İktisatçı Rudiger Dornbusch’un 1994’teki Meksika krizine dair verdiği söyleşide söylediği ve belleğimde duran çok sevdiğim bir sözü var; "Krizlerin gelmesi sandığınızdan çok daha uzun zaman alır; oluşu ise düşündüğünüzden çok daha hızlıdır, Meksika’nın hikayesi de böyle bir şey". Bu söz, iktisatçı Paul Krugman tarafından "Dornbusch yasası" olarak adlandırıyor.1994 Meksika krizi “Tekila krizi” olarak da adlandırıldı. Dornbusch’un tanımladığı biçimdeki etkisine atıfla olsa gerek.Dornbusch’a o söyleşide, bir ara danışmanlığını da yaptığı Meksika Devlet Başkanı Salinas’ın bu krizde kusurlu olup olmadığı sorulduğunda söylediği sözler şöyle; "Evet, Meksika’da çokça bir kumanda yapısı var. Salinas bir politika tercihi yaptı; senaryoyu yazdı, kabinedeki bakanları da kuklasıydı. Buna hiç şüphe yok. Sürdürülemez bir rejim, tamamen yanlış yönetilen bir kamu borcu içinde, birçok sorunla uğraşırken çökmelerinden başka şansları yoktu."Çeyrek yüzyılı aşan bir süre sonra bile bu sözler, bugün bize de ülkemizde çok tanıdık geliyor değil mi?
2008’de küresel kriz sırasında merkez bankalarınca piyasalara sel gibi sürülen likiditenin sonra neye yol açacağı, Türkiye gibi gelişen ülkeleri nasıl etkileyeceği tartışılıyordu. 2013 sonrası ‘çıkış’ sinyali verildikten sonra sermaye akımları ‘yolun sonunu’ işaret ediyordu. Ama bizde bunun mesajı alınmak yerine topluma komplo öyküleri anlatıldı.Pandemi ile bu küresel likidite neredeyse ikiye katlandı. Buna bir de başta ABD olmak üzere maliye politikasıyla devasa bir genişleme yaratıldı.Sonunda ne olacağı belli idi. Pandemi çıkışında, tedarik kanallarında ve taşımacılıkta dar boğaz ile arz şoku, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile emtia ve enerji şokları da eklenince küresel enflasyon yükseldi. Türkiye ölçeğinde ‘yükseldi’ çok ‘masum’ bir tanımlama. Gelişmiş ve çoğu gelişen ülkelerdeki enflasyon yükselmesi özünde, çekirdek enflasyonun kabaca yüzde 5-6’lara çıkması var. Yüzde 2’den yüzde 5-6’ya. İşte son 3 aydır merkez bankaları buna tepki veriyor.Yüzde 5-6 dediğiniz, Türkiye’de aylık enflasyon oranı.Her şeyi bir tarafa bıraksanız, 2008’den bu yana gelişen ülkelerde yaratılan ‘likidite cennetinin’ sonuna gelineceği belli idi.Türkiye ne mi yaptı? Bu görünen patikada, ‘rüzgâra karşı’ işlere girişti; top çevirdi, 2018’de başkanlık rejimi ile keyfi bir yönetime dönüştü, Merkez Bankası başkanlarının biri gönderildi diğeri getirildi. Tüm yapısal sorunlarını halı altına süpürürken, tam da kritik bir dönemde faiz indirerek parasına değer kaybı yaratıp enflasyonunu patlattı. Küresel sendromun ötesinde bir durum yaratı kendi kendine. Fırtına gelirken, kapıyı pencereyi açtı. “Fed bizi etkilemez” sözleri havada hâlâ.ABD’de bir süredir “Volcker anı” konuşuluyor. İşlerin de bizim gibi ülkeleri ekonomik olarak yokuşa süreceği bir süreç olacak.
