Bakınız açık ve net ifade ediyorum ‘Kürt meselesi’ üzerine yazmak yüzlerce hakarete razı olmaktır.
‘Vatan hainliği’ payesini göze almaktır.
Gelmişine geçmişine sövülmesidir.
Bakınız, yaşayarak söylüyorum.
Başka konuya benzemez.
Kürt çocukları ölür, öldürülür pek ses çıkmaz.
Sen ölüyorlar, öldürülüyorlar dersin seni linç ederler.
Kürtlerin yaşadığı bölgelerde onlarca gün ormanlar yanar ses çıkmaz.
Sen Kürtlerin yaşadığı yerin ağacı ağaç değil mi kardeşler, diye sorarsın seni taşlarlar.
Kürt meselesine dair kalem oynatmak ateşe yürümektir bu topraklarda.
Mesele Kürtler olunca nedense yaşanan, yapılan değil, yaşananı, yapılanı dille getirmek, söze-yazıya dökmek tepki alır, sakıncalı bulunur.
Anlamak da imkânsızdır.
E yapılıyor zaten, sen de biliyorsun!
Yazınca neden rahatsız oluyorsun?
Misal, hafta sonunda CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Kürt sorununu HDP ile çözebiliriz” sözleri üzerine eski HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, bir tweet atmış, özetle “Kürt sorununun çözümünün yegâne muhatabı HDP değil ama bu sorunun çözümü adına bugün demokratik siyaseti var eden ve kolaylaştıran başlıca aktör HDP'dir. Ama asla unutulmaması gereken şey demokratik çözümün adresi ve asıl muhatabı İmralı'dır” demiş.
Yani silahsızlıksa söz konusu olan, bu konuda muhatabın kendileri olmadığını söylemek istediğini anlıyorum ben bu okuduklarımdan.
Yanlış bir şey mi söylemiş?
Bilmediğimiz bir itiraf mı bu?
Aksini iddia eden var mı ki?
Öncelikle şunu netleştirelim; Kılıçdaroğlu’nun aniden ‘Kürt sorunu’ kartına neden ihtiyaç duyduğunun hepimiz farkındayız değil mi?
Seçimsiz yıllar ve seçimli yıllar Türkiye siyasetinde söylem ve eylemler taban tabana zıt düşer, aman buralarda yeniyseniz sakın şaşırmayın!
Mültecisinden tutun da azınlık sorunlarına kadar tek bir mağduriyetin yanında yer alamazlar. ‘Oy kaygısı’ ndan başka kaygıları yoktur genellikle.
Şimdi aniden ‘Gelin barışı inşa edelim’ deyiveriyorlar.
Memleket siyasetini takip eden herkes de en az diğer partiler kadar CHP’nin de sadece ‘yumurta kapıya dayanınca’ Kürtleri hatırladığını çok iyi bilir.
Türkiye partilerinde Kürt meselesi mevzusunda siyasetsizlik ve samimiyetsizlik iç içe geçmiştir ve bu durumu değiştirmeye de kimsenin niyeti yoktur, desek çok da haksızlık etmiş olmayız.
Çağımız adına acı ama “Oy için her yol mübah” denen çağ dışı bir stille siyaset yapılmaktadır hâlâ.
Neyse lafı çok uzattım, gelelim esas meseleye…
Sezai Temelli’nin İmralı açıklaması yine yeni bir kıyamet kopartmış.
Herkes birbirine girmiş.
Kınamalar, hakaretler havalarda uçuşmuş.
Vay efendim demek öyleydi, işte esas yüz ortaya çıkmıştı!
İşte sonunda kendilerini ele vermişlerdi!
Temelli’nin kendisi de, bu açıklamanın ondan gelmesi de tartışılan konular arasında.
Bu açıklamayı parti yönetiminden, yetkili kurullarından rol çalmak olarak değerlendiren de var, Selahattin Demirtaş’la yaşadığı yıllara dayanan ve fazlasıyla ayyuka çıkmış rekabetin bir sonucu olarak gören de, Kürt siyaseti adına çözüm mevzusunun dönüp dolaşıp Öcalan’a biat konusunda kilitlendiğini düşünen de…
Bazılarına katılmakla birlikte Temelli’nin açıklamasını ‘silahların susması’ noktasında değerlendirdiğimizde beyanında pek bir yanlış göremiyorum.
Kişilerden, iç hesaplardan sıyrılarak bu açıklamayı değerlendirdiğimde
İmralı’nın pozisyonu konusunda şaşırtıcı bir açıklama olduğunu düşünmüyorum.
Parti içi kavgaları ve şahısları konunun dışına alırsak -ki bence burada tartışılması gereken onlar değil-
Tüm ‘oyla tehdit’lere,
Parti kapatmalara,
Partililerin tekmili birden cezaevlerine tıkılmış olmasına,
Yaşamları her an tehdit altında bulunmasına rağmen
HDP'li siyasetçiler hep aynı şeyi söylediler, “İmralı olmadan barış olmaz.”
Bunu söyledikleri için de en büyük cezalandırmalarla hep onlar baş etmek zorunda kaldı.
Yani şunu söylemek istiyorum, şahsa itirazınız olabilir ama açıklamasına kimse kalkıp da itiraz edemez.
Çünkü dönüp geçmişe bakarsak her dönemeçte, her seçim döneminde, her barış niyetinde devletin de İmralı’yı tek muhatap kabul ettiği sonucuna varırız.
Gizli bir durum yok ortada.
Yalan mı?
Hepimiz bilmiyor muyuz?
Dolmabahçe mutabakatında en büyük muhatap yine İmralı değil miydi?
Peki ya Oslo görüşmeleri?
‘Çözüm süreci’nde PKK’yı ‘silahsızlığı kabullenmeye davet etmesi için’ İmralı’dan, yani Öcalan’dan mektup istenip, bu mektup da tüm ulusal kanallarda canlı olarak yayınlanmadı mı?
İşte diyorum ya mesele Kürt meselesi olunca eylemler değil, söylemler mesele oluyor.
İmralı’da masa kurup tek muhatap kabul ettikleri Öcalan’la barış görüşmeleri yapmak devlet adına bir mesele olmuyor.
Ama bir siyasetçi ‘Demokratik çözümün asıl muhatabı İmralı’dır’ deyince hem devlet gözünde suç işlemiş oluyor hem de kıyamet kopuyor.
Açıkça dillendirilmesin isteniyor.
Peki bu tabloda kim yalancı oluyor?
Bizim siyasetten beklediğimiz ne yaparlarsa yapsınlar ama bizden saklasınlar anlayışı mıdır?
Yoksa dürüstçe kendilerini ortaya koymaları mı?
İnanın bu siyasetçilerin değil yalana dolana geçit tanımayarak değişimi zorlaması gereken oy verenlerin sorunudur.