20 Aralık 2021 günü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Kur Korumalı Mevduat uygulamasını ilan ederken, aynı saat diliminde Merkez Bankası'nın 'arka kapısından' milyarlarca dolarlık satışla döviz kuru aşağı indirilirken, halka 'bu mekanizmanın ne kadar etkili olduğu', 'vatandaşın anında döviz sattığı' hikâyesini anlatan ekonomi yönetimi, kendi hikâyesine kendi inanıverdi. Hem de içi boş bir özgüvenle.
Arka kapıdan yapılan döviz satışına hiç ara verilmedi; 5 ayda net 35 milyar doları buldu. Brüt olarak ise çok daha fazlasının satıldığı malum; 'devri daim' makinası gibi, kazandıkları dövizi Merkez Bankası'na satmaları zorunlu kılınan ihracatçılardan akan dövizlerin ne kadar olduğunu bilmiyoruz.
Her uyduruk model çok geçemeden çöker.
Tüm bu döviz satışına karşın döviz kuru durulmuyor; TL'deki değer kaybı devam ediyor. Son 1 ayda döviz kurundaki artış yüzde 10'u geçti. Ekonomide faaliyet gösteren tüm ekonomik birimlerde bir şaşkınlık var; zira fiyatlama yapma zorlaşmış, genel olarak da fiyatlama davranışı fena halde bozulmuş durumda. Son kur artışıyla birlikte maliyetlerin artması ve yeni fiyat artışlarının gelmesi kaçınılmaz. Enflasyon-devalüasyon döngüsüne her ekonomik birim yakından tanık oluyor, beklentiler bozuluyor.
KKM gibi kendi uydurduğu efsaneye kendi inanan Ankara ise şimdiden KKM'de 6 aylık 130 milyar TL'lik maliyeti bütçeye yüklemiş durumda. O da kur daha da artmaz, burada durursa. İktidar, 1.100 TL'lik emekli ikramiyelerine enflasyon düzeltmesi için bile 25 milyar TL'lik ilave maliyeti karşılamaktan kaçınırken, faizi indirme takıntısının yarattığı hasarları örtmek için uydurulan KKM için 6 ayda beliren 130 milyar TL'lik bir faturaya rahatlıkla 'çek kesebiliyor'.
Hem enflasyonu hem de bütçe açığını patlatan yanlış politika 6 ayda çökmüş durumda.
Enflasyon 3 haneye koşarken, Merkez Bankası hâlâ faizi yüzde 14'te tutuyor. Cari enflasyonun üçte biri kadar bir oranla piyasaya pompalanan TL kredi ise son 3 ayda 557 milyar TL'yi buldu. Reel olarak bu kadar değer kaybına uğrayan, hali hazırda geleceğe doğru da reel kayıp vadeden TL tablosunda, şirketler kesimi hiç ara vermeden döviz kredisi kapatıyor. Haksız da sayılmazlar.
Ankara ise zıvanadan çıkmış bir biçimde bankacılık ve şirketler kesimini ablukaya almış durumda; TL kredi kullanıp döviz almak isteyenlere sorgu sual, dövizi olanlara telefon açarak döviz satmalarını telkin etmeler, döviz alanlara "neden aldınız" demeler almış yürümüş. Şirketlerin gözünde, koskoca Merkez Bankası'nın sıradan şirketlerin 300-500 bin dolarlık döviz satışına kalmış görüntüsü çizilmesi çok acı.
Bir merkez bankasının düşebileceği en üzüntü verici durumlara tanık oluyoruz.
Merkez Bankası'nın kendi parasının değerini ve itibarını kendi araçlarıyla korumak ve kollamak yerine, başka merkez bankalarının bastığı paraları borç alıp satarak, şirketlere ve vatandaşa 'döviz bozdurmaları' ricacısı olarak ortaya dökülmesi işleri daha da kötüleştiriyor.
Hatta öyle ki faizi düşürme takıntısıyla yaratılan genel makroekonomik çalkantının semptomlarının yine 'abluka' yöntemleri ile çözmeye kalkışılması da büyük bir çaresizlik sergiliyor. Bu ister gıda enflasyonu olsun ister konut kiralarındaki patlama olsun. Tam bir "tokmakla köstebek kafasına vurma" oyunu (whack a mole game) gibi bir tablo var. Bir gün bir sorun, ertesi gün başka bir sorun; tüm bunların ortak çıkış noktası, mevcut makroekonomik politikasızlık. Faizi düşürerek sürdürülebilir bir büyüme ve istihdam artışı sağlanacağını sanarak, bizatihi makroekonomik dengesizliği yaratan, paramızın değerini dibe çeken, enflasyonu patlatan, geçim zorluğunu olmadığı kadar yükselten, ne yaptığını ve bunun sonuçlarını bilmeyen bir ekonomi politikasızlığı.