Paul Volcker 1979-1987 arası ABD Merkez Bankası Fed’in başkanı idi. Daha önce T24’teki yazımda aktarmıştım: "Ağustos 1979’da göreve geldiğinde enflasyon yüzde 12’lere çıkmış halde iken Volcker, Fed’in politika faizi olan Fed Funds oranını 10 puanlık artışla 1981’e gelindiğinde yüzde 19’a kadar yükseltmişti. Enflasyon ‘ezilirken’ durgunluğa giren ABD ekonomisinde işsizlik oranı da yüzde 5-7.5 bandından 1983’te yüzde 10’lara fırlamıştı. Ağustos 1983’e gelindiğinde enflasyon yüzde 2.4’e kadar gerilemişti."Peki Türkiye’de Paul Volcker’la anısı olan merkez bankacı var mıydı? Bunu eski başkanlara sordum; hem de bugüne karbon kopya çağrışımları olacak türden bir anekdot vardı.Anekdotu eski Merkez Bankası başkanlarından Yavuz Canevi anlattı. Bundan 40 yıl önce Maliye Bakanlığı görevinde (Temmuz 1982- Aralık 1983) olan Adnan Başer Kafaoğlu, dönemin Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Yavuz Canevi ile ABD’de Fed Başkanı Paul Volcker’dan randevu alarak ziyaretine giderler. Volcker ‘kapı gibi boyu ile’ kapıda konuklarını karşılar. Kafaoğlu’nu şöyle bir süzerek, "Sayın Bakan, ikimiz ilginç bir pozisyondayız" der. Kafaoğlu, "Nasıl yani?" diye karşılık verir. Volcker, "Benim boyum çok uzun, ama ABD’de enflasyon çok düşük. Sizin boyunuz çok kısa ama Türkiye’de enflasyon çok yüksek" deyince kahkahalarla koyu bir sohbete dalarlar.
Sonunda ABD Merkez Bankası Fed, geç de olsa kolları sıvamak zorunda kaldı. Giderek artan dozda faiz artışlarına girişti. Diğer merkez bankaları da. ‘Volcker anı’ yaklaşıyor mu göreceğiz?Son üç aya bakılırsa Mayıs’ta 20 merkez bankasının faiz artışı var, Haziran’da da 20 kez faiz artışı olmuş, Temmuz’da ise şimdilik 9 kez faiz artışı. Önde gelen gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkenin tam 24 merkez bankası gümbür gümbür faiz artışına gitmiş. Bu sayının içinde olup defalarca arttıran da var.Danimarka, Avrupa Merkez Bankası, Tayland, Endonezya, Çin ve Rusya merkez bankaları, en son faiz indirimi yapanlar listesinde bulunuyor. Çoğu da 2021 öncesinde.Birkaç istisna dışında bu ülkelerin de faiz artışına yaklaştığı malum. Zira paralarının değer kaybı ile enflasyon baskısını daha da fazla yaşayacaklarına şüphe yok. Avrupa iyi örnek; Euro’nun değeri yaklaşık 20 yıl sonra dolarla eşitlenmiş durumda. Avrupa Merkez Bankası’nın da tüm planlarını öne çekeceğine hiç şüphe yok.Bu ülkelerin enflasyon oranları da sırasıyla şöyle: Danimarka yüzde 7.4, Euro Bölgesi yüzde 8.6, Tayland yüzde 2.5, Endonezya yüzde 4.4, Çin yüzde 2.1 ve Ukrayna’da savaşa girişmiş Rusya’da yüzde 17.1Faiz indirip orada kalmış, üstüne üstlük enflasyonu kütleli biçimde patlamış tek örnek Türkiye; faiz yüzde 14, enflasyon TÜİK ölçümü ile yüzde 78.6Zengini fakiri tüm ülkeler kendi paralarının değerini korumak için faiz artışına giderken, ufukta böyle bir görünüm varken, Cumhurbaşkanının inandığı temelsiz bir faiz-enflasyon ilişkisini test etmek için faiz indiren ülkenin parası hızla değer kaybetti, enflasyonu da patladı.
