TÜİK'in derleyip, hesaplayıp yayımladığı verilere göre haziran ayında enflasyon, kabaca son çeyrek yüzyılın en yüksek enflasyonu. Buna, tüm gelir seviyesindeki hane halklarını silindir gibi altına alıp üzerinden geçen bir büyük gelir-refah yıkımı demek yanlış olmaz. Orta sınıfı yoksulluğa, yoksulu da daha derin bir yoksulluğa iten boyutta bir yıkım.
Kamudan bağımsız olarak fiyat hareketlerini ölçen ENAG'ın hesabına göre ise yıllık artış yüzde 177.5 olmuş. Türkiye tarihinde bu kadar yüksek bir artış kayıtlarda yok.
Asıl daha dikkat çeken bir ayrışma da İstanbul Ticaret Odası'nın İstanbul Ücretliler Geçinme Endeksi ile TÜİK TÜFE arasındaki makasın açılması. Tam 15.6 puan; TÜİK yüzde 78.6 İken İTO endeksi yüzde 94.2
Üretici fiyatları endeksi (ÜFE) ile TÜFE arasındaki kısmi fark teknik sebeplerle anlaşılabilirdi. Ancak yüzde 78.6'lık TÜFE ile yüzde 138.3'lük ÜFE arasındaki 59.7 puanlık farkı açıklamak da zor.
TÜİK'in yönetiminin sürekli iktidar tarafından değiştirilmesi, değişen yönetimin de verileri "Eurostat gölgesine" sığınarak örtülemesi sonucu, hanelerin yaşadığı enflasyonun ücret ve diğer sözleşmelerle tazminini sağlayacak göstergelerin kimine göre eksik, kimine göre hatalı, kimine göre makyajlı, kimine göre kasıtlı biçimde manipüle edilmiş biçimde yayımlandığı düşüncesi güç kazanıyor.
Bu düşünce bir vehim değil; başta yargı olmak üzere tüm kurumların içinin boşaltıldığı, siyasi direktifle muhaliflerin hapse atıldığı yerde hiçbir kurumun bağımsızca işini yapması mümkün görülmüyor.
Başta asgari ücret olmak üzere 15 milyona yakın ücretli kesimin ücret artışlarının TÜİK verilerine bağlı olarak belirlenmesi, enflasyon sorununu kitlelerin yakıcı bir sorunu haline getiriyor. Hem de iktidar tarafından kötü yönetimin sorumluluğu üstlenilmek yerine kuvvetli biçimde vatandaşa bunun sonuçlarına rıza göstermesi tembih ediliyorken.
Hükümet asgari ücreti uzun yıllar sonra ilk defa ara bir artışla, temmuz-aralık dönemi için yüzde 29.3 yükselterek 5 bin 500 TL yaptı. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin, kararın açıklanmasından sonra şu tweeti paylaştı: "Çalışanlarımızı, emekçilerimizi enflasyona ezdirmeme irademizin arkasındayız. Bugün itibariyle ek yüzde 30'luk artış yaparak asgari ücreti 5.500 TL'ye çıkardık. Böylelikle 2022 yılında asgari ücretteki kümülatif artış oranı yüzde 94.60 oldu. Hayırlı olsun."
Sanırım hesap şöyle: Yılbaşındaki yüzde 50'lik artışın üzerine, 6 ay sonra yüzde 29.3'lük artışla toplam artış yüzde 94.6 yapıyor. Hesap doğru. Oysa başlangıçta baz alınan asgari ücret, 2020 sonunda aralık ayında 2021 için ilan edilen ve o yıl boyunca geçerli olan 2 bin 825 lira 90 kuruşluk asgari ücret.
İlk bakışta, haziran için açıklanan enflasyon verisiyle birlikte enflasyon ücret artışı eşitlenmiş görünüyor. 2021 boyunca 2 bin 825 TL, 2022'nin ilk altı ayı boyunca 4 bin 253 TL, Temmuz itibariyle de 5 bin 500 TL.
TÜİK TÜFE endeksindeki 18 aylık artış yüzde 93.7, asgari ücrette 18 aylık artış da yüzde 94.6
Asıl soru şu; yılsonuna kadar karşı karşıya kalacakları fiyat artışlarını, enflasyonu asgari ücretli çalışanlar cebinden mi karşılayacak? Öyle görünüyor ki evet. Yılın geri kalanında enflasyon sıfır olsaydı başa baş denilebilirdi. Ya da enflasyon çok düşük seviyede ya da tek hanede seyrediyor olsaydı birkaç puanlık dönemsel farklar yakıcı olmayabilirdi. Ancak çok yüksek enflasyon düzeyinde, asgari ücret belirlenirken geçmiş enflasyon farkı yanında cari eğilimin de dikkate alınması gerekirdi. Yılın ikinci yarısındaki enflasyon, aylık ortalama ılımlı bir tahminle yüzde 3'ten ilerlese kalan 6 ayda kabaca yüzde 20 yapar. Bu da bugünden tüm asgari ücretlilere "siz cepten harcayın, sonra bakarız" muamelesidir.
