Başlığa çıkardığımız soruyu aslında şöyle de çeşitlendirebiliriz: Ya Aysel Tuğluk Kürt, Alevi ve dirençli bir kadın olmasaydı ne olurdu?
Burada dirençliye vurgu yapıyorum çünkü hâlihazırda yürütülen düşmanlığın oluşmasında önemli bir mihenk taşı da 'kadının duruşu' meselesi.
Doğrusundan her ne olursa olsun vazgeçmeyen bir kadın.
Hafıza kaybı halinde, avukatını dahi tanıyamazken bile hâlâ bir duruş sergilemeye çalışan bir kadın…
Onun durumunda özür dileyen, boyun eğen olmamak da en az Kürtlük ve Alevilik kadar belirleyici.Direnç gösterene zaten tahammül yok. Üzerine Kürt, üzerine Alevi, hele hele de kadın! Elbette duyulan kin ve nefret arşı buluyor, iyi biliyoruz!
Şimdi diyeceksiniz ki "Türk ve erkek olsaydı benzer bir örnek belli; Çevik Bir'in tahliyesi…"
Sağlık sorunları aynı, ikisi de demans / Alzheimer hastası.
Peki ben soruyu şöyle sorayım "Ya Çevik Bir Kürt olsaydı?.."
Cevabını da ben vereyim, -Çözüm Süreci'nin yüzü suyu hürmetine- sadece birkaç sene önce baş üzerinde ağırlanıp, fikirleri alınırdı; şimdi ise affedilemez bir vatan haini statüsünden her ne yaşarsa yaşasın sıyrılamaz, cezaevinden de çıkamazdı.
Maalesef 22 yıllık meslek hayatımda edindiğim deneyim bana şunu rahatlıkla söyletebiliyor; söz konusu bir 'siyasi suç'sa ve muhatabı Kürtse bir Türkten çok daha ağır cezalandırılıyor.
Çünkü 'niyetler', çünkü 'akıllar', çünkü 'yargılar' Kürdü bambaşka bir yerde konumlandırıyor.
Lafları eğip bükmeyi, yumuşatmayı sevmiyorum.
Gerçekleri olduğu gibi yansıtmayı önemsiyorum.
Kürtlerle 'meselemizi' de açıkça ortaya koymayı bir borç biliyorum.
O yüzden de bu konuda düşüncelerimi açıkça dile getirdikten sonra hakarete uğramayı önemsemiyorum -mutlaka bu yazıdan sonra da olacağı için önden beyan etmek istedim-.
Misal bir Kürt gazetecinin yazdığı yazının tıpatıp aynısını bir Türk gazeteci yazdığında 'ifade özgürlüğü' korumasına daha yakın oluyor, Kürdünki ise propaganda sayılıyor… Biliyoruz, yaşıyoruz…
Bir Kürdün her manada suçlanması veya cezalandırılması çok daha kolay ve ağır oluyor.
Neden? Potansiyel 'tehdit' veya potansiyel 'düşman' gibi -artık siz her nasıl adlandırmak isterseniz öyle- görülüyor da ondan…
Roboski işte, düşünün oranın bir Türk köyü olduğunu.
Özür bile dilenmedi Roboski için.
Hatta özrü bırakın, yakınları ölenler hâlâ haklarını aradıkları için tehdit ve gözaltılarla yaşama devam ediyor, ettiriliyorlar!
Kürt çocuklar panzerlerce 'yanlışlıkla' eziliyor ve neredeyse çocuklar panzerlerin altına atlamışçasına bir 'cezasızlık' inadı alabildiğine sürdürülüyor.
Bu ülkede yaşamak zor evet ama Kürtler için yaşam çok daha zor. Hele kafası çalışan, sorgulayan, siyasetle ilgilenen Kürt olmak…
Sonuçta Aysel Tuğluk sadece Kürt de değil… Üç yerden giriyor 'kara liste'ye; hem Kürt hem Alevi hem de kadın! Bu ülkede itilip kakılan, dövülen, üzerinde tepinilen ne varsa hepsi onda vücut bulmuş adeta.Kürt, Alevi, kadın olmayıp sadece 'muhalif' olduğu için hayatları, itibarları yağmalanan yüzlerce, binlerce kişi olmadı mı, olmuyor mu bu ülkede, diyebilirsiniz.Haklısınız da, ama işte "karanın da karası" var bu ülkede, onlar da Kürtler unutmayın.
Lafı daha fazla uzatmayayım, durum ortada…
Sonuçta Aysel Tuğluk hafızasını kaybetmek gibi bu hayatta başınıza gelecek büyük hastalıklardan biriyle mücadele ediyor, başkalarının yardımı olmadan yaşayamıyor, bu durumu tespit eden Adli Tıp Kurumu raporları da yazılıyor; ancak ısrarla, inatla, ibreti âlem olsun diye göstere göstere bırakılmıyor.
Kadının özel bakıma ihtiyacı olduğu, hafızasının kaybolduğu ispatlı ama nafile işte.
'Düşman hukuku' mu dersiniz, 'düşman tutukluluğu' mu bilemem, sonuç ortada.
Besbelli ki tepelerden / derinlerden 'hukukun gereğini yapıp bırakın' onayı değil 'tutun' emri geliyor, o yüzden de Aysel Tuğluk acilen kavuşması gereken bakım ortamına kavuşamıyor.
Evet tabii ki hepimiz biliyoruz bu ülkede artık işlerin nasıl yürüdüğünü…
Ve evet maalesef ki hepimiz biliyoruz 'bizi kimsenin dinlemediğini…'
Yazının, çizinin, sözün böylesine değersiz kılındığı bir Türkiye daha önce görülmedi, evet onu da biliyoruz…
Ama yapacak bir şey yok, devam etmek zorundayız.
Son nefese kadar doğruları yazmaya, konuşmaya devam edeceğiz.
Tıpkı Aysel Tuğluk'un tahliyesini talep etmeye devam edeceğimiz gibi…
Tuğçe Tatari kimdir?Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu. Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk’te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı. Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF’nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına “mesafeli” durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. “Eski ana akım medyada yasaklı” konumuna gelen ve izleyen dönemde T24’te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari’nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen “yasaklı yayınlar” arasında bulunan “Anneanne Ben Aslında Diyarbakır’da Değildim” adlı bir kitabı bulunuyor. |