Ankara’daki şaşkın ekonomi politikası ise 9 ay önce başladıkları ‘kör gözüm parmağına’ duruşunu devam ettirirken, ekonominin karşı karşıya olduğu riskleri daha da büyütüyor.Önceki bayramlara göre bu bayram da farklı bir tablo var. Geçmişten fark; TL likidite sağlamak için bankaların, şirketlerin, bireylerin döviz satışına gitmemeleri, kur üzerinde aşağı yönlü baskıya tanık olmamamız. Tersine kur üzerinde yukarı yönlü baskı ve buna karşı örtülü kamu döviz satışlarının belirgin olmasıydı. Bunun ana nedeni, makro politikanın hala yanlış yerde olması. TL fonlama faizi yüzde 14 ise kim neden döviz satsın? TL krediler, faizleri biraz yükselmiş olsa da hala cari ve beklenen enflasyona göre düşük yerde olduğu için büyümeye devam ediyor. Bu da döviz talebine ‘can suyu’ olmaya devam ediyor.Mali kesimin ve şirketler kesiminin varlık ve yükümlülük tablosunu bilmeden uydurma bir ekonomi politikası izlemeye kalktığınızda başınıza ne geliyorsa o oluyor.Politikanızın yanlış olduğunu anladığınızda ya da bildiğiniz halde sürdürmeye çalıştığınızda elinizde tek araç kalıyordu; yasaklama, kısıtlama, masa altı yöntemlerle uzak tutma.Ama mali kesim dışındaki şirketlerin dış borcu olduğunu, kabaca 115 milyar dolar açık pozisyonu olduğunu bilmiyormuş gibi üç haneli enflasyona koşturulan ekonomide faizi yüzde 14’te tuttuğunuzda şirketlere yolu siz gösteriyorsunuz; açık döviz pozisyonlarınızı kapayın. Yani şuna teşvik ediyorsunuz: Döviz açığınızı kapatın, döviz yükümlülüğünüzü azaltın, döviz varlığınızı yükseltin.Bunun en belirgin fotoğrafı şirketler kesiminin kullandığı döviz kredilerinin hızla kapatılıyor olmasıdır.
BDDK verilerine göre Döviz cinsi kredilerin seviyesi, faiz indirimlerinin başladığı Eylül ayından bu yana tam 20 milyar dolar küçülmüş. Döviz hesapları 70 milyar dolar artmış. Ama ülkeyi yönetenler bu döviz kuru baskısını vatandaşa "saldırı altındayız" diye anlatıyor. Ne büyük bir dezenformasyon?Yanlış politikalarla şirketler ve bireyler kendilerini bu yanlış politikadan korumak için döviz yöneliyor, ekonomiyi yönetenler ise hatalarını örtmek için kur garantisi icat ediyorlar. Aynı sürede KKM dahil 72 milyar dolarlık bir hesap artışı var; ama "saldırı altındayız".Şirketler açısından bilanço korumak için, ileri dönük hammadde envanteri planlaması için başka bir araç yok, döviz tutmak ve almak peşindeler.Bunun böyle olduğunu bilmiyormuş gibi yasaklama ve kısıtlama ile görece döviz fazlası olan şirketlerin üzerine gittikçe, kapsama girmeyen şirketleri de tedirgin etme ve döviz pozisyon açığını kapatma kaygısına sokmak, büyük bir şaşkınlık başarısı olsa gerek.İşte bu yüzden bu şaşkın ekonomi politikasının "züccaciyecideki fil" betimlemesi tam yerli yerine oturuyor.Faizin görece düşük tutulduğu, kredi pompalamasının yüksek olduğu her dönemde olduğu gibi, şimdi bayram dönüşünde de piyasaya giren likidite döviz ve altın talebini yükseltecek.Çok uzak değil, ağustosta şirketlere tanınan vergi istisnası ile yol verilen KKM hesaplarının vadesi doluyor. Şapkadan başka bir "tavşan" çıkarılmazsa kısıtlama konulmazsa bu vadesi dolan hesapların yeniden dövize dönmesi muhtemel. Turizm dövizi girişine karşın Türkiye’nin sadece enerji faturası için döviz ihtiyacı yüksek olmaya (son 12 aylık 64 milyar dolar) devam edecek.
İhracatçının dövizlerinin tamamını da satