Meslektaşım Barış Pehlivan Halk TV'de bir iddiada bulunmuş. Özetle demiş ki "Muhalif görünüp İletişim Başkanlığı'ndan maaş alan gazeteciler olduğundan şüpheleniyorum. Kırılma noktalarında kimlerin ne dediğine, kimlerin nasıl tutum aldığına bakalım."
Pehlivan'ın bu iddiası -ki bence iddia olmaktan çıkıp somutlanışı epey oldu- ses getirmiş, karşılık bulmuş. Konunun konuşulması, tartışılması gerekliliğinin önemi bazı meslektaşlar tarafından dillendirilmiş, 'hayati' denmiş!
Peki… Cesaretimiz varsa şayet, evet bence de bu konuyu artık 'gerçekten' tartışmaya açalım.
Ama iktidarın beslediği muhalifmiş gibi takılan gazetecileri değil, çünkü onlar zaten epeydir ifşa, fazlaca 'mış gibiler' ve bizler artık onları gayet iyi tanıyoruz, biliyoruz…
Ama ya 'mış gibi olmayanlar', işte esas tehlike onlar!
Onlar; ateşli muhalifler, hatta belli zamanlarda belli bedeller ödemişler, devletle ters düşmüşler, yıllardır bir duruş sahibi olan 'aşırı güvenilir' isimler …
Çoğu güvendiğimiz, sayısı parmakla sayılacak kadar az 'saygın' mecrada yazmakta, konuşmaktalar. Kimisinin özgüveni, kendi 'saygınlığı' yanına bir başka saygını -ki bu taktiği uygulayan da var- dahi almaya ihtiyaç duymayacak kadar yüksek. Gelin de cesaretli davranıp muhalefetin beslediği bu 'güvenilir muhalifleri' tartışalım!
Hatta bir şekilde beslenen bu muhaliflerin bilerek -muhalif siyasetçilerin de iktidara çalışanları olduğu şüphelerimizi hatırlatarak- veya bazen de bilmeyerek -ki bunlara 'kullanışlı aptallar' dendi- iktidarla nasıl paralel yürüdüklerini de tartışalım.
Tartışalım ki netleşelim. Netleşelim ki her seçim arifesi, her hayati dönemeçte yaşanan bu 'kafa çıkartmalar'dan en azından 'biz', en azından okur-yazar takımı etkilenmesin artık! En azından 'bizler' fark etmeden o değirmene su taşımayalım, o kişilerin müridi gibi peşlerinden koşmayalım!
"Yahu neden muhalifleri tartışalım, güç muhalefette değil ki" derseniz, cevabı basit. Bu işbirliklerin ortaya koyduğu gündem ve tartışma kirliliğinin hasarı çok daha 'yaşamsal', inanın.
Ve elbette bu 'yaşamsal sorun' şüphesiz ki dönüp dolaşıp 'iktidarın ekmeğine yağ sürmek'te kilitleniyor!
Bakınız her seçim dönemecinde, gazeteciliği bırakıp falcılığa soyunan muhaliflerimiz ne kadar 'nedensiz', ne kadar 'plansız' konuşuyorlar artık bunu düşünmeye başlamak gerekiyor biraz. Evet, artık şüphe duyma zamanı. Evet, bu dönemeçte hepimizi, herkesi 'artık ayılmaya' davet ediyorum! Bir defa düşünün, neden herkes 'oyum şuna' deme yarışına bu kadar hevesli? Neden bizleri de içine katmak istercesine kendilerini birilerinin yanında ortaya koymaktalar? İşte bu hamleleri tek tek sorgulamak lazım!
Bize ne, size ne 'gazeteci milletinin' kime oy vereceğinden veya kimi onayladığından, kime yakın durduğundan! Hadi bunu geçtim, neden diğerine oy vermeyeceğini veya toplumun da neden vermeyeceğini düşündüğünü açıklamak da neyin nesi? Halkın geneli üzerinde bir araştırma mı yaptınız, bir çalışma mı yaptınız bunu koyun ortaya, okuyalım. Bize ne sizin 'kesin gördüğünüz, kabul ettiğiniz şahsi düşüncelerinizden!' Onları sofralarda, eşinizle dostunuzla paylaşın…
Misal, biz şimdi kim Kılıçdaroğlucu, kim İmamoğlucu net biliyoruz! Neden biliyoruz bunu? Etik mi? Solculuğa, sosyalistliğe, sosyal demokratlığa, muhalifliğe veya adına her ne diyorsanız ona uyar mı?
Geriye kalan bir avuç muhaliftik, bir kısım arkadaşı da resmen bu yolda kaybettik! 'İmamcılar Kılıçdarcılarla iyi geçinemiyor', o derece ayrışıldı, o derece 'taraf olundu…'
Mesele CHP'nin iç meselesi olmaktan, siyasi partiler düzeyinde bir tartışmadan çıkıp muhalif gazetecilerin şahsi konusu haline geldi. Peki neden bu işin bu kadar içine girildi? Neden herkes kendini 'ben ne diyorsam doğrudur, beni takip edin, ben doğruyum'cu ilan etti, edebildi?
