Bugünlerde en çok konuşulan, hükümetin seçim sürecinde bütçeye yükleneceği. Evet bu oldukça açık. Ama bir sorun var; tarihte görülmemiş bir negatif reel faizle bu açığın finansmanı nasıl olacak? Hazine nasıl borçlanacak?
Eylül ayı bütçe verileri 9 ayda sadece 45 milyar TL’lik bir bütçe açığı gösteriyor. Orta Vadeli Program’da tahmin edilen bütçe açığı ise 461 milyar TL idi. Yani yılın kalan 3 ayında toplam 415 milyar TL’lik bir bütçe açığı daha ilave olacak.
Bu yıl, geçen yıl olduğu gibi enerji sübvansiyonu önde geliyor. Yılın ilk 9 ayında BOTAŞ’a, bütçe transferi ve borç verme kalemlerinden toplam olarak tam 119.9 milyar TL aktarılmış. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığına göre bu tutar 300 milyar TL’yi bulacak. 2023 için öngörülen sübvansiyon ise 600 milyar TL’yi bulabilecekmiş.
Yılın kalan 3 ayında 415 milyar TL öngörülen açık muhtemelen daha yüksek olacak. Zira spot doğalgaz fiyatı zirveden gerilese de geçen yılki fiyatın hala 2-2.5 kat üzerinde. Diğer kalemlerden de ilaveler gelecektir.
2023 için açıklanan bütçe açığı tahmini ise 659.9 milyar TL. Yani bu yılki tahmin edilen açığın yüzde 43 üzerinde. Bunun da 659 milyarda kalmayacağı çok açık.
Seçim yaklaşırken, öncesindeki 6 ayda EYT, 3600 gösterge, memur ve emeklilere seçim tarifesinden olası yüksek zam gibi bugünden tahmin edilen ama diğer sosyal kesimlere de ilave harcamaları içeren kararlar muhtemel.
Temel bir sorun var; o da bu açıkların, bu bütçe açılmalarının finansmanında.
‘Geçmişte nasıl finanse ediliyorsa bu yıl da öyle olacaktır’ denilebilir. Ancak daha önce görülmedik bir negatif reel faiz koşulları var. Üstelik zorlama ile burada.
Sorun, finansman ihtiyacının artması yanında, finansman için gidilecek piyasadaki faizlerde. Alıcısı olup olmayacağında.
Enflasyon yüzde 83.5 ama 2 yıllık tahvil faizleri yüzde 14.5’ta. 2 yıl vadeli ABD tahvil faizi yüzde 4.50’de iken, Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi’nin ihraç ettiği 2 yıllık Eurobond faizleri de yüzde 8.95’te.
Acayip değil mi? Türkiye Hazinesi’nin TL cinsi tahvili yüzde 14.5 iken, dolar Eurobond tahvil faizi yüzde 8.95’te.
Türkiye Hazinesi, kendi yurttaşından yaptığı borçlanmada enflasyon karşısında üste faiz alıyor, başka ülke vatandaş ya da kurumlarına ABD enflasyonu üstüne birkaç puan prim ödüyor.
Hükümetin Orta Vadeli Programı’nda yılsonunda enflasyonu yüzde 65, 2023 sonunda ise yüzde 24.9 olarak tahmin ettiği yerde 2 yıllık tahvil faizi yüzde 14.5’te.
Merkez Bankası’nın faizleri yüzde 10.5’e indirdiği, Kasım ayındaki toplantısında da bir o kadar indirim yapacağını ilan ettiği hesaba katılırsa 24 Kasım günü Merkez Bankası’nın politika faizi yüzde 9’a inmiş olacak.
Parasını hâlâ TL’de tutan vatandaş ya da şirket varsa sadece yılbaşına kadar, aylık yüzde 3 enflasyon varsayımıyla kabaca 100 TL’nin 3 TL’sini eritmiş olacaklar.
Bu para ve ekonomi politikasıyla enflasyonun 2023 sonunda yüzde 25’e gerilemesi mümkün görünmüyor.
Enflasyonun aylık yüzde 3’lük bir artış varsayımıyla yılbaşında baz etkisiyle de olsa TÜİK hesaplamasıyla yüzde 60’lara gerileyeceği bir tabloda, yüzde 14.5’lik faizle bütçe açığının finansmanı için Hazine’nin gönüllü borç verici bulması zor.
Bankalar cendereye alınarak, enflasyonun kat ve kat altında bir faizle kredi vermeye zorlanıyorlar. Kredi büyümesinde, döviz-TL kompozisyonunda, kredi faizinde belli oranları aşan bankalar, ‘Hazine kâğıdı alma cezasına’ tabi tutuluyorlar.
Böylece asıl turpun heybede olduğu anlaşılıyor.
Yani 2023’e girerken, bankalara yine yan yollarla getirilecek yükümlülüklerle Hazine’nin nakit açığının finanse edilmesi çabasına gidilecektir.
Ayrıca Hazine’nin borçlanma ihalelerinde, döviz kuru oluşumunda arka kapı yöntemlerinde kullanılan kamu bankalarının, birlikte hareket ederek ihalelerde düşük faiz oluşturup oluşturmadıkları ayrı bir tartışma konusu.
Ya da İşsizlik Sigortası’nın fonları ile BES’te devlet katkısından oluşan fonların negatif reel faizli kâğıtlara sokulması da ayrı bir tartışma konusu.
Bir başka ‘turp’ ise Merkez Bankası’nın 2023 Para ve Kur Politikası açıklandığında, banka yönetiminin bu defa yüklü bir doğrudan alım programı açıklamasını bekliyorum.
