Günlerdir bu depremin -bir kere daha- sil baştan öğrettiklerini, hatırlattıklarını yazmaya çalışıyorum. Yazmak zordur böyle zamanlarda, insan çoğu zaman fark etmez bile kendi kelimelerinden kaçtığını, saklandığını… Yazmak ete kemiğe büründürür düşünceyi. Canlandırır, oturtur karşı sandalyeye. Artık düşüncelerin oradadır, canlıdır ve senden beklentisi vardır; artık hareket etme, vaziyet alma zamanıdır! Yazmak sorumluluk almaktır aynı zamanda, bir kere aldın mı o sorumluluğu artık yaşamın da eskisi gibi olmaz. Yazdıklarınla karanlığı da besleyebilirsin aydınlığa bir pencere de açabilirsin…
Bakınız, birbirimizi lafların labirentlerinde oyalamayı artık bir kenara bırakalım derim. İlk defa bu depremle sarsılanlarımız, yani aramızda yeni olanlarımızı da kucaklayıp gerçeğimizle, oyalanmadan, hızlıca yüzleşelim istiyorum. Ne kadar hızlı yüzleşirsek o kadar hızlı ayağa kalkarız diyorum, hâlâ bir ümit!
Hükümet, devlet -artık siz adına her ne demek isterseniz- ve yaşamlarımız üzerinde ki söz hakkı yetkisini fazlaca kaptırdığımız 'siyasetçiler' için hepimiz sadece ve sadece birer sayıdan ibaretiz. Ölen, ölecek olan on binlerce insandan 5'incisi veya 80 binincisiyiz yani, onlar için sayısal veri değerinden öteye gitmiyoruz. Bunu hep gördük, maalesef hâlâ da görmekteyiz. Misal, doğal afetlere yönelik başarı saydıkları bir ölü sayısı belirlerler, o sayının altında kalabilmektir tek dertleri. Bunun içinde kayıp mısın, sakat mısın, paramparça mı, kimin umurundadır bir yerde! Ha, şanslıysan sayının yanına romantik bir hikâye yazan birileri çıkar, o romantize edilmiş ölüm hikâyen de, sonu senin kadar trajik olacak diye korkan bir başka şehrin sokaklarında hızla toz bulutu olur, dağılır ve gider.
Yaşadığın ülkenin insana verdiği değerle şekillenir yaşamının ve hatta ölümünün insani olup olmayacağı. Seni bir yaşam krizinin ortasında yapayalnız bırakıp "Allah'ın takdiri" diyebilmeleri de bundandır işte. Çünkü ülkende değerin sadece bir sayı kadardır.
Bir kaza olmuştur ve neyse ki beklenenden az insan ölmüştür -o beklenen de hep aldatmacalıdır zaten- Sen bu hikâyenin neresindesindir, kime ne? 50 bini geçmemesi istenen o ölü yığınının ha içindesindir ha dışında çok da fark etmez aslında.
Dert çıkartmadığın, ayaklanmadığın, isteklerini seslendirmediğin sürece 'kayıplarına sarılıp' oturabilmeni bile sana verdikleri lütuf olarak sunarlar. İtiraz edersen net 'vatan hainisin'dir. Birlik zamanıdır ve sen onu bozmaya çalışan bir hainsindir.
"Ne olacağım ben" diye soramazsın, kayıp çocuğunu tarikat yurtlarında arayamazsın, bir toz bulutuna hapsedilmiş, göz göre göre öldürülmüş olmayı hazmetmezsen ve çok sorgularsan altına serdikleri o uyduruk çadırdan da olabilirsin. Tehdit ederler ve bunu açıktan yaparlar. Utanmalarını sıkılmalarını gerektirecek eşiği çoktan aşmışlardır.
Alınma, gücenme olmasın ama onlara sen bu eşiği aştırmışsındır! Her fiskelerinde vermediğin tepki fiskelerin sayısını da şiddetini de arttırmıştır! Bu hep, tüm siyasi tarih boyunca böyle gitmiş ama sen hiç ders almamışsındır!
