Muhalefete, daha doğrusu tüm siyasi aktörlere, kuruluşlara ve yan unsurlarına da dahil inancını yitirmiş bir toplumun seçimle, üstelik 'kurtuluş seçimi' niteliğinde yaşamsal önem taşıyan bir süreçle imtihanını izlemekteyiz ve de bir süre daha izlemeye devam edeceğiz.
Açıkçası bu söz ettiğim siyasi inanç kaybını önemsemeliyiz. Çünkü içerisinde sadece iktidarı elinde tutanların değil en ufak gücü dahi elde edenin erozyona uğradığı bir sistemden söz ediyoruz.
Muhalefette yaşanan değerler kaybı, ideolojik tutarsızlıklar ve çıkar ilişkileri ağları, yoldaşı-tabanı-seçmeni, artık adına ne derseniz deyin uğradığı hayal kırıklıklarından dolayı yorgun düşürdü.
20 senelik muhalefetin geldiği noktada irili ufaklı tüm aktörlerde manipülasyon, algı yönetimi, siyasi dizayn arzusu, algı mühendisliği bol; alternatif siyaset üretimi, çözüm arayışı ve durumun gerektirdiği yoğunlukta mesai yok denecek kadar az…
Oysa geçmişe dönüp baktığımızda sırf siyaseti dizayn etme sevdasında olduğu için dışladığımız onlarca meslektaş var… Ama şimdi neredeyse herkes bu sevdanın peşinde!
Bakıyorsunuz siyasi aktörler, düşünce insanları, aktivistler, yazarlar, gazeteciler bir bir seçimde 'gönlünün adayı'nın kim olduğunu, neden onu destekleyeceğini açıklıyor.
Açıktan açıklamayı kendine yakıştıramayanlar ise diğer olası adayların neden seçilemeyeceğini anlatarak veya 'eksileri'ni sıralayarak geriye kalan seçeneği izleyiciye, okura buldurtuyor.
Biraz detaylı baktığınızda, araştırdığınızda bu destekleme çabalarının altından genellikle bir çıkar, verilmiş karşılıklı sözler, beklentiler ve elde edilmek istenen 'şahsi yükselişler' çıkıyor…
Toplumda siyasi inanç kaybına neden olan bu tip örnekler o kadar çok ki, belki de bir yazıyı isim isim örnekleyerek sadece bu konuya ayırmak gerekir.
Bu ortamda, elbette haklı olarak muhalefeti acımasızca eleştirmekle birlikte, elde avuçta olanı yetersiz buluyor ama bir araya gelebilmiş olanları da önemsiyoruz.
Başka da çok şansımız yok aslında!
Bir araya gelenler arasında toplumdan alacağı destek bakımından en 'yüksek ölçüde şanslı' görünen 6'lı Masa gibi duruyor.
Aylarca sadece adından söz ettiren, ortaya kitleleri dalgalandıracak kapsamlı bir çalışma ve icraat sunmayan 6'lı Masa üzerine çok yorum yapıldı.
Adayını açıklamama hamlesi 'stratejik başarı' olarak değerlendirildi ki, bunun külliyen bir yanılgı olduğu, aksine masanın aday konusunda alevlenmesinin bir kıvılcıma bağlı olduğu da geçen hafta anlaşıldı!
Bir şekilde aday meselesini erteleyerek çalışmaya başladılar. Hadi bizler de son bir çabayla ümitlenelim, diyecek oluyoruz. Sonuçta dediğim gibi çok da seçeneğimiz, şansımız yok!
Bir aşamadan sonra iş gelip vatandaşın -amiyane tabirle- dillendirdiği "Pet şişe bile koysalar oy vereceğim" noktasına geliveriyor, acı ama tablo öyle!
Neyse…
6'lı Masa'ya karşı dediğim gibi son bir çabayla umut bağlayalım diyecek gibi olduğumuzda da Meral Akşener hamleleri insanı bir şüphe bulutuyla boğuyor.
