eflatun gece bizi yazar, size zarar, siz gidin toplayın kutsal edevat sokağım dar nefesim dar, gözlerimde neden bu sisi var kolum kırık, yenim yırtık, kol göründü siz gidin ezan buğu, soframız kırmızı, siz gidin sükut mahal, öfkem gırtlak, göğsümü zincirledim siz gidin avluma bahar gelmiş, ağacımın dalı kuru sizin gidin öfkem deli, siz gidin
Bazen bu dizelerimdeki gibi siz gidin demek isterim. İçimdeki öfke kimi zaman beni susturur, kimi zaman kendimi yeterince anlatamam kaygısıyla durmaksızın konuşturur. Gözlerde yaş mahfidir çoğu zaman. Bazen öfkenin nerede hangi organımızda dolaştığını biz bile bilemeyiz, bazen göğüs kafesimizin boşluğunda bazen damarların akışında, ama çoğu zaman gözlerdeki yaş gibi mahfidir, mesturdur, gizlidir, örtülüdür. Örtülüdür, evet örtülüdür, örtülü olduğu için de içerideki yalın çıplaklık görülmez, acının ve acıdan kaynaklı öfkenin çıplaklığı yalın ayak dolaşır durur. Benim şahsi duygularımın bir benzerini yaşadığım şehrin -ki özellikle mağdurları- "siz gidin" itirazıyla ellerinin tersiyle çoğu şeyi itme isteği içinde olduğunu tahmin etmek zor değil.
Sahile vuran dalga gibi öfkenin de gelip geri çekildiği ve sakinleşip sütliman olduğu anları da görür insan evladı. İstediğimiz şeyleri dile getirmekten hatta hayal etmekten bile sakınırız, çünkü derinlerde uyuyan güvensizliklerimiz, yaralarımız, başkalarının bizde bıraktığı onulmaz tahribatlar vardır.
Kendimizi bir anda ortasında bulduğumuz adı konmamış bir savaşın üzerinden neredeyse yedi yıl geçti, kimileri unuttu, kimileri bomba seslerini, silah seslerini bir anı gibi anlatmaya başladı bile, fakat gerçek mağdurlar o günü dünmüş hatta bugün devam ediyormuş gibi tekrar tekrar anlatma çabasında veya yas sessizliği ile izlemekte. Başkaları gibi olan biteni unutamadığı için normalleşmenin dışına itilmekte.
Bildiğiniz üzere iki gün önce Kemal Kılıçdaroğlu Diyarbakır'a bir ziyaret gerçekleştirdi. Oteldeki sivil toplumdan kadın temsilcilerin katılımıyla gerçekleşen sabah kahvaltısına ben de katıldım. Daha sonra da Tahir Elçi İnsan Hakları Vakfı'na da ayrıca bir ziyaret gerçekleştirildi. Bu hem vakfımız hem de toplumun üzerindeki tezahürü açısından elbette önemli bir ziyaretti. Diğer toplantı ve gelişmeleri ben de çoğu kişi gibi sosyal medyadan takip ettim. Anladığım kadarıyla yukarıdaki dizelerimde dile getirdiğim gibi "avluma bahar gelmiş, ağacımın dalı kuru siz gidin" kabilinden bir umutsuzluk, anlaşılmamaktan ve çoğu zaman kandırılmaktan muzdarip serzenişli hava hakim doğal olarak. Diğer yanıyla da yeni yetişen genç neslin -ki gençlik demek umut etmek demek- birtakım şeylerin değiştirilmesi yönünde haklı taleplerinin ve umutlarının olduğu da görülüyor. Bu arada on beş yıl öğretmenlik yapan biri olarak gençlere de inandığımı güvendiğimi ve kendi anne babalarının bile kime oy verdiğine bakmaksızın oy vereceklerine inandığımı da belirtmek isterim.
Toplantılarda veya sokaktaki vatandaşa uzatılan mikrofonlara itirazların dile getirilmesi kadar doğal ne olabilir? Hatta mağduriyete kimlerin sebep olunduğunun ayırımına bakılmaksızın itirazın güçlü bir sesle dillendirilmesi gerekir. Bir insanın kendi hayatına, ailesinin hayatına mal olmuş yanlış politikaların hesabını sorma hakkı vardır. Tabii insan hayatı her şeyden daha önemlidir bakış açısıyla olaylara, durumlara yaklaşma geleneğine sahipse. Biat ve her şeyi sineye çekme kültürüyle yetişmemişse.
Kemal Kılıçdaroğlu'ndan "Helalleşme" mefhumunu ilk duyduğumda ölülerin cenaze namazında gerçekleşen helalleşme ritüelini anımsatmıştı bana. Ölünün arkasından herkes " Hakkım helali hoş olsun." der ve her ne hakkı varsa haktan feragat edilir. Oysa bir hukuk devletinde yaşadığına ve asıl bu dünyada hesaplaşılması gerektiğine inanan bir mağdur "Hakkım helali hoş olsun." diyemez. En doğal hakkından feragat edip adaletin tecellisini öteleyemez.
Evet hakkın tesliminden ve hakikatle yüzleşmekten söz ediliyorsa, herkes kendi yarasının olduğu yerden sesini yükseltsin. Benim itirazım Diyarbakır'ın Sur mahallesini yerle bir eden, bin yıllardan olagelen toplumsal hafızanın kentsel dönüşüm projesiyle yok edilmesinedir. Benim itirazım savaşın içine çekilen çocuk kemiklerinin üzerinde ve sivil insanın mağduriyeti üzerinde inşa edilen inşaatların satışa sunulmasınadır. Benim itirazım dahli olanların hiçbir şekilde öz eleştiride bulunmamasınadır. Benim itirazım doğduğum mahallede farklı etnik kökenden gelen Ermeni, Süryani, Keldani komşularımızın ayak izlerinin dolaştığı sokakların bilinçli politikalarla yok edilmesinedir.
Küstürülüp gitmek zorunda kalan komşularımızın da gönlü alınacak politikalar üretilecekse bir nebze de olsa onların yüzüne bakmaya yüzümüz olur. Eğer geçmişteki hatalara itiraz edilmeyecek ve çözümler bu minvalde üretilemeyecekse, çok uzun yılların derinlerinde yatan sorunlarla hesaplaşılmayacaksa, helalleşmede daha yerinde bir ifadeyle hakikatle yüzleşmede inat edilmeyecekse geçmiş dönemdeki gibi bize sunulan seçim vaadi olarak kalacaktır maalesef.
Sur'daki enkazın Zümrüdüanka gibi küllerinden yeniden yaratılmaya imkân sağlayacak, bir yer olduğu unutulmamalıdır. Uygulanan politikaların sonucu olan nefret söylemiyle uzun yıllar öncesinden küstürülenlerle kardeşlik bağı da bu külden yaratılabilir. Bu külden yaratılmasına müsaade edilmeyecek bir şey varsa o da kendimizi ifade etmeye engel olan şedit dildir. Zümrüdüanka efsanesinin küllerinden yeniden yaratılma hikâyesinde eşitliği, adaleti, insana ve çevreye saygıyı, hoşgörüyü isteyenlerin hedeflerine varabilecekleri anlatılır aynı zamanda. Savaşın acımasız enkazının altında kemiklerimizle beraber erdemlerimizin de kaldığı unutulmamalıdır.