Türk lirasındaki sert serbest düşüşte her yeni gün yeni bir dip noktasına tanık olunurken, Cumhurbaşkanı Erdoğan kabine toplantısı sonrasında, faiz artışı olmayacağını yinelerken bu düşüşe karşı bir dizi yeni araç açıkladı.
Açıklandığı haliyle dolarizasyonu durduracak araçlar değil, tersine 'dolarizasyon trenine' binememiş olanlara 'fırsat' sunan, kamuya potansiyel olarak epey yük getirecek araçlar.
Erdoğan, birincisini şöyle açıkladı: "Tasarruflarını değerlendirirken kurdaki yükselişten kaynaklanan kaygılarını gidermek isteyen vatandaşlarımıza yeni bir finansal alternatif sunuyoruz. Dövizin muhtemel getirisine TL varlıklarda kalarak ulaşılabilmesini sağlayacak bu yeni araç şöyle işleyecektir; insanlarımızın bankadaki TL varlığını, mevduat kazancı kur artışından yüksekse bu getiriyi elde edecek. Ama kur getirisi mevduat kazancının üstünde kalırsa aradaki fark doğrudan vatandaşımıza ödenecek, üstelik bu kazanç stopaj vergisinden muaf tutulacak" diye açıkladı.
İlk anlatıldığı haliyle finansal kuruluşların müşterilerine sunduğu "yapılandırılmış ürün" (structured products) olarak sunduğu ürünlere benziyor. Londra bankerlerinin ürünlerini Ankara sahiplenmiş. Bir çeşit opsiyonlu mevduat; TL mevduat faizini aşan döviz kuru artışını prim olarak ödeyen.
Hala TL mevduatta durup da 'treni kaçırmış" olanlar ile dövize geçme ihtimali olanlara "siz döviz almayın, biz size dövizin getirisini TL olarak ödeyelim" formülünün hayata geçirileceği anlaşılıyor. Temel sorun da şu; bu farkı kim ödeyecek? Bu farkın Hazine tarafından ödeneceği anlaşılıyor. Yani vergilerimizden.
İsterse buna "örtülü faiz artırımı" denilsin, iktidar faizi arttırmadı ama bütçeden ödenecek faiz yükünü arttırdı. Peki ilerleyen aylarda sonuç ne olacak? Hazine kur farkı ödemek için borçlanacak, füze gibi fırlayan enflasyona paralel bir faizle hem de. Sonuçta faizi düşürerek, fezaya çıkmış faizle borçlanan bir Hazine fotoğrafı ortaya çıkacak.
Bankalardaki vadesiz TL mevduatı 480 milyar, vadeli TL mevduatı da 1.4 trilyon. Toplam 1.9 trilyon TL ediyor. Bu mevduat sahiplerine de "gel gel" yapılmış oldu. Diyelim ki sadece yüzde 20'si dövize endeksli mevduata geçti. 380 milyar ana para eder. Bunun üzerinde de yıllık yüzde 10'luk bir kur farkı olsa 38 milyar TL'nin bütçeden ödeneceği anlamına geliyor. Dövize endeksli hesaba geçenlerin oranı arttıkça bu fatura büyüyecektir.
Peki bir başka soru; iktidar yaptığı hatanın faturasını vergi mükelleflerinden alıp mevduat sahiplerine öderken, diğer yurttaşlarının haklarını yerle bir etmiyor mu? Eşitsizliği yükseltmiyor mu?
Olan şu: Elinde TL mevduatı olup dövize geçme potansiyeli olana 'devlet ikramiyesi', kur artışı sonucu geçim zorluğu çeken yoksula ise 'tevekkül' hutbesi.
Şimdi diyelim ki; kur yüzde 40 mı arttı, TL mevduat faizi de 15 mi? 25 puanlık farkı Hazine bankalara, onlar da mudiine ödeyecek.
Merkez Bankası piyasaya yüzde 14'lük faizle para vermeye devam ettikçe dolarizasyon ve buna bağlı yaratılan enstrümanın maliyeti devasa boyutlara ulaşacak. Yok eğer bankaların TL mevduat ve kredi faizi enflasyona yakın bir yere yükselecekse o zaman bu bütün akıl dışı işlere neden giriştiniz diye sorulacak.
Krizi yaratıp krizin yıkıcı sonuçlarını biraz olsun öteleyebilmek için öyle bir enkaz yaratılıyor ki hesap şu olmalı; 'seçimi kazanırsak bu bedele değer, kaybedersek de kazananın sırtına yük olsun'.
Yaratılan enkaza bir ilave de buradan gelecek. Bu konuda elimizde çarpıcı örnek var. Albayrak döneminde kendi yurttaşından döviz ve altın borçlanma yapmaya başlayan Hazine, TL borçlanma faizini düşürmek için bunu yapmıştı. Albayrak yönetiminin (Bugünkü Bakan Nebati de içindeydi) beğenmediği TL borçlanma faizi o dönemde yüzde 15'lerde idi. Bugün halihazırda vadesi dolmamış 30 milyar dolarlık altın ve döviz borcunun kur farkından dolayı maliyeti o TL borçlanma maliyetinin iki katından fazla durumda.
Peki bu icat edilen dövize endeksli TL mevduat hesabı işe yarar mı? İşe yarar kısmının ne olduğuna bağlı. Bizatihi böyle bir enstrüman yaratılması dolarizasyona körükle gidilmesi demek. Treni kaçıranlara bir 'ara istasyon' ile kompartımanda yerini alma imkânı sunuluyor.
Peki elinde döviz olanı caydırıp bu hesaba geçme cazibesi yaratır mı? Bence hayır, çalışmaz. Nedeni de şu; vatandaşın dövize geçme ya da döviz tutma sebebi TL'ye olan güveni, TL'yi basana olan güveni kaybetmesi. Şimdi mealen şu söyleniyor; bastığımız TL'ye güvenmiyorsunuz ama size 'döviz gibi' bir ürün basıyoruz onu alın. Gerçeği ile bir satın alma gücüne erişen yurttaş gerçeği varken neden endeksli kopyasını alsın?
İkinci araç da ihracatçılara sunulan yeni bir kur garantisi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bunu şöyle açıkladı: "Döviz kurundaki dalgalanma sebebiyle fiyat vermekte zorlanan ihracatçı firmalarımıza Merkez Bankası aracılığı ile ileri vadeli kur rakamı verilecek. Ortaya çıkabilecek Kur farkı TL olarak ihracatçı firmamıza ödenecek."
Dalgalı kur rejimindeyiz. Merkez Bankası'nın kur taahhüdü de hedefi de yok. Peki kur rejimi mi değişti? Katlı kur rejimi mi kuruluyor?
Bir taraftan bütçe kanalından, bir taraftan Merkez Bankası kanalından, faiz takıntısının bedeli parasallaşarak büyük bir yük halinde toplumun sırtına fatura ediliyor.
"TL'den kaçmayın diye size döviz getirisi sağlayan enstrüman sunuyoruz" diyen bir yönetim yapısı krizi çözebilir mi, yoksa derinleştirir mi?