Hadi bu bir 'kurtuluş seçimi' diye geçmiş meseleleri rafa kaldırdık diyelim, kurtuluş adına beraber yürünmesini makul bulduk diyelim… Peki ama sıklıkla belli bir doğrultuya işaret eden hamle ve hareketleri nasıl görmezden geleceğiz? Mesela aklımıza hemen HDP ile masaya oturmayacakları açıklamasının ardından Sedat Bucak ziyareti, hemen sonra gerçekleşen bir Mehmet Ağar ziyareti, TBMM'de diğer tüm muhalif partilerden ayrışarak Cumhurbaşkanı'nı ayakta alkışlama hamlesi geliyor…
Sonuçta Meral Akşener kapsamlı bir restorasyona tabi tutulmasını hayal ettiğimiz devletin 6'lı Masa'daki temsiliyeti gibi bir imajı çiziyor.
Ve elbette hiçbir hamlesi tesadüfi değil. Bilerek, isteyerek ve emin adımlarla yapıyor bunu. Bir şey söylemek istiyor ve okuyabilenler için de gayet net şekilde söylüyor aslında.
Peki bu verileri alt alta koyduğumuzda, aslında uzun süredir Akşener özelinde konuşulan "son anda masayı devirebilir" yorumların kendimizi nasıl uzak tutacağız?
Hadi diyelim masayı devirmedi, ortak Cumhurbaşkanı adayı ve 'milliyetçi ilkeler' konusunda da sorun çıkarmadı, peki ama seçime az kala veya sandıklar açılırken bir manevra değişimi yapması ihtimalini -tüm sergilediği davranışları da göz önünde bulundurursak- nasıl görmezden geleceğiz.
Tam da 6'lı Masa çalışmaya başlıyor, yol haritalarını ve vaat ettikleri 'yeni siyaseti' daha görünür kılıp, detaylıca anlatmaya başlayacaklar derken bu "ya masa devrilirse" algısı kime yarar?
Bu algı neden sık sık su yüzüne çıkıyor?
Neden seçmene "bu masayı devirirse bir Meral Akşener devirir" düşüncesi pompalanıyor?
Tüm bu varsayımlara bir tane daha ekleyelim…
Meral Akşener'in, 6'lı Masa'nın seçimde galibiyet kazanmasıyla "masanın devlet ayağı" olacağı iddiasında olduğunu inkâr etmek güç
Peki ama bizler 'yeni koalisyonun' aynı devlet anlayışı ve figürleriyle yürümesine razı mıyız?
Mehmet Ağarlar, Sedat Bucaklar'ın aktörlüğünde bir 'derin devlete' sıcak mı bakıyoruz?
Yani "yönetimde tek sorun Tayyip Erdoğan tarzı, onun değişmesinden sonra her şey olduğu gibi devam etse de olur" mu diyoruz?
En başta da dediğim gibi, siyasi inanç kaybı yaşanan bir ülkede yaşamsal önem taşıyan bir seçime doğru gidiyoruz.
Toplumun 20 yıl boyunca suistimal edilmiş siyasi inançları, beklentileri, değerleri ve algısı üzerinden 'umut vaat etme' çabasının arasına sıkışan tüm bu 'acaba'ların neden yaratıldığını sorgulamadan yürümek mümkün olabilir mi?
Devleti ve Türkiye toplumunu çok iyi tanıdığı iddiasında olan adayların tek bir açıklamasını veya hamlesini tesadüfi veya amaçsız kabul edebilir miyiz?
Peki hâl böyleyken 6'lı Masa'nın çalışmalarına mı yoksa Meral Akşener'in hamlelerine, doldurmak istediği alana, vaat ettiği geleceğe mi odaklanacağız?
Bu soruların cevabını verebilen bir cesur yürek varsa önden buyursun lütfen…
Tuğçe Tatari kimdir? Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu. Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk'te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı. Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF'nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına “mesafeli” durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. “Eski ana akım medyada yasaklı” konumuna gelen ve izleyen dönemde T24'te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari'nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen “yasaklı yayınlar” arasında bulunan “Anneanne Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim” adlı bir kitabı bulunuyor. |