Uzun süredir muhalefetin HDP ile kurduğu ilişki biçimini bir memleket özeti olarak okuyorduk. Geri kalmışlığın, Orta Doğululuğa inip hapsolmuşluğun siyasete yansıyan bir özeti.
Seçmene yalan söyleyerek siyaset yapmayı bir strateji olarak kabul etmemizi bekleyen muhalefet, yani başta CHP ve beraberindeki masa bileşenleri HDP’yle kurduğu eşitsiz ve üstenci ilişkisini ‘normal’ kabul etmemizi bekledi…
Eleştirilere, ‘böyle olmaz bu yaptığınız demokratik bir siyaset biçimi değil’ itirazlarına ‘susun, yoksa sizin yüzünüzden seçimi kaybedeceğiz’ diyerek yoluna aynen devam eden muhalif bileşenler siyasi mağduru gözlerimizin önünde bir kere daha ezmekte hiç beis görmediler.
Kim mi ülke siyasetinin mağduru, şüphesiz HDP.
Kürtlerin onlarca yıldır yaşadığı mağduriyetlere, siyasi partilerin ve aktörlerinin yaşadıkları kayıplara, öldürülmelere, haksızlıklara, adaletsizliklere, çürütülen hayatlara filan girmeyelim şimdi.
Çünkü onlara da girersek hesap iyice kabaracak, muhalefetin insanlığı adına da işin içinden çıkılamaz hâle gelecek!
Gelin biz sadece HDP düzeyinde, sadece yakın geçmişi baz alarak bakalım konuya.
Başlıca politik yüzleri hapiste olan, sıklıkla parti merkezleri silahlı saldırıya uğrayan, vekilleri şiddet gören, partinin kapatılmasıyla burun buruna olan, Hazine yardımı hak edişlerine el konan, iktidar erkleri tarafından en ağır hakaretlere uğrayan, hedef gösterilen, ‘kelle koltukta’ yaşamaya mecbur edilen, siyaset yapması imkânsızlaştırılmak istenen bir partiden söz ediyoruz.
Her dönemeçte iktidarın ‘teröristler’ ithamıyla karşılaşan, terörist olmadıkları bilinmesine rağmen muhalefetçe de yan yana gelmesi ‘risk’, hatta ‘tabanda huzursuzluk’, hatta ‘iktidarın ağzına laf vermek’ gerekçeleriyle ‘saklı gizli ittifak’a indirgenen bir parti.
Ama aynı zamanda beraber yürümek de oy deposu, zafer garantisi olarak görülen bir parti!
Araştırma şirketlerine göre yüzde 12’lik, yani Altılı Masa bileşenlerinin çoğundan daha yüksek oy oranına sahip.
Tabanı oynak olmayan, seçmeni sadık, seçmeni kararlı, seçmeni değişmeyen bir parti!
Özetle muhalefet bu partiye hep dedi ki…
“O yüzde 12’yi bana ver ama sen ortalarda olma, görünme!”
“Aramızda sözel bir güven ilişkisi olsun, desteğini bana ver, beni seçtir, sonra ben seni göreceğim, merak etme…”
Oysa gözden kaçırdıkları çok önemli bir ayrıntı vardı. Bu sözler Kürt siyasetçilere çok uzun yıllardır verildi ve tutulmadı.
Kürt partileri hep ‘kapalı kapılar ardında’ verilen sözlere güvendi ve sonu hep hazin oldu!
En son barış süreci -ki çoğu gözlerimizin önünde, tutanaklara geçerek yaşanmış olmasına rağmen- ve ardından yaşananlar, iktidarın bizzat yüz yüze söz verdiği siyasetçileri dahi bir bir hapse atmış olması bile yeterli ispat bence!
Yani bu sözel güveni bir ahlaki akit olarak kabul etmesi beklenen parti de tabanı da ülkenin bu manada en fazla suistimal edilmiş ve hakları gasp edilmişleri…
Muhalif partilerin HDP’ye karşı bu tavrını kabul etmeyenlere de alttan alta, kulislerde ‘gönüller bir, siyaset bir strateji işidir’ mesajı verildi.
Bu da ilk defa yaşanmıyordu.
Onlarca yıldır kapalı kapılar ardında yürüyen siyasi görüşmeler kulislerde aynı bu şekilde dillendirildi, sözüm ona ‘güven’ aynı bu strateji izlenerek sağlandı.
Ve tamamı hazin bir sonla bitti.
O günün Kürt partisi inandığıyla, güvendiğiyle kaldı, seçimi kazanan yine ezdi geçti!
