Nana'nın ne kadar çok seveni ve bir o kadar da tanımayanı varmış. Geçen haftaki Nana'ya en temel itiraz Doğan Hızlan'dan geldi."Tuğrulcuğum İstanbul bıçkınlarının dilinden düşmeyen şiiri nasıl unutursun?" dedi ve ilk mısrayı söyler söylemez hatırladım:
Ertuğrul Özkök'ün Haber Global'daki Jülide Ateş programına cheap shot yapınca hak ettiğim cevabı aldım. Aslında Özkök "ne şiş yansın ne kebap" cevaplar vermemiş, "hem şiş yansın hem kebap yansın" yanıtlar vermiş. Benden radikal herkes karşısında boynum kıldan ince. Ama ondan sonra İzmir Kahramanlarlı bir işçi çocuğu olarak geldiği nokta beni kıskandırdı valla. Ne de olsa ben de 'garibanizm' yapan on yüzlerce gazeteciden biriyim. Fakat konu bu değil.
SBF BYYO'dan meslektaşım Özkök'ün "Vongole olsa yaktırmazdım" cümlesi beni çok yıllar ötesine götürdü. Karşıyaka Soğukkuyu'dan arkadaşım 14-15 yaşlarında bazen babasıyla beraber evden uzun çizmelerle erkenden çıkar bir yerlere giderdi. Bir gün sordum "Nereye?" diye. İnciraltı ve yakın sahillerinde çizmeleri çekip kum midyesi toplarlarmış. "Bana da getirsene" dediğimde "Yok lan biz yemiyoruz İtalya'ya, Fransa'ya filan gönderiyorlarmış. Çok pahalı. Zaten sevmezsin çok küçük" dedi.
İşte Özkök'ün yanmasına izin vermeyeceği vongole, kum midyesiymiş. Ha bir de önemsiz bir ayrıntı, vongole toplayıcılarının tamamı İzmirli Kürtlermiş. Belki hâlâ öyledir. Deniz Türkali'ye rica edeceğim bir daha bizi "pasta" yemeğe çağırırsa vongoleli yapsın. O bana benzemez, mutlaka biliyordur. Bir de şarap açarız (markasını unuttum).
Temmuz 1993. Hürriyet. Hayatı istediğim kadar hafifletmeye çalışayım, her zaman Sivas acısı kazanıyor.
*Hafıza Merkezi "Dar Alanlar" diye bir seriye başladı. Birincisi LGBTİ.
* Ragıp Duran, Özgürüz Radyo'da Tarih, Coğrafya Medya diyor. Bol Fransızca şarkıyla.
Tabii ki 3. Dünya değiliz. Baştan söyleyeyim. Cem Yılmaz, çocukluğumun temiz günlerinden sonra (İsmail Dümbüllü, Halide Pişkin) beni güldürürken utandırmayan belki de tek mizah insanı. Yaptığı en az iyi iş bile belli bir düzeyin üstünde. Hiç tanımadım kendisini. Ne yalan söyleyim.
"Karakomik" filminin Netflix'te duyurulmadan gösterilmesine kızmış ve "Buranın üçüncü dünya olmadığını anlayacaksınız" deyivermiş. Netflix'im, Blu, Puhu TV'lerim yok. Belki de haklıdır kızmakta. Benim derdim başka.
Komedi olarak ŞG, AD, YE'ye mahkûm; dizilerinde öpüşmeden, yatak yüzü görmeden üreme yetenekleri olan kahramanlara, ergen mafya şeflerine, yaş ortalaması 30 olmayan yakışıklı CEO'ların fink attığı dizilere mecbur bırakılmış seyircileriz biz. Bakın tartışma programlarına ve Dominik'e girmedim bile. Bence bir daha düşünün.
Sizi bilmem ama biz izleyicilere kaçıncı sınıf, pardon dünyalı, muamelesi layık görülüyor. Bu arada "Karakomik" filmini sinema salonunda seyrettim, hiç ama hiç fena değildi. O yüzden, biraz da magazinci olarak haddimi bildiğimden barolar, ifade özgürlüğü gibi konulara hiç girmedim. 1965'te Mülkiye birinci sınıftayken Türkiye 'gelişmekte olan ülke' sınıfındaydı. 2020 oldu hâlâ dünyamız değişmedi.
* Boğaziçi Üniversitesi'nin Güney Kampüsü'ne (Aşiyan'ın yanı) ilk kez gittim. Mohan ve Nurcan'ın davetlisiydim. Heykel gibi ağaçlarla kaplı, yemyeşil cennet gibi bir yer. Benden başka İHD'den Leman Yurtsever, Eren Keskin ve YT vardı. Avukat Keskin, geçenlerde evine girilmesiyle ilgili bir hikâye anlattı: Ev darmadağınıktı. Evdeki tek değerli şey olan annemin alyansını beyaz bir kâğıdın üstünde masada bırakmışlar, göreyim diye herhalde...
Hindu, Kürdi, Türki yemekleri lop lop atıştırırken yine kötü ruhlara esir düştüm. Avukat Keskin gibi "ufacık" bir kadının benden daha akıllı ve daha büyük kalpli olması biraz sinirime dokundu. Yemek biter bitmez kalktım. Zaten Mohan ve Nurcan'ın magazin değerleri fazla değildi.
360 derecelik bakış
İyi gazeteciden iyi yazar olmaz ya da tersi. İşte Ahmet Tulgar bunun pek fazla olmayan istisnalarından. Son kitabı "Bakışın Ritmi"nde tam 50 portre var. Güler Sabancı'dan Aydın Doğan'a, Türkan Şoray'dan Ali Babacan'a, Nesrin Topkapı'dan Can Yücel'e, futbolcular ve hatta Bruce Springsteen var. Tulgar yine iğneli ve eğlenceli.