Çok sayıda okurum ve az sayıda fanım magazin haberlerimde "Ben, ben" dememden pek şikâyetçi. Çok etkilendiğimi söyleyemeyeceğim ama son kez kendimi açıklayayım. Ben artık ana akım (hani bizde hiç kalmayan) nesnel olgulara dayanan bir habercilik yapmıyorum. Ben artık 'Gonzo journalist'im.
Yani, tabii ki yine olgu ve olaylardan yola çıkıp, canımın istediği kadar sübjektif oluyorum çünkü magazinimi kafam keyifliyken yazıyorum sadece. Özetle, her haberimin parçası olmaya çalışıyorum. 'Acımasız mizah'ımdan kendim dâhil hiçbir ünlü ve orta ünlü kurtulamıyor.
Daha fazla bilgi için Hunter Thompson okuyun. Benim gibi Cambridge Cert.'iniz yoksa, eskiden radikal olan ama şimdi liberal-muhafazâkarlığı seçen Serdar Turgut' a sorun. Yok yok Birikim'den Hürriyet'e oradan Akşam ve Habertürk'e yolculuğu, içindeki cevheri tam olarak tasfiye etmiş görünmüyor.
Tekrar konumuza dönersek. Gonzo gazeteciliğin, benim de bayıldığım, ünlü Amerikalı yazar William Faulkner'ın şu tespitinden güç aldığı söylenir: Kurgu hakikate yaklaşmakta, genellikle, olgulardan daha iyi işlev görebilir. Şimdi bunu örnekleyeyim ve Gonzo muhabbetine bir daha dönmeyeyim.
Yeniden esas konumuza dönersek. Hüseyin Cevahir'in öldürülmesinin 50. yılı gelecek sene. Onun hakkında bir şeyler yazıldı, çizildi, çekildi şimdiye dek. Ama hepsi eksik kaldı.
Şimdi yeğenleri duruma el koymuş. Mazgirtli Hüseyin Cevahir'in şanına yakışır biçimde, ön planda Dersimliler olmak üzere bir ekip kurulmuş. Yeni bir belgesel çekme uğraşındalar. Yönetmen Arin İnan Arslan ve sunucu Bülent Küçük bütün bir günümü alıp Beyoğlu Mephisto ve evimde beni bayılttılar. İyi de ettiler. Hatırladığım her şeyi anlattım. Cevahir ve döneme ait başka şeyler hatırlarsam yine anlatacağım arayıp.
Şimdi talebim dönemin Fikir Kulübü üyeleri, Öğrenci Derneği üyesi yoldaşlara ya da dostlara... 20'li yaşlarında aramızdan koparılan Hüseyin Cevahir'le ilgili beş satır, beş sayfa anekdotu olan, belgesi görseli olanlar buradaki e-mail adresime yollasınlar. Dilerlerse isimlerini kullanmayız. Bu çağrı içerde dışarda yaşayan herkese. Sadece Hüseyin Cevahir'e değil dönemimize de borcumuz bu. Bakın 'tarihe tanıklık' gibi büyük laflar etmedim. Nasıl yaşadıysak o, ne bir fazla ne bir eksik...
Yukarıda gördüğünüz Mülkiye fotoğrafından ne devlet kulları, ne devlet düşmanları çıktı anlatamam. Düşünsenize hem Mehmet Ağar, Mesut Yılmaz, Burhan Özfatura, hem de Mahir Çayan, İlber Ortaylı ve de Erdal Yavuz gibi isimlerle aynı dönemlerde okuduk. Tamam, çok karışık ama kabul edin ki aynı derecede de renkli.
İkinci fotoğraf ise 10-15 senelik. Belki şu anda en sevdiğim arkadaşın kim sorusunun cevabı. Nilay Karaelmes'la TRT Haber Merkezi'nde, 70 ortalarında başlayan dostluğumuz daha sonra Nokta ve Cumhuriyet'te de devam etti.
BBC'lerden Anadolu Ajansı'nın New York muhabirliğine kadar işin hep mutfağında oldu, bu yüzden benim gibi meşhur olamadı. Laf aramızda, bürokrat ailesi önce bale ve piyano denemiş ama olmamış. SBF BYYO'ya göndermişler. İyi de etmişler yoksa hâlâ Ankara'nın şık kafelerinde piyano tıngırdatıyor ya da flamenko yapıyor olacaktı 65 yaşında.
- Haftanın sansür gündemi Susma Platformu'nda
- Plastik faciasında suçlar sabit oldu.
-Yeniden TV’de Ayşegül Doğan’ın Eren Keskin söyleşisi
- Ragıp Duran’la Beyrut. Doğu’nun Paris’i mi?
Ellerim kırılsaydı da geçen hafta 'yandaş olmayanlar' deyip Fox Haber ve Fatih Portakal'a bulaşmasaydım. Zaten rahmetli anam Nebahat Eryılmaz bana hep "Oğlum senin gözün göz değil" derdi. Birden kıyamet koptu.
Pembe-beyaz hafif tombul ve sürekli, Cumhurbaşkanı gibi, bizlere parmak sallayan sevimli Fatih Portakal kendini toprağın kollarına atmaya karar verdi ve emekliliğini istedi. Sarı noktadan muzdarip gözlerimle tarayabildiğim kadarıyla Sözcü'den "Yazık oldu Fatih'e diyen" Rahmi Turan'ı, "Medya meydanını boş bulup yükselen bir ahkâmcı" diyen Hürriyet'ten eski İmam Hatipli, yeni Nişantaşılı neşriyat müdürünü, Habertürk'te Murat Bardakçı ve Nagehan Alçı arasına sıkışmış "Kaçtı galiba" diyen Fatih Altaylı'yı, Halk TV'de "Bir kale daha yıkıldı" diye feryat eden Ayşenur Arslan'ı (eskiden pek arkadaşımdı şimdi Nadire Mater ve Oral Çalışlar gibi hafif muarızım oldu), T24'ün işi post-modern medya darbesi diyecek kadar ileri taşıyan Yalçın Doğan'ı... Bunlara bir de muhalif gazeteci diye bir kavram olmadığını sonunda keşfeden Medyascope'tan Ruşen Çakır'ı, akademisyenler Göksel Aymaz ve Nuran Yıldız'ı da katalım. Bu isimleri siz bulup okuyun çünkü çoklar ve bu kadar ilgiyi ne Uğur Dündar ne Ali Kırca görmüştü.
Şimdi ben yeniden 'Gonzo journalism'e dönüp, kendimi habere katıyor ve "Fatih Portakal olsam nasıl bir açıklama yapardım?" denemesine giriyorum. Tüm bilgi ve imâlar okuduğum yazılardan:
"Sevgili izleyicilerim, uzunca bir süredir bültenlerime başlarken istediğim kadar şehit haberi, dış ve iç düşman haberi vereyim, yüce otoritenin benden zerre kadar haz etmediğinin farkındaydım. Türkiye'nin üçüncü büyük partisi HDP'yi elimden geldiğince yok saymaya çalıştım. Ama yine de DİSK dâhil bazı örgütlere söz vermem, hem benim hem Türkiye'nin yönetimini rahatsız etti. Sadece o mu? CHP ve İyi Parti'nin tek marifetleri AKP 'nin çizdiği gündeme cevap yetiştirmek olan sözcülerini bile mesele yaptı iktidar.
Madem bol 68 lafı ettik, bu haftanın müzik önerisi Hüseyin Cevahir ve Oktay Etiman'dan geliyor. Elvis Presley'den In The Ghetto.
Kantinde Ankara İl Radyo'sunu dinleyip aklımız sıra eşlik etmeye çalışırdık.