Yani ortada yeni bir durum yok, hep aynı kasetin aynı yüzünü dinliyoruz.
AKP bu stratejinin son uygulayıcısıydı.
HDP tabanının da artık ‘söz verdiler’ lafına tahammülü yoktu.
Bunları hep söyledik, yazdık…
Ama nafile!
Memleket zaten, siyasetçilerin adına strateji dedikleri bu yalan sosuna bulanmış siyaset biçiminden yorulmuş, yılmış, bitmiş vaziyette.
Başımıza ne geldiyse söyledikleri yalanlara ‘siyaset’ adını verenlerden geldi, öyle ya gelmedi mi?
Kim inkâr edebilir bu durumu.
Eski, yılgın ve artık alıcısı olmayan bir ‘stratejiyi’ yeniden paketleyip sunmaya çalışmak ve ondan bir kazanım beklemek…
Oysa her manada dibe batmış ve debelenmekte olan bir ülkede tek beklenti siyasi nitelikte bir devrim, yenilik, cesaret, ahlak -artık içine hangi eksik siyasi normu eklemek isterseniz ekleyin- ortaya konması gereken yepyeni bir reform olmalıyken bizlerden eski bir yalana yine eyvallah dememiz istendi.
Kürtlerle beraber yürümekten dahi korkanlardan yeni ve hayal edilen bir demokrat Türkiye’yi kuracaklarına inanmamız beklendi.
Bu arada kulislerde uzundur süren pazarlıkların sonucu olan Altılı Masa’nın ‘bakanlık dağılımları’ konuşulmaya başladı.
Elbette HDP’nin herhangi bir bakanlıkta adı geçmiyordu.
Bu tarz bir siyaset yürütülürken elbette aksi de beklenemezdi!
Ama Altılı Masa’nın seçimi kazanacaklarına olan inançlarını arttıran o yüzde 12’yi de fazlasıyla benimsemiş, cepte saymış oldukları anlaşılıyordu…
Bu ilkel ve ilkesiz siyaset anlayışıyla ‘kurtuluş seçimi’ne giden muhalefet 20 yıllık hezimeti 20 yıllık söylem ve aktörleriyle yenebileceğini düşüne dursun…
HDP’den en sonunda yerinde bir çıkış geldi.
“Biz kendi adayımızla seçime girme kararı aldık” dediler.
Özetle; yalanların ardına gizlenmeye, kapılar ardında sözler alıp onlara inanmaya son verdiklerini açıklamış oldular.
“Açıktan ittifak kurmayanlar kendi yoluna” dediler.
Peki ne oldu? Her zamanki gibi muhalefet, bu kararı memnuniyetle karşılayan HDP kitlesine “İktidarla anlaştılar” diye “Sizin yüzünüzden seçim yine onların olacak” diye saldırmaya başladı.
Oysa mağduru dövmek, mağdurdan faydalanmaya çalışmak, mağdura bir darbe daha vurmak hiçbirimizin görmek istemediği bir sahneydi.
Ama yine gördük!
Şaşırdık mı, kendi adıma; asla!
Açıkçası HDP’yi tüm bu imkânsızlıklar içinde başını hâlâ dik tuttuğu, kişilikli bir duruş sergilediği için tebrik etmek isterim.
Seçimlerden ve siyasetten umudunu yitirmiş bir vatandaş olarak beni yeniden umutlandırdıkları için de teşekkür etmek isterim.
Yalan siyasetiyle ülke kurtulmaz.
Korkaklıkla seçim kazanılmaz.
Altılı Masa’nın, daha seçimi kazanmadan uzlaşamadığı ‘asgari demokrasi ilkeleri’ üzerinde seçimi kazandıktan sonra uzlaşması beklenemez!
Devrimci ruh olmadan, yenilik yapacak cesaretle yola çıkmadan, ezberlenmiş- defalarca yanılınmış derin ve gizli yollardan ülke kazanılmaz.
Varsın yine kaybedilecekse de ilkeli bir şekilde kaybedilsin.
Varsın hâlâ çekilecek zulüm varsa da mücadele verilerek, efeler gibi çekilsin!
Tuğçe Tatari kimdir? Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu. Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk'te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı. Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF'nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına "mesafeli" durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. "Eski ana akım medyada yasaklı" konumuna gelen ve izleyen dönemde T24'te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari'nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen "yasaklı yayınlar" arasında bulunan "Anneanne Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim" adlı bir kitabı bulunuyor. |