T24’teki yayın yönetmenim Doğan Akın bana “Tuğrul abiciğim sen tam bir organize kötülüksün” deyip duruyor. Olabilir ama benim iddiam doğru söyleyenin dokuz köyden kovulduğu. Şimdi aşağıdaki iki fotoğrafa bakın: İktidar lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın uçaktaki masası (Kendini saklamaya çalışan Ahmet Hakan’mış), altta ise muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun muhalif gazetecilerle (T24) kimsenin kendini saklamadığı masası.
Eskiden olsa 'muvafık masa', 'muhalif masa' denirdi. Şimdi işler iyice koptu. 'Yandaşlar masası', 'liberaller masası', 'hainler masası...' Her şey yakıştırılabiliyor.
Ama benzerlik buraya kadar. İzleyen günlerde ulusalcısından İslamcısına ve kimi sol sitelere kadar herkes T24'e saldırdı, ancak aynı zamanda da Kılıçdaroğlu'yla yapılan söyleşiyi neredeyse mot-a-mot kullandılar. İşte esas ve temel fark burada. Madem siyasilerle bir araya geliyorsun gözünü kırpmadan aklına gelen soruları sormalısın. Biat gazeteciliği ya da uçak gazeteciliğinde buna izin yok. Çünkü uçağa davet edilenler binebiliyor, ikinci bir davet için de seslerini iyice kesmek zorundalar. T24'ün masası ise haber sitesinin daveti üzerine oluşturulmuş bir masa ve benim anlayamayacağım bir şekilde Sözcü gazetesinden kimi yazarları, Oda TV ve hatta Merdan Yanardağ'ı çileden çıkardı. Halk TV'ye pek bakamadım.
Ama yine de kafama takılan çok kötü bir şey var. O masada ben niye yokum? Anarko marksist olmak suç mu? Sorular uzar gider ama tadımı kaçırmayayım.
Hayatta en korktuğum şey herhangi bir trendi kaçırmaktır. Bu ara da tiyatro pek trendy. Harbiye Kenter Tiyatrosu'nda Michael Önder'in yazdığı Çağrı Şensoy'un yönettiği FANATİK oyununu izledim. Hayatımda topu topu 3-4 kere futbol maçına gittiğim için etrafımda çılgınca kahkahalar atanlara eşlik edemedim ama hiç de sıkılmadım. Gözümün dizilerden ısırdığı üç oyuncu dikkatimi hep sahnede tuttular. Övünmek gibi olmasın ama yanımda Tilbe Saran, önümde Seçkin Selvi, arkamda Elçin Yahşi ile tiyatro izlemek ayrıca bir hoştu.
Tiyatrodan devam edelim. Öğleden sonra Cihangir Firuzağa Kahve'de arada bir oyuncu Umut Demirdelen ile buluşup tiyatro magazini alırım. Bu kez aldığım haber beni yıllarca önceye götürdü. Nevra Serezli, Ağaçlar Ayakta Ölür'ü oynuyor. Ama benim anlatacağım o değil.
60'ların ortaları, Mülkiye'de öğrenciyiz. Tabii ki en favori tiyatromuz da Ankara Sanat Tiyatrosu (AST). Bir ara kıyametler koptu. Yurtdışından gelen genç bir oyuncu (Nevra Serezli) AST'ta "Durdurun Dünyayı İnecek Var" müzikalini oynayacakmış. Heyecanla bekleyip koştura koştura gidiyoruz. Ve tabii ki Nevra Serezli'ye bayılıyoruz. Hiç unutmam, karşısındaki erkek oyuncuya bakıp bir tartışma sırasında "Ayrılmaksa maksadın..." şarkısına başlayınca salonu alkıştan yıkmıştık. O zamanlar böyle şeylere alışkın değildik.
Demirdelen'den aldığım ikinci haber, Dolunay Soysert "Güneyli Bayan" oyununu oynuyormuş. Işınlandığım geçmişte kalıyorum. Herkesin bir kere âşık olduğu Işık Yenersu'nun Güneyli Bayan'ını hatırlıyorum. Bu arada Serezli'yle hiç tanışmadım ama Yenersu arkadaşımdır. Bana ilk Lacoste parfümümü '83 yılında Işık Yenersu, Paris'ten getirmişti.
Emine Öztekin, üniversiteden sınıf arkadaşım ve sınıfın en 'inek'i. O da benim gibi bu yıl 74 yaşını kutluyor. Ve hâlâ çok iddialı. İlk fotoğraf sergisini İzmir'de açıyor. Okuldayken kitaplardan kafasını kaldırmayan Emine'nin fotoğraf sergisi açacağına rüyamda görsem inanmazdım. Demek ki bizim kuşakta hâlâ iş var.
Önce Jefferson Airplane’diler sonra Jefferson Starship oldular. En sonunda Starship’te karar kıldılar. İşte onların solisti, belki de dünyanın en güzel kadın sesinden, yani Grace Slick’ten Beyaz Tavşan. Tercihen kafanız iyiyken dinleyin.