örgüt mensuplarını doyurmak'la suçlanıyor.
Kendisi sorguda bu suçlamalara net yanıt veriyor:
"Evet 2018 yılında 2 örgüt mensubu manastıra geldi ve benden yemek istedi. Tabii ki yemek verdim. Ve o dönem bu durum tespit edilmişti, konuyu soran jandarmaya da olayın tekrar yaşanmaması için siz güvenlik önlemi alın, çünkü ben inancım gereği kim kapıma gelirse yemeğimi paylaşırım, bunu hem dini hem felsefi gerekçelerle yapmak zorundayım, ihbar da edemem, demiştim. Hiçbir önlem alınmadı. 2018 yılında yaşanan bu olaydan sonra bir daha gelen giden olmadı. Rahip olduğum için yalan söyleyemem, evet yemek verdim ama bunu bir örgüte yardım etmek için değil sadece inancım doğrultusunda yaptım."
Rahip bunları söylüyor ve neden iki sene sonra gözaltına alındığına da anlam veremediğini ekliyor.
Bu beyanlara rağmen rahip tutuklanıyor.
Bu defa kendisini görmeye giden avukatlara "Sorun yok" diyor, "Ben zaten inzivada, manastırdan çıkmadan yaşayan biriyim. Bedenen cezaevinde olmanın önemi yok. Tek endişem manastırın cemaatidir."
Evvelki gün avukatlarının yaptığı itiraz sonucu tahliye edildi bu rahip ve bir gece vakti sessiz sedasız manastırına döndü.
Açıkçası ben bu olayı "vay be" diye diye takip ettim.
Doğrusunu korkmadan dile getiren bir insan görmeyeli ne çok olmuş.
Üstelik siyasi bir figür de değil.
İnanın din adamlarına güveni daha da sorunlu hale getirmiş üzerimizden geçen yıllar.
Açıkçası uzun zamandır karşılaştığım en umut vaat eden kişi oldu rahip Bileçen.
Kafaya koydum, manastırını mutlaka ziyaret edeceğim, kendisini uzaktan izleyeceğim.
Artık sadece masallarda kalan o olgunluk mertebesi, insanlık düzeyine tanıklık etmek istiyorum...