Pandemi sonrası ekonomilerdeki açılma, tüm ülkelerde hızlı bir çıkışı, talep patlamasını, sipariş yağmurunu, hammadde talebini ve fiyatlarını, mamul ya da yarı mamul ürün sevkiyatlarını, bunların taşıma maliyetlerini patlatmıştı.
Rusya’nın Ukrayna’nın bir bölümünü işgali ile birlikte şubat ayından bu yana tüm ekonomilerde bu büyüme ivmesinde bir gerileme var.
Gelişmiş ülkelerde enflasyon 30-40 yılın rekoruna ulaşınca, enflasyon birincil mücadele alanı haline gelirken, gelişen ülkelerde de hem enflasyon hem de gelişmişlerdeki parasal sıkılaşmanın rüzgarından etkileniyor.
UNCTAD gibi kuruluşların parasal sıkılaşmaya giden gelişmiş ülkelere uyarısı da bununla ilgiliydi; mealen, “böyle hızlı sıkılaştırma yapmayın, gelişen ve yoksul ülkelerin ekonomilerini durgunluk ve işsizlikle vuracaksınız” deniyordu.
Sadece bizde oluyor; Cumhurbaşkanı’nın izlediği TV kanalları ve web portalları bu uyarıyı, “faiz indirin dedi” diye aktarıyor.
Cumhurbaşkanı da partisinin geçen haftaki grup konuşmasında, “Faizleri düşürerek üretim ve istihdamı destekleme politikamızın da ne kadar isabetli olduğu gün geçtikçe daha iyi görülüyor. BM'den uluslararası kuruluşlara kadar birçok kurum, şahıs ve kuruluş bizim enflasyonla faiz arasında kurduğumuz sebep- sonuç ilişkisine hak veriyor. Yıl başından sonra dünyada da faizi indirmeye başladıklarını göreceksiniz” diyordu.
Bunun gerçeklikle ilgisi yok ne yazık ki.
ABD Merkez Bankası Fed, bu konuşmanın yapıldığı günün akşamında faizleri 0.75 puan arttırıyor, ayrıca şunun da sinyalini veriyordu; ‘faiz artış ölçeği küçülebilir ama daha uzun süre devam edebilir’. Yani tam da uluslararası kuruluşların uyarısında olduğu gibi, ‘kısa sürede hızlı ve yüksek faiz artışı’ yerine ‘yavaş ve küçük dilimli ama uzun süren’ bir faza geçebileceğini ima ediyordu.
Daha da ilginci, Beyaz Saray’dan faiz artışının hemen ertesinde gelen açıklama, “Fed bağımsız bir kuruluştur, bağımsızlığına saygılıyız. Fed’in adımları enflasyonu düşürmeye yardımcı olacaktır.”
İçeride halka, Meclis üzerinden verilen mesaj ise bu gerçeklikle uyuşmuyor.
Gelişmiş ülkeler gibi gelişen ülkeler de faiz arttırıyor. Dünyada faiz düşüren sadece üç ülke var: Rusya, Türkiye ve Çin.
Bu iki ülkeden biri savaşta ve gaz-petrol bulma sorunu yok. Diğerinin ise görece kapalı bir ekonomisi ve 3 trilyon dolarlık döviz rezervi var. Bu iki ülkenin yapısal bir enflasyon sorunu yok. Türkiye’nin ise hem enerji ithal etmeye hem de bunun için epeyce bir dövize ihtiyacı var, hem de patlamış bir enflasyonu var.
Gelişmiş ülkelerde teknisyenini ya da siyasetçisini yüzde 10’lara vuran enflasyonla paniğe sevk eden neden, hane halkını vuracak böyle bir enflasyonun nihai olarak ekonomik büyümeyi vuracak olması.
Bizde de oraya doğru geliyoruz.
