O kadar korkunç bir dönemden geçiyoruz ki, 'korkunç' demek bile yeterli olmuyor.
Çünkü 'korkunç' tanımımız da gün geçtikçe genişliyor, genişliyor, genişliyor…
Ve asla patlamıyor, çatlamıyor, yarılmıyor…
Kim derdi ki bu ülkenin tahammül hacmi aşırı geniş, ne koysan olur!
Bakınız karar duruşmasından çıkan sonuçla hepimizi şoke eden Gezi davasının üzerinden daha bir ay bile geçmedi.
Tutuklananların çoğu ya arkadaşımız, ya mücadeledaşımız, ya tanışımız… Aralarından sadece bir ikisini, kamuoyu da bizler de pek tanımıyoruz.
Mesela Hakan Altınay da 18 yıla 'gömülen'lerden.
Bu dosya öncesinde çok aşina olduğum bir isim değildi, biraz da o sebeple olsa gerek duruşmalarda tanış olduğum avukat kardeşi Deniz Altınay'la buluşup biraz sohbet etmek istedim.
Daha bürosuna doğru yoldayken 'Gezi dosyası mağduriyetleri' neredeyse eskimiş, üzerine onlarca yeni irili ufaklı mağduriyet binmişti bile.
Zaten ondan diyorum ya, meğer ne geniş hacimli bir ülkeymişiz diye!
Bakınız daha Hakan Altınay buluşmasına giderken Van'da 'örgüte yardım'dan tutuklanan 80 ve 79 yaşılarındaki Özer çiftinin haberini aldım.
Korkunç bir karar mı değil mi?
Hizbullahçı katillerin serbest bırakılması,
Canan Kaftancıoğlu kararı gibi sadece bir iki günde yaşananlar ve hepsinin dayandığı yerin 'hukuk sistemi' olması da ülkenin içine düştüğü batağın en korkutucu kısmı.
Baksanıza bir 'hukuk mağduru' yakınının kapısını çalamadan onlarca yeni mağduriyetin altında kalmışız bile.
Ondandır ki daha oturur oturmaz Deniz Altınay'a "Ya unutulursa, ya gündem dışı kalırlarsa, bu konu da tıpkı diğerleri gibi önemsenmemeye başlanırsa" diye soruvermişken buldum kendimi.
"En büyük korkum bunun gerçekleşmesi olur.
Orada unutulmaları. Orada olduklarının dahi unutulması" diye yanıtladı beni.
"Ama ben insana umudumu o kadar yitirmedim henüz. Onun olacağına inanmak da istemiyorum açıkçası" diye de ekledi.
Şu anda yoğun ziyaretçileri olduğundan bahsetti biraz.
Yoğun okumalar, yazım süreçlerine başlayanlar, yeni dil öğrenmeye karar verenler olmuş.
Çok iyi okumuş iki kardeş Altınay'lar, besbelli.
Parlak ve gelecek vaat eden bir gençlik dönemi yaşamışlar. Deniz Altınay kardeşini şu cümlelerle anlatıyor:
"Hakan her zaman benden çok daha iyi bir öğrenciydi. Üç senelik okulları bir senede bitirdi. Çok parlak biriydi.
Ama daha öğrencilik hayatında bile beyaz yakalı bir yönetici olmamaya karar vermişti. Ki çok iyi kazanacağı, çok yüksek hayat standartlarına ulaşacağı tartışmasız belliydi.
O insanların birlikte nasıl daha iyi yaşayabileceği konusunda çalışmalara kafa yordu hep.
Daha iyisi mutlaka olmalı, diye düşünür ve bifiil olması için de çalışırdı.
Şimdi tutuklusu olduğu cezaevlerinin gardiyanlarının eğitimi ve hem kendileri hem tutuklular için daha insani koşullar oluşturmak adına yaptığı çalışmalar da vardı mesela…
Ayrıca mülteciler, engelliler, Romanlar ve kadın hakları üzerine de çalışmalar yürütüyordu.