Bu kurulan siyasi ilişkiler ağının tümü saf, hepsi çıkarsız ilişkilerden mi oluştu? Bakılacaksa işte bu 'muhaliflere' bakılmalı! Tartışılacaksa bu 'ilişkiler' tartışılmalı! İncelenecekse bu 'muhalifler' incelenmeli, sorgulanacaksa onların 'beyanları' sorgulanmalı! Yoksa biz kalkıp Ahmet Hakan'ları, Veyis Ateş'leri, Abdülkadir Selvi'leri filan yeniden yeniden ifşa etmişiz, neye, kime yarar?
Yani aslında üzerine güzel mizah yazılır da memlekette işler mizahı kaldıramayacak boyutlarda. Muhalif liderler kimi yayınları, kimi şahısları finanse etmiyor mu, o finanse edilenler yayınlarının söylemlerini buna göre keskinleşmiyor mu? Hepimizin güvendiği, okuduğu 'muhalifler' bu ilişkilerden kendilerini muaf tutabilmiş mi?
Partilerin içinde önemli makam sahipleri tarafından kimi vaat yoluyla, 'gelecek bizim' diye düşünerek, kimi 'finansal kaynak' yoluyla tarafını ortaya koymuş mu, koyuyor mu?
Peki bu muhaliflerimizin bizlere verecek hesabı yok mu?
Bugün değilse ne zaman sorulacak bu hesaplar? Lütfen biraz gerçek sorular sorup gerçek yanıt arayalım artık! Bizler bu muhalif perde altına gizlenmiş 'destekçiliği' okuyamıyorsak, göremiyorsak resmen kandırılmış sayılmıyor muyuz? Yılların içinde oluşmuş güvenimiz suistimal edilmiş sayılmıyor mu?
İdeolojik olarak bunca yıl Kürdüyle, Alevisiyle, politik mağdurlarla ve aileleriyle beraberce yürünmüş yollar, "Meral Akşener'in konuşmasından heyecandım" açıklamalarıyla boşa düşmüyor mu? İşte bunları tartışmak lazım…
İşin acısı bu arkadaşlar yarattıkları tartışmalarla, en başta beslendikleri muhalif parti ve siyasetçileri de zarara uğratıyorlar. Ve o zarar hepimize yazıyor! İmamoğlu'ysa örnek mesela, sırf muhaliflerin şahsına dair kaybettikleri gazeteci-siyasetçi 'mesafesi' dolayısıyla bile inandırıcılığını yitiriyor.
Adam daha adaylık ilan etmeden-edemeden yorulmuş, kirlenmiş, eskimiş bir isim kılınıyor. Bu muhalif arkadaşlar adeta birer siyasi aktör gibi mütemadiyen lobi çalışmasındalar! Bunu da görmezlikten gelmeyelim artık, lütfen.
Selahattin Demirtaş'ı da denklemlerine katıp, onun da adını sıklıkla ve adeta 'aklayıcı faktör' gibi dillerine pelesenk ediyorlar, esas bunları tartışalım, bunları fark edelim artık! Ve bu yaptıklarının hâlâ temiz kalmış muhaliflerde büyük bir inanç kaybına neden olduğunu fark edelim!
Ne yazacağımızı, ne konuşacağımızı şaşırdık, inanın mübalağa etmiyorum! Bir bakın sağınıza solunuza, ne 'büyük analizler' havalarda uçuşuyor… Üstelik analizler daha çok birer 'yaptırım' tadında!
Yahu biz faşist kafadan, faşist kafalardan kurtulma derdindeydik, hep beraber mücadele ediyorduk da ne ara içimizden bu kadar 'muhalif faşist' çıkarttık, çıkartabildik!
Bu muhalif arkadaşların sözleri adeta 'Allah kelamı', kabul etmeyen zaten çerçeve dışı! Sonuç ise hep aynı, Büyük, kocaman, dev bir kaybedilmişlik!
Kaybedilen de ne mi… Etik, ahlak, inanç, gerçeklik algısı, temiz bilgi akışı, tarafsız gözlem, artık ne varsa insanın omurgasıyla yola devam edebilmesi için ihtiyacı olan, tekmili birden kayıp! "Vasata teslim olduk diyoruz" ya evet olduk, ama muhalifler de ve bir kısım muhalif gazeteci de oldu!
İşte, varsa cesaretiniz buyrun gelin… Esas bunu tartışalım!
Tuğçe Tatari kimdir? Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu. Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk'te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı. Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF'nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına "mesafeli" durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. "Eski ana akım medyada yasaklı" konumuna gelen ve izleyen dönemde T24'te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari'nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen "yasaklı yayınlar" arasında bulunan "Anneanne Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim" adlı bir kitabı bulunuyor. |