S&P Global – İstanbul Sanayi Odası Türkiye PMI İmalat Endeksi’ne göre şubat ayından bu yana gerileme sürüyor. Raporda şöyle deniliyor: “Ekim ayı verileri, Türk imalat sanayi üretiminde üst üste 11’inci ay yavaşlamaya işaret etti. Öte yandan bu yavaşlama mayıs ayından bu yana en ılımlı düzeyde kaydedildi. Ankete katılan firmalar, üretimdeki ivme kaybının müşteri talebindeki kırılganlık ve fiyat baskılarından kaynaklandığını belirtti”.
‘Biz üretim ve istihdamı seçtik’ temalı açıklamalar yapan Ankara siyasileri, önümüzdeki birkaç ayda daha da belirginleşecek istihdam kayıpları ve ekonomik yavaşlama konusunda ne diyecekler merak ediyorum.
Faiz indirimlerinin birinci yılını geçtikten sonra elimizde kalacak en iyi olasılıkla yüzde 60’lık bir enflasyon ve yüzde 2-3 eğilimindeki bir büyüme olacak.
Yüzde 5’in altına düşecek bir büyüme patikasında ise “faizi düşürerek enflasyon yangınından başka ne sağladınız?” sorusu sorulacaktır.
Geçen hafta DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın daveti ile ‘Kalkınma Seferberliği Eylem Planı’nı dinlemeye gittim. Babacan, Sanayi, Girişimcilik ve Dijital Dönüşüm Politikaları Başkanı Burak Dalgın’ın hazırlanmasına liderlik ettiği planın, tek başına değil ekonomi, dijital, yargı ve hukuk, enerji alanındaki eylem planlarıyla entegre olduğunu vurguluyor.
DEVA Partisi’nin kurucusu da olan Burak Dalgın, dünyadaki üretim ve gelişim süreçlerini profesyonel yaşam deneyimi ile kavramış genç bir siyasetçi: “Doğruları sürdüreceğiz, eksikleri tamamlayacağız, yanlışları düzelteceğiz” diyor.
Dalgın, ‘Yeni Nesil Üretim Üsleri’ ile en az 10 sanayi vahası kurulacağını, tüm OSB’lerin entegre kampüs haline gelmesini hedeflediklerini anlattı. İnsan robot iş birliğinin yapay zekâ ile 4-5 sene içinde sağlanabileceğini, dünyada rekabetçi hale gelebilen 100 bin ‘süper KOBİ’ yaratılabileceğini anlattı.
Altyapı politikasıyla şehir-OSB ilişkisinin, enerji tedarikinin ve dijital erişimin sürdürülebilir ve hesaplı hale geleceğini söylüyor. Örneğin OSB’lerde kreşlerin kurulmasıyla, kadınların işgücüne katılımının kolaylaştırılması planlanıyor. Üretim merkezleri ile raylı taşıma, liman erişimi gibi lojistik bağlantıların muhakkak kurulacağını anlattı.
Devletin rolü ise “Katalizör” olarak çiziliyor; “yetkilendirilmiş tek duraktan özel sektöre hizmet veren, girişimcinin işini kolaylaştıran kamu” olarak tanımlanmış. Teşvikler de “Lokomotif” olarak: “Pazar, finansman ve kurumsal kapasiteyi entegre düşünen, yalın ve odaklı teşvik sistemi”.
DEVA Partisi bu planla 16. eylem planını çıkarmış.
Yeni siyasete atılmış Burak Dalgın’ın bu planını dinlerken, Babacan’ın 20 yıl önce yeni siyasete atıldığında “ortak akılla” yönetilecek ekonomi politikasını anlatışını anımsadım. Bu defa, tek adam rejime dönüşen parti-devlet yönetiminin hasarlarını toparlamak için kolları sıvamış durumda.
Partilerin eylem planları, program önerileri giderek gündeme giriyor. Bu tablo şu açıdan da önemli; ‘Altılı Masa’ya ortak politika seti oluşturma kapasitesi bakımından zengin bir altyapı sunuyor.