İktidar, bu 'kafaya tokmakla vurma' oyununda olduğu gibi; elindeki 'sopayla' bu makro dengesizliğin yarattığı farklı 'köstebekler' farklı deliklerden çıktığında kafasına vurarak ortadan kaldırabileceğini sanıyor. Ya da topluma, bunlarla mücadele edildiği algısını yaratıyor. Kira artışlarında olduğu gibi; sorunu yaratan kendi ekonomi politikası iken vatandaşa sunulan ise 'gaz alıcı', bir telefonla şikâyet hattı.
Kendi vatandaşları için yakıcı olan bu tablo, uluslararası kulvarda ise 'sonunun nereye varacağı bilinen ilginç bir vaka' olarak izleniyor.
Bloomberg'in önceki günkü haberinde yer alan bir uzman görüşünde, "tüm göstergeler ekonomide daha yüksek bir faizi işaret ediyor olsa da politika sıkılaştırması politik olarak mümkün görünmüyor. Lira yine bu politika hatasının bedelini ödeyebilir". Öyle de oluyor zaten.
Tüm bu tuhaflıklar zinciri yaşanırken, ABD Merkez Bankası Fed'in faiz artırdığı toplantının tutanakları yayımladığında görüldü ki; enflasyonu yüzde 2'lerden yüzde 6'lara gelen bir merkez bankası, daha güçlü biçimde faiz artışı iradesi sergilerken, para politikasının nötr seviyeden kısıtlayıcı bir seviyeye çekilebileceği notunu kayda geçirmiş. Ne için? Kendi parasının değerini korumak için; enflasyonu kontrol altına alarak.
Hemen ertesi günü toplantısı olan bizim Merkez Bankası ise içinde bulunduğu üç haneli enflasyona koşan durumu inkâr eden bir tablo sergiliyordu. Toplantı tutanağına, "iktisadi faaliyet, işgücü piyasası ve enflasyon beklentilerinde ülkeler arasında farklılaşan görünüme bağlı olarak gelişmiş ülke merkez bankalarının para politikası adımlarında ayrışma gözlenmekle birlikte, merkez bankaları destekleyici parasal duruşlarını halen sürdürmektedir" diye yazarak hem de.
Fed'in o Açık Piyasa Komitesi toplantı tutanaklarında dikkat çeken başka bir nokta da Türkiye'den ABD'ye gitmiş Fed'de görev yapan iki iktisatçının bu toplantıda, teknik kadro içinde yer almasıydı. Burcu Duygan-Bump ve Zeynep Şenyüz'ün Fed tutanaklarında isimleri yer alıyor. Malum, Fed komite üyeleri kararları alırken 50'ye yakın ekonomist ve uzmanın teknik değerlendirmelerini alıyor, sunumlarını dinliyor ve tartışıyorlar.
Fed'de görev yapan yaklaşık 400'e yakın ekonomist içinde 17 Türk yer alıyor. Deneyimli merkez bankacılar, Fed'de ekonomist olarak işe girmenin çok seçme ve parlak ekonomistlere mahsus olduğunu not ediyor. Fed'in "en iyi ve donanımlı kimse onu işe aldığını' anlatıyorlar.
Bir bölümü daha önce Merkez Bankası'nda da görev yapmış olan Türkiyeli parlak iktisatçılar, profesyonel olarak görev aldıkları Fed'in para politikasına katkı yaparken, nihayetinde ABD dolarının değerini korumak için enflasyonu dizginleme yolunda para politikası tasarımına yön vermiş oluyorlar.
Madalyonun bu yüzünde ise kendi parasının değerini her yeni gün dibe çeken, enflasyonu patlatan, Fed'deki ekibin değer kazandırmaya çalıştığı parayı satarak kendi parasına değer kazandırabileceğini sanan, dünyanın başka hiçbir merkez bankasında iş bulamayacak bir grup politik teknokrat var. Acı bir tablo bu.
Parası küresel bir rezerv para olan merkez bankası, farklı uluslardan olup olmadığına bakmadan en seçme ekonomistleri Babil Kulesi gibi toplarken, parasının itibar açığı olan merkez bankası en vasıfsız politik kadrolara emanet ediliyor, ülkeyi yönetenler de "dış güçlere" bahane buluyor.
Kimse bu tablodan çıkışı öngöremiyor. Şimdi artan biçimde yanıtı aranan soru şu; bu absürt ve yakıcı durum daha ne kadar sürdürülebilir?
Bir noktadan dönüş olabileceğini düşünenler olsa da mevcut görünüm, kısıtlayıcı ve abluka eğiliminin devam ettirileceğini düşündürüyor. Masa altından yürütülen kısıtlayıcı duruşun, daha açık kısıtlamalara dönüşmesi daha muhtemel. Bu potansiyel, işleri daha da kötü bir döngüye sürükleyecek olsa da...