GülperiMelikeŞafakMuteberHaticeSedaAysunSuriyeSultanCerenSedaFatmaSultanSosinDöndüZehraAyşeZübeydeHalidiyeSerpilRabiaEbruMelisaGüledaNevinSalihaSibelFirdusAyşeNihalSevgiCarolynZeynepLishaDurduMelisaVe kimliği tespit edilememiş olanlar...
Bunlar sadece bir ay içinde öldürülen kadınların adları.
Ortak noktaları, kadın olmak ve kadın oldukları için öldürülmek.
3 Aralık'ta yayımlandı bu rapor. "Kasım ayında 39 kadın öldürülmüş" diyordu herkes birbirine. Şoktaydı, şaşkındı insanlar. Çok büyük bir sayıydı bu. Akşamına bir yenisi daha ilave oldu 'listeye'. Sayı 40 oldu.
Gencecik bir kadın daha bıçaklanarak öldürülmüştü. Ceren Özdemir, kalbini ikiye bölen bıçak darbesiyle öldüğünde henüz 20 yaşındaydı, balerindi ve tıpkı diğerleri gibi ölüm sebebi belliydi; kadın olmak!
Bu haberin ağırlığıyla uyumuştuk uyuyabildiğimiz kadar.
Sabah uyandığımızda ise Şule Çet davası görülüyordu adliyede.
İlk günden beri yürekleri dağlayan, "Kadın yolluydu" açıklamalarının havalarda uçuştuğu bir başka kadın cinayetiydi o da. Bir katil daha, mahkemede sergilediği tavırla ile 'iyi hâl'le taçlandırılmıştı yine.
Ve Rabia Naz cinayetiyle ilgili yeni haberler düşüyordu ekranlarımıza. Katillerin kendilerini saklama çabaları son hız devam ediyordu.
Aynı günün devamında bu defa TBMM'den geliyordu haber. Haberde, TBMM'de kadın personelin üniformalarının 'vücut hatlarını belli eden darlıkta' olması rahatsızlık uyandırmış ve yeni üniforma hazırlıklarına başlanmış deniyordu. Özellikle basen bölgesini belli etmemesi açısından formaların üzerine giyilen yeleklerin dize kadar uzun olacağı iddiaları yer alıyordu haberde.
Yine aynı gün aynı Meclis'ten bir haber daha geliyor: 23 kez suç duyurusunda bulunmasına rağmen hiç bir önlem alınmadığı için eski kocası tarafından öldürülen Ayşe Tuba Arslan'ın ailesi CHP Milletvekili Utku Çakırözer'in davetlisi olarak Meclis'te bir basın toplantısı düzenliyor. Acılı baba "Benim ciğerim yandı, ocağım söndü, torunlarım yetim kaldı" diye yakarıyor. Ve yaptığı konuşmada katilin uzaklaştırma kararına uymadığı için gözaltına alınıp aynı gün serbest bırakıldığını öğreniyoruz.
Sadece bir gün…
Sadece bir ay…
Sadece bir yıl…
Geride yüzlerce kadın cesedi, kadın bedenine saldırmaktan kendini geri tutamayan yaratıkların her gün artan sayısı, hak-hukuk ihlalleri, caydırıcılıktan uzak cezalar, kan donduran 'iyi hal' indirimleri, uygulanmayan uzaklaştırma kararları, kadınları potansiyel katilleriyle 'zorla uzlaştırma'…
Buna artık bir dur demek,
"Kadınız, güçlüyüz ve mücadele ediyoruz" demek, ülkeden akan oluk oluk kadın kanını protesto etmek isteyen kadınlara ise bu sefer devlet şiddeti ile karşılaşmak düşüyordu.
Kadın eylemciler yüzlerine yüzlerine biber gazı sıkarak dağıtıldılar!
Oysa bu hepimizin meselesiydi.
Yani biz öyle düşünüyorduk!
Ülkede yaşanan bu katliam, tüm ülkenin meselesidir sanıyorduk.
Meclis, kadının basenini bırakıp kadınların haklarını güvence altına alacak çözümler, cinayetlerin önünü kesecek formüller üretmeye başlar sanıyorduk.
Yine yanıldık.
Çok uzun yıllardır yanıldığımız gibi.
Tıpkı her gün öldürülen kadınların haklarını savunmak için düzenledikleri protesto yürüyüşlerine dokunmaya kimsenin yeltenmeyeceğini sandığımız gibi...
Devlet, net bir şekilde bu konunun tarafı mı yoksa değil mi anlayamadığımız gibi...
"Kadın cinayetleri politiktir. Devlet söylemleri, eylemleri ve yaşananlar karşısında takındığı tutumla bu meselede bir duruş sergiler ve hem gelecekteki olayları yüreklendirir hem de politikleştirir" dediğimizde tepki alıyoruz.
Asla böyle bir tutum olmadığı iddiasıyla karşılaşıyoruz.
Somut olaylar ve defalarca tekrarlanmış örnekler ortada olmasına rağmen yanıldığımız söyleniyor ve aynen o tutum devam ettiriliyor.
Bunun karşısında demokratik itiraz hakkın, eylem hakkın, tepki hakkın da elinden alınıyor.
Peki o halde şunu soralım: Kadından beklentiniz nedir? Sessizce ölmesi ve ölürken de vücut hatlarını belli etmeyen kıyafetler giymesi mi?