Kendileri saraylarda otururken senin sokakta buz gibi soğuğun, karın içinde -üstelik de onların verdiği çarpık kentleşme izinleri ve aflar yüzünden- yaşamını ellerine emanet ettiklerin yüzünden bu halde kalmış olmana bile isyan etme hakkın yoktur, elinden alınmıştır çünkü o hak. Sen de tıpış tıpış vermişsindir kazanılmış hakkını-haklarını! Ve sonuç ortadadır işte. 'Devlet babadır' diye yutturmaya çalıştıkları 'otoriter rejim' karşısında sen sadece bu sistemi beslemeye yarayan bir sayısındır onlar için.
Çoluğunla çocuğunla, ailenle, sevdiklerinle topyekûn bir sayı!
Kimsenin çok da umurunda olmayan bir sayı! Göçük altından çıkarken yüzüne 'biz çıkarttık' etiketi yapıştırılan bir sayı. Geceler boyu evladının ölü ya da dirisini çıkartacak birileri gelsin diye beklerken ilk bulduğun' otoriteye' yakınmaya yeltendiğinde azarlanan, neredeyse özür dileyecek hâle sokulan bir sayı.
Yaşadığın mahalle biraz daha ayrıcalıklı gibiydi halbuki değil mi, sana bunlar olmaz sanıyordun ama yanılıyordun işte. Hadi kardeşim, artık uyanma zamanı! Oy oranı ifade eden bir tarikatın hocası değilsen önceliğin hiç olmayacak! Kendini 'onlardan' sananlar bile şaşkın, nasıl böylesi bir zarar görmelerine seyirci kalındığına hâlâ inanamıyorlar! 'Takdirat işte' kardeşim!
2023 yılında tüm çaresizlikleriyle yaşattılar mı sana, bana, bize bin yıl gerisini! Uyan artık kardeşim! Hiç daha iyi olmadı, hiç daha iyiye gitmedi ki şimdiden sonra bir iyileşme başlasın! Aksine, şimdi daha da kararacak yaşam! Üstelik sırada şımarık kardeşin İstanbul var… Kendini hep 'ayrıcalıklı sanan' İstanbul…
Asla İstanbul için vaat ettikleri iyileştirmeleri yapamayacakları, çok ama çok geç kaldıkları bilinmesine rağmen, yaşanacak insan kıyımı ortadayken… İstanbul da hâlâ sessiz, hâlâ bekliyor… İyi bir şey olmasını bekliyor, herkes gibi o da bekliyor…
Düşünse de kendiliğinden iyi bir şeyler olmasını bekleyen koskoca bir ülke. Her kesim, her şehir, herkes bir mucize bekliyor, bir kurtarıcı… Oysa toplu mezarlarda önemsiz birer numaradan ibaret olduğumuzu biliyoruz artık. Daha önce yakalayamadık belki ama şu anda, artık kaçamayacağımız kadar biliyoruz!
Birer toplu mezar sayısı olarak birbirimizin yüzüne bakıyoruz ve bir türlü göremiyoruz şu karşımızda duran kurtarıcıları. Bir türlü kendimize inanamıyoruz, o sayı olma hâlinden soyutlanıp, geleceğimizi tayin etmeye koyulamıyoruz.
Oysa kardeşim; Sana yemin edebilirim ki sensin beklediğin o kurtarıcı ve benim de aynı zamanda, hepimiziz aslında, eksiksiz hepimiz! Tek ihtiyacımız bizden çaldıkları cesareti geri kazanmak. Bizi hapsettikleri vasatlıktan çıkmanın tek yolu biziz kardeşim, inan sadece biziz. Sayı olmaya, sayı gibi yaşayıp sayı olarak ölmeye itiraz etmek lazım. Yoksa ne sen ne ben ne de çocuklarımız, bu karanlıktan sıyrılacak.
İnsan gibi yaşayıp insan gibi ölmek istiyorsak el ele verip bu ülkenin sistemini yeniden kurmalıyız. İnsanlığımızı, yaşam haklarımızı geri kazanmak için ayağa kalkmalıyız kardeşim. Ve bunu hemen yapmalıyız!
Tuğçe Tatari kimdir? Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu. Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk'te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı. Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF'nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına "mesafeli" durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. "Eski ana akım medyada yasaklı" konumuna gelen ve izleyen dönemde T24'te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari'nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen "yasaklı yayınlar" arasında bulunan "Anneanne Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim" adlı bir kitabı bulunuyor. |