İşte bu yüzden 3'er aylık arayla yeniden belirlenmesi şart.
Hükümet, seçime kadar 'çarkları çevirmekte zorlanmasınlar' diye olacak ki işveren kesimine siyasi bir rüşvet vermiş. İşçilerden 6 aylık 'enflasyon avansı' alarak.
Bir kez daha siyasi bir tercih yapılmış.
Hanesine yanan bir enflasyon topu düşen en düşük gelir grubundaki çalışanlar neden işverene, siyasetçilere avans versin ki? Hem de TÜİK verisi ile yapılan bir hesap üzerinden…
İşin kötü tarafı, bu 'freni boşalmış kamyon' örneği yokuş aşağı giden ekonomi yönetiminin enflasyonu daha da rayından çıkarması an meselesi. Zira, önlerine çıkan her şeyi 'köstebeğin kafasına çekiçle vurma oyunu' gibi yasaklayarak, kısıtlayarak düzeltebileceklerini sanıyor ve öyle ilerliyorlar.
Şirketler kesimine önce vergi istisnası ile 'KKM havucu' sunulup ellerinden 20 milyar dolara yakın bir döviz alındı. TL kredi kullanırlarsa döviz alamayacakları yönünde baskı kuruldu. Sonra rica telefonları ile döviz satmaları istendi. Sonra da 'kimin dövizi fazla?' listeleri yapıp sayısı 300 olan şirketlere döviz satmazlarsa yeni kredi alamayacakları ilan edildi. Üretim yapan, girdi envanteri tutan, uluslararası fiyat belirsizliklerine karşı dövizini hazır tutup yeri geldiğinde hammadde ya da ara malı satın almak isteyen şirketler ablukaya alındı. Kredi piyasası sıkıştırıldı. Kredi mekanizması yavaşladı, faizleri yükseldi.
Bu kararları alanlar, "atılan taş ile ürkütülen kuş" lafını bilmiyor olamazlar. Şirketler kesimi, 'sıra bize de gelirse?' tedirginliğine itildi. Hatta bireysel tasarrufçular da.
Son 1 yılda aylık ortalama 20 milyar dolarlık ihracat varken, şirketlere 'bunun yüzde 40'nın bana getirip satacaksın' şartı koyan, 20 milyar dolara yakın KKM girişi sağlayan Merkez Bankası'nın döviz rezervleri yılbaşına göre 12 milyar dolar geride. Havuzdaki 'delik' büyük olunca, yani faizini enflasyonun 6'da birinde tuttuğu sürece, 'havuza giren' dövizler de akıp gidiyor. Arka kapıdan satılan dövizlerin miktarı 128 milyar doları ikiye katlamış olmalı.
İçi boş inanışlara dayanan teorilerden yola çıkan, hiçbir çerçevesi olmayan politikayla, günü kurtarmaya dönük kararlar, kısıtlamalar, yasaklarla bu enflasyon düşmez. TL'den kaçış sürdükçe daha da rayından çıkar. Faturayı da yoksullar ödemeye devam eder.
Uğur Gürses kimdir?Uğur Gürses, 1985 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mülkiye) İktisat Bölümü'nden mezun oldu. Çalışma hayatına 1986 yılında T.C. Merkez Bankası'nda başlayan Gürses; döviz kuru politikası, döviz rezerv yönetimi ve açık piyasa işlemleri alanlarında çalıştı. 1994-2000 yılları arasında özel ticari bankalarda yöneticilik yaptı. 2001 krizi öncesinde bankacılığı bırakarak TV kanallarında ekonomi yorumculuğu yapmaya başladı. 1999 yılında Yeni Yüzyıl gazetesinde başladığı günlük ekonomi ve finans yazılarına, daha sonra Yeni Binyıl gazetesinde devam etti. 2001-2014 yıllarında Radikal gazetesinde, 2014-2018 arasında da Hürriyet gazetesinde yazdı.2018'den sonra kişisel blogunda (www.ugurses.net) ekonomik gelişmeleri yorumlayan Uğur Gürses, Aralık 2021’den itibaren T24’te yazmaya başladı. |