Zaten insan hakları üzerine çalışacak bir sivil toplumcu olacağı çok belliydi..."
Babaları vefat etmiş, anneleri hayatta.
"O çok dirayetli, bizlerden bile dirayetli diyebilirim. 'Biz iyi olacağız ki Hakan iyi olacak" diyor Deniz Altınay ve devam ediyor:
"Açıkçası süreci en zor hale getiren Hakan ve iki yaşındaki çocuğu Ege'nin ayrılmış olması. Ve tabii ki Hakan'ın da Ege'den ayrı kalmış olmasının yarattığı duygu.
Küçücük bir çocuğa yaşanan bu durumu anlatmak çok zor ama ona yalan da söylemiyoruz; 'Bir yanlışlık oldu ve baban bu yanlışlığı çözdükten sonra gelecek' diyoruz.
Görüşe de götürdük, orada ayrılmaları çok zor oldu, Ege'yi babasından ayırıp oradan çıkartmak da...
Tabii Ege ve Hakan üzerinden yaşadığımız duygu durumu, boğazımızda düğümlenen bu yumru her şeyi çok daha zor kılıyor bizler için.
Adaletsizliğe uğradık, haksızlığa uğradık, başımıza felaket bir olay geldi evet ama bununla baş edebiliyoruz, sağlam ve dik duruyoruz. Sadece mevzu Ege olduğunda duygularımızı kontrol etmekte epey zorlanıyoruz, sanırım Hakan için de durum aynı."
"Gezi de var mıydınız?" diye soruyorum,
"Evet tabii ki vardım, üstelik Hakan'dan daha fazla vardım" diyor ve ekliyor:
"Gaz maskem, solüsyonlarımla oradaydım.
Hakan ne oluyor orada ya, diye merakla Gezi'ye bakmaya geldiğinde beyaz keten gömlek ve pantalon vardı üzerinde. Ki bu ne beni ne de onu daha suçlu veya daha az suçlu kılmaz. Dosyada olmayan suçları Hakan'ın üzerinden alıp bir başkasına da yıkmaz. Çünkü zaten dosyada suç teşkil eden tek bir kanıt yok.
Koskoca bir dosya ve içeriği bomboş.
Kanuna aykırı şekilde üretilmiş deliller de dahil olmak üzere, şu anda tutuklu olan kimseye dair tek bir suç içeren kanıt olmayan bir dosyadan tutuklandılar. Ayrıca bu dosyaya daha önce verilmiş beraat kararından sonra da hiçbir yeni delil eklemeden aynı dosyaya en ağır cezaları verdiler. Yargılama sırasında savcı veya hâkimler sanıklara tek bir soru bile sormadı. Bütün delil toplama ve tanık dinletme taleplerimiz de reddedildi. Bir düşünün, bunca yıllık yargılama boyunca tek bir soru sormadılar diyorum."
"Duruşma günü o salondan böyle bir karar çıkması ihtimali aklınıza dahi gelmedi mi? Açıkçası benim gelmemişti, büyük bir şaşkınlık yaşadım. Siz peki, siz de mi hiç beklemiyordunuz" diye soruyorum, "Yargılamadaki usulsüzlüklerden ve tüm talepleri reddederek karara doğru hızlanmalarından kötü bir karar çıkacağını elbette tahmin ediyordum ama asla tutuklanacaklarını düşünmüyordum. Hakan da düşünmüyordu, öyle bir hazırlıkla çıkmadı evden" diyor.
"Peki ne hissettiniz kararı duyunca, tepkiniz ne oldu" sorumu, "Şoke oldum. Kala kaldım. Daha önceleri heyetin belki bir tür korkuyla bağımsız ve tarafsız davranamadığını düşünüyordum. Ama o gün kararı okuduktan sonra hâkimler oturup bizi izledi. Nasıl tepki veriyoruz, ne yaşıyoruz, izlediler. O gün anladım ki, bu sadece talimat işi değil, bu aynı zaman da salt kötülük" diye yanıtlıyor.
