“Nerede o eski bayramlar?” koyu kırmızı bir nostalji sözüydü. Herkes kendi çocukluğunda yaşadığı tanık olduğu, yılın kısa bir diliminde dahi olsa ailece yaşanan az ya da çok, yemeli içmeli ya da gezmeceli, bir arada yaşanan renkli günlere özlem duyuyor. Hele ki bugün artık yaşamayan sevdikleri de varsa bu fotoğrafta, kopkoyu bir nostalji burun direklerini sızlatıyor.
Ama son birkaç bayramda bir başka durum, refah seviyesindeki kayıpta; ‘refah nostaljisi’ ağır basıyor. Konut, otomobil ve beyaz eşya sahipliği, yurt içi ya da yurt dışında tatile çıkma, çocuklara iyi eğitim olanağı sağlama gibi orta sınıf için giderek borçlanma ile bile erişmenin zorlaştığı refah unsurlarına ‘nostalji’ ile bakılıyor.
Bundan 4-5 yıl önce Türkiye’de bayram tatilinin gündeminde, binlerce kişinin bayram tatilinde ‘Yunan adalarına göçü’ yer alıyordu.
2017 Eylül ayındaki gazetelerde yer alan haberlerde, “Muğla, İzmir, Balıkesir ve Aydın'dan Yunanistan’a ait Midilli, İstanköy, Sakız, Sisam ve Rodos adalarına tatile giden Türk tatilcilerin sayısının 1 milyonu aştığı yer alıyordu. Sayılar abartılı idi. Ama bir eğilimi yansıtıyordu.
Yunanistan Merkez Bankası’nın verilerine göre, Türkiye’den Yunanistan’a gelip otel ya da benzeri yerlerde geceleme yapan ziyaretçi sayısı 2010’da 80 bin civarında iken, 2013’te 200 bine, 2017’de ise 303 bine çıkmış. 2018 kriziyle düşüş olduğu, 2019’da bu sayının 271 bine gerilediği gözleniyor.
Örneğin Midilli’nin, Sakız ve Sisam adalarının da içinde bulunduğu Kuzey Ege Bölgesi’ne gelen ziyaretçi sayısı 2016’da 143 bin kişiye çıkmış. Ancak Türkiye’deki ekonomik sorunların baş göstermesiyle TL’nin değer kaybıyla, 2018 ve 2019’da yaklaşık 116 bin kişiye düşmüş. 2020’den sonra pandemiyle Türkiye yurttaşlarına giriş 2021 ortasına kadar kısıtlanmıştı. Sınır açıldıktan sonra bu yıl esamisi okunmuyor.
Yunanistan verilerine göre, Kuzey Ege adalarına giden Türklerin kalış ortalamaları 3 gece, harcadıkları para ise diğer Batılı ziyaretçilerin iki katına yakınmış
Komşu adalara ziyareti belli gelir grubu için erişilebilir kılan, iç talep dengesizliği ve görece ehven dış fiyat koşulları olduğu malum. Bunu sağlayan da TL’nin görece güçlü olmasıydı. Şimdi TL üzerinden geliri olan çoğu kesim için bu kısa seyahat çok çok pahalı hale geldi.
2022 bayramlarında ise konu yurt dışı seyahat yerine ‘yurt içi seyahat’.
2022’nin iki bayramında gündemde olan konu, metropol kentlerde yaşayanların Anadolu’daki ‘memleketlerine’ bayram ziyareti için gidip dönebilmeye maddi güçlerinin kalmaması. Gelirlerinin enflasyona erimesi karşısında bu bayramın konusu geçim zorluğu. Taşımacılık yapan şirketlerin de sorunu maliyet şoku ve belirsizlik. Bu alanda hizmet veren karayolu yolcu taşımacılığı yapan otobüs firmalarının bir bölümünün de artık dönüş bileti satışını azalttıkları ya da durdurduklarına dair haberler de malum.
Bugün İstanbul’dan Kayseri’ye ya da İzmir’e otobüs bileti yaklaşık 500 TL. Dört kişilik bir ailenin gidiş dönüş masrafı 4 bin TL tutuyor. Henüz yeni 5 bin 500 TL ilan edilen asgari ücret veya çevresinde geliri olan bir ailenin böyle bir seyahati yapması çok zor, geçimi zorlaştırıcı.
Dört yıl önce ‘ülkeyi şahlandıracağı’ iddiasıyla eşi benzeri olmayan bir başkanlık rejimi kuran egemen Ankara siyasetinin jargonu ile bakıldığında “nereden nereye” gelinmişti böyle?
Son bir yılda sosyal medyada sokak söyleşilerinde en çok tepki çeken sahneler, yurtdışından izne gelen gurbetçilerin söyledikleri oluyor. “Türkiye çok iyi, Almanya’daki pahalılığı görsen…” diye başlayan sözler, kavurucu bir enflasyon yangınında kül olan orta sınıfa, daha da derinleşen yoksulluğa tanık olanları kızdırıyor.