Nasıl olsa enflasyonun 70 puan altında bir faiz uyguluyorlar, nasılsa yaklaşık 40 milyar dolarlık bir KKM taşıyıp kallavi bir kur farkı ödüyorlar, nasılsa 60 milyar dolara yakın açık pozisyon taşıyıp kendisine zorla akıttığı tüm dövizi olduğu gibi kur seviyesi tutmak için arka kapıdan satıyorlar, nasılsa şirketleri ve bankaları cendereye alıp döviz satışı yapmaya zorluyorlar, nasılsa bu konularda halk iradesini temsil eden Meclis’e hesap vermiyorlar; kallavi bir kâğıt alımı da yapıverirler, olur biter.
2022 için TCMB Analitik Bilanço aktif toplamının yüzde 5’i olarak belirlenen APİ portföy büyüklüğü 20 Ekim itibariyle yılbaşına göre 65 milyar TL arttı. Aynı dönemde Hazine ne kadar net iç borçlanma yaptı? 9 ayda tam 232 milyar TL.
Hazine ihaleyle borçlanarak birinci elden bankalara kâğıt satıyor; Merkez Bankası ikinci elden kâğıt satın alarak piyasaya para veriyor. Net olarak bakılırsa kabaca Hazine’nin piyasadan yaptığı borçlanmanın üçte birini dolaylı olarak Merkez Bankası karşılamış sayılır. Yılın bitimine 2 buçuk ay kala, bankalar getirilen zorlama ‘makroihtiyati’ kurallar üzerinden kâğıt almaya zorlanıyor.
Bütçe açığının sadece enerji ve KKM gibi kalemlerden gelecek açığına ‘seçim harcamaları’ da eklenince enflasyonun iyimser tahminle dörtte biri oranındaki bir faizle kimse gönüllü olarak ihalelere girmez.
İşte bu yüzden büyüyecek bütçe açığının finansmanının ya ‘sopa ile’ bankalara ya da ‘matbaa’ ile Merkez Bankası’na yaptırılacağı çok açık. Her ikisinde de dolaylı biçimde yani bankaların zorla kâğıt alması ve bunun fonlaması için Merkez Bankası’nın yüzde 9-10’luk faiziyle repoyla para pompalamasıyla ya da doğrudan tahvili alımıyla olacak.
Böyle bir tabloda da ne enflasyon düşer ne de kur olduğu yerde kalır.
Böyle bir yol, halının altına süpürmek demek. ‘Müzik sustuğunda’, fatura çok ağır olacak demek.
***
Cumhurbaşkanı Erdoğan Malatya’daki konuşmasında, “Şimdi inşallah tek haneli rakama da faiz inecek ve faiz zulmünden yatırımcılarımızı kurtaracağız, vatandaşımızı kurtaracağız. Geçmişte bunu biz yaptık mı? Yaptık ve 4.6'ya kadar faizi düşürdük ve enflasyon da o zaman nereye düşmüştü? 5.6'ya” diyordu.
Geçmişte “yüzde 4.6’ya düşürdük” dediği devlet tahvili faizleri idi. Bunun da o hani son 4-5 yılda paralarını çıkarırken ‘dış güçler’ olan, girerken de “Türkiye’ye olan güveni” gösteren yabancı yatırımcıların getirdiği dövizlerle olabildiğini anımsatalım. Uzun vadeli tahvil faizlerinin yüzde 4.6’ya gerilediği tarih 17 Mayıs 2013. Yani uluslararası piyasalarda her şey güllük gülistanlıkken, Türkiye’ye son 12 aylık dönemde cari açığın iki katı kadar, 90 milyar dolar sermaye girişi olduğu, bunun da 50 milyar dolarının portföy girişi olduğu bir dönemde. Şimdi son 12 ayda 15 milyar dolarlık çıkış olduğunu not düşelim. Bu şimdi niye olamayacağını da söylüyor.
Enflasyonun en son hedefinin tuttuğu dönem de 2010’da Durmuş Yılmaz’ın başkanlığı dönemi. Hedef yüzde 6.5 iken yılsonu yüzde 6.4 olmuştu. Politika faizi de yüzde 12 idi. Yani enflasyonun iki katı.
Enflasyonun 2011’de yıllık yüzde 4’e düştüğü de oldu. Politika faizi ise yüzde 12’de idi.
Geçmiş, faizi enflasyonun sekizde birine düşürerek değil, 2-3 katında tutarak enflasyonun düşürüldüğünü söylüyor.
Eski defterleri karıştırırken, bunların nasıl olduğunu da keşke anlatmış olsaydı.
Uğur Gürses kimdir?Uğur Gürses, 1985 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mülkiye) İktisat Bölümü'nden mezun oldu. Çalışma hayatına 1986 yılında T.C. Merkez Bankası'nda başlayan Gürses; döviz kuru politikası, döviz rezerv yönetimi ve açık piyasa işlemleri alanlarında çalıştı. 1994-2000 yılları arasında özel ticari bankalarda yöneticilik yaptı. 2001 krizi öncesinde bankacılığı bırakarak TV kanallarında ekonomi yorumculuğu yapmaya başladı. 1999 yılında Yeni Yüzyıl gazetesinde başladığı günlük ekonomi ve finans yazılarına, daha sonra Yeni Binyıl gazetesinde devam etti. 2001-2014 yıllarında Radikal gazetesinde, 2014-2018 arasında da Hürriyet gazetesinde yazdı. 2018'den sonra kişisel blogunda (www.ugurses.net) ekonomik gelişmeleri yorumlayan Uğur Gürses, Aralık 2021’den itibaren T24’te yazmaya başladı. |