Peki bundan sonrası, ne olacak şimdi, diye meraklananlara, kendisi de hukukçu olan Deniz Altınay süreci şöyle özetliyor:
"Hukuk yolları tükenene kadar devam edeceğiz; İstinaf'tan AİHM'e kadar yolumuz uzun. Ben İstinaf'ta dahi bu kararın bozulacağını düşünüyorum. Çünkü bu tutukluluklar için bir gerekçeli karar yazmak imkânsız. Şahsen bir hukukçu olarak hukuk çerçevesinde kalmaya devam etmek için elimden geleni de yapacağım.
Şayet bu vahim hata hukuk içerisinde çözülmezse artık bu ülkede avukatlık yapmak dahil, benim için abes olacaktır. Ticari dosyalarda dahi yabancı yatırımcı müvekkillerimize anlatacak bir sözümüz kalmayacaktır çünkü.
Ve hiç öyle düşünmek istemesem de, sizin sorularınızla aklıma gelen 'Olabilir mi' sorusu ülkemle arama büyük bir mesafe koyacaktır.
Öfkem, kızgınlığım tarifsiz artacaktır. Şimdi bile gündelik hayatımı sürdürürken zorlanıyorum.
Ama içeride olanların dirayetinden ve metanetinden güç alıyorum.
Bu işin sonunda ne olacağı sadece benim veya tutukluların ve ailelerinin meselesi olmayacak, buradan çıkacak emsal karar tüm ülkeyi, hepimizi bağlayacak.
Bu dava ve tüm hukuk dışı siyasi kararlar hepimizin, tüm yurttaşların meselesi. Korkunun hakim olmasını istiyorlar. Ama asıl soru, neden korkacağımızla ilgili. Onların bu hukuk cinayetleri sonucunda verdikleri cezalarla aslında tüm toplumu sindirmeye çalışmasından mı korkacağız, sinerek geleceğimiz durumdan mı, hayatlarımızı küçülterek, vazgeçerek geleceğimiz halden mi? Herkes bir şekilde kendine göre bu gidişe dur diyebilir. Ama hiçbir şey yapmayarak bu hukuksuzluğa alışmak tüm toplumu çürütecektir. Esas korkmamız gereken de budur aslında.
Ne diyorlar içeride ki arkadaşlarımız, ya kin ve kibir baskın olacak ya da kardeşlik, eşitlik, özgürlük ve demokrasi kazanacak. Kimin kazanacağını hep birlikte belirleyeceğiz..."
Burada sözü Deniz Hanım'dan alarak kendim finalize etmek istiyorum yazıyı.
Geçen hafta "Kendimi ihbar ediyorum ben de Gezi'deydim, minvalinde bir imza metni yayımlandı. Altında sadece 888 kişinin imzası olan bu metni neden bu kadar az kişi imzaladı diye sorgulatmak istiyorum herkese?
Milyonların, her sınıftan, her çevreden insanın katıldığı bu metni neden sadece 888 kişi imzaladı?
Gezinin arkasında duran sadece 888 kişi mi var?
Yoksa 'muhalif bilinirler' Gezi dosyasını da himayelerine alıp sadece kendi eş-dostlarının, kendi onayladıkları kişilerin, kendi 'seçkin'lerinin mi imzalamasını uygun buldular?
Sağa dön sola dön aynı 888 kişi!
Denilebilir ki, Gezi için tutuklanan 8 kişiye gönderme yapmak üzere 888 kişi imzaladı. Öyleyse neden 8888, neden 88888, neden 888888, neden 8888888 değil?
Gezi milyonları sokağa dökmüşken "neden şimdi kimse burada değil" sorusunun cevabı, belki tam da bu sorunun cevabında yatıyor olabilir mi?