Parti yandaşlığı olanlar bir tarafa bırakılırsa naifçe bakan gurbetçiler için Türkiye gerçekten de ‘ucuz’ kalıyor. Zira yurt dışında orta düzey döviz kazancını Türkiye’de harcamaya kalkan turist ya da gurbetçi farksız biçimde bu satın alma güçlerine için için seviniyorlar. Bu söyleşilerde, yurt içinde düşük seviyede TL kazananlar olduğunu ve harcanabilir gelirlerin enflasyonla eridiğini görüp ifade eden gurbetçiler de yok değil.
Bu tablo, verilere de yansıyor.
TÜİK, OECD ile aynı günde fiyat seviyeleri ve satın alma gücü paritesi (PPP) verilerini haziran ayı sonlarında yayımladı.
Türkiye, OECD=100 kabul edildiğinde fiyat seviyesinin 34 olduğu hesaplanmış. Böylece OECD ülkeleri içinde en ucuz ülke çıkıyor. Oysa 2008’de 64 seviyesinde hesaplanmıştı.
OECD ortalaması 100’ün üzerinde olan ülkelerde, ki çoğu kişi başı milli gelir seviyesi olarak zengin olan bu ülkelerde kazanıp Türkiye’de harcamak çok cazip.
İşte ülkelerdeki bu genel fiyat seviyesi ve döviz kuru paritesi esas alınarak hesaplanan satın alma gücü paritesi hesabına dayanarak bolca kullanılan milli gelir karşılaştırmalarının temeli bu.
Türkiye için 2021 yılında 1 ABD doları için hesaplanan satın alma gücü paritesi 2.61 bulunuyor. Bu parite 2008’de 0.88 idi.
OECD verilerine göre; 2008’de Türkiye’nin kişi başı milli geliri 10 bin 843 dolar iken, satın alma gücü paritesine göre hesaplanan kişi başı milli gelir 16 bin 38 dolar idi. 2013 sonrasında Türkiye’nin ödemeler dengesi sorunları, kötü yönetim ile kur ve enflasyonun yükselmesi sonucu kişi başı milli gelir 2021’de 2008’deki seviyesinin altına gerileyerek 9 bin 680 dolara düştü. Küresel düzeyde enflasyon düşük seyrederken, TL’nin değer kaybı Türkiye’yi ‘ucuzlattı’. Bu da satın alma gücü paritesine göre milli geliri, 2008’deki seviyenin neredeyse iki katına yükseltti.
Satın alma gücü paritesinin büyümesi, mevcut nominal milli geliri satın alma gücü paritesine göre milli gelire çevrildiğinde çıkan değeri de büyütüyor. Böylece, az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeleri yöneten siyasetçiler, nominal milli geliri bırakıp “satın alma gücü paritesine göre milli gelirimizle üst sıralardayız” edebiyatına kaptırıyorlar kendilerini.
Bu hesabın özeti şudur; refah ülkelerinin yurttaşları, kendi ülkesinde kazandığı 1 dolarlık gelirle 1 adet satın alabildiği ürünü, sizin ülkenizde yaklaşık 3 adet alabiliyor. Buna sevinen, ‘ucuz ülkenin’ siyasetçileri ise yurttaşlarına bunu övünç duyulacak bir durum olarak sunuyor.
‘Ucuz ülkenin’ düşük gelirli yurttaşlarının sokak röportajlarında kızıp köpürdüğü, ‘Gurbetçinin PPP sendromu’ denilebilecek tablo budur.
Gelecek bayramların sağlık ve refah artışı getirmesini dilerim; iyi bayramlar.
Uğur Gürses kimdir?Uğur Gürses, 1985 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mülkiye) İktisat Bölümü'nden mezun oldu. Çalışma hayatına 1986 yılında T.C. Merkez Bankası'nda başlayan Gürses; döviz kuru politikası, döviz rezerv yönetimi ve açık piyasa işlemleri alanlarında çalıştı. 1994-2000 yılları arasında özel ticari bankalarda yöneticilik yaptı. 2001 krizi öncesinde bankacılığı bırakarak TV kanallarında ekonomi yorumculuğu yapmaya başladı. 1999 yılında Yeni Yüzyıl gazetesinde başladığı günlük ekonomi ve finans yazılarına, daha sonra Yeni Binyıl gazetesinde devam etti. 2001-2014 yıllarında Radikal gazetesinde, 2014-2018 arasında da Hürriyet gazetesinde yazdı.2018'den sonra kişisel blogunda (www.ugurses.net) ekonomik gelişmeleri yorumlayan Uğur Gürses, Aralık 2021’den itibaren T24’te yazmaya başladı. |