Özellikle iktidarın ‘karşı mahallesinde’ Altılı Masa’nın ekonomi programı ya da planı çıkaramadığı eleştirilerinin olduğu bir arka planda, bu masada yer alan tüm partilerin ayrı ayrı tanı koyma ve politika seti önerme, oluşturma kapasiteleri bakımından önemli bir gösterge.
Öyle görünüyor ki; örneğin farklı ad ve içerikte sosyal destek programları ‘Altılı Masa'nın’ ortak politika hedefinde tek bir öncelikle bütünleşebilecek.
İşin doğrusu, Altılı Masa’nın haziran ayında “Kurumsal Reformlar Komisyonu Raporu”nda açıkladığı maddeler, ‘vatandaşı ikna için bir ekonomi programı lazım” itirazcılarına ‘damardan sesleniyor’ aslında.
Şüphesiz bir makroekonomik politika ve sosyal destek programı ufukta görünüyor. Ama asıl siyasi platform kurum ve kuralları ile normalleşme yoluna girdiğinde, ekonomi de toparlanacaktır.
Altılı Masa’nın kurmaylarının 9 ana başlıkta 60’a yakın alt maddede bir seçim manifestosu veya mutabakatı oluşturacak biçimde çalıştıkları da biliniyor.
9 ana başlıkta şunlar yer alıyordu: Hukuk, adalet ve yargı, kamu yönetimi, şeffaflık, denetim ve yolsuzlukla mücadele, ekonomi, finans ve istihdam, sektörel ve bölgesel konular, bilim ve teknoloji, eğitim ve öğretim, sosyal politikalar, dış politika, güvenlik ve savunma.
Bu 9 ana başlığın altındaki 60 maddenin çıktısı; hedef, politika, taahhüt, proje olarak vücut bulacak. Ayrıca 6 liderin, seçim sonrasındaki geçiş süreci için belirlenen yol haritası çerçevesinde 32 maddelik bir mutabakat oluşturmaya çalışacakları anlaşılıyor.
Hem 32 maddelik geçiş süreci yol haritası, hem de 60 maddelik hedef, politika, taahhüt ve proje manifestosu “başkalarının ikna edilmesini” arzulayan mutsuz muhalifleri rahatlatacak olmalı.
Çok doğal olarak bu 60 başlığın içinde ekonomi de yer alıyor. Ne yapılacak, hangi politikayla, ne amaçlanacak, nasıl yapılacak? Bunlar açıklanacak.
Liderlerin bu 60 maddeyi yılbaşına doğru karara bağlamaları bekleniyor.
Böyle bir manifesto ile 60’lık hedef Türkiye tarihinde çoğulcu bir mutabakat açısından bir ilk olması yanında, bundan çok daha fazlası: Cumhuriyetin 2. yüzyılına girerken yapısal reform ve ‘çağ atlayıcı’ bir yeni eşik demek olacak.
Çerçevesi belli ve uzlaşılmış bir manifesto ile yol haritasının, kimin cumhurbaşkanı adayı olacağından çok daha önemli olduğu bir eşik hem de.
Uğur Gürses kimdir?Uğur Gürses, 1985 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mülkiye) İktisat Bölümü'nden mezun oldu. Çalışma hayatına 1986 yılında T.C. Merkez Bankası'nda başlayan Gürses; döviz kuru politikası, döviz rezerv yönetimi ve açık piyasa işlemleri alanlarında çalıştı. 1994-2000 yılları arasında özel ticari bankalarda yöneticilik yaptı. 2001 krizi öncesinde bankacılığı bırakarak TV kanallarında ekonomi yorumculuğu yapmaya başladı. 1999 yılında Yeni Yüzyıl gazetesinde başladığı günlük ekonomi ve finans yazılarına, daha sonra Yeni Binyıl gazetesinde devam etti. 2001-2014 yıllarında Radikal gazetesinde, 2014-2018 arasında da Hürriyet gazetesinde yazdı. 2018'den sonra kişisel blogunda (www.ugurses.net) ekonomik gelişmeleri yorumlayan Uğur Gürses, Aralık 2021’den itibaren T24’te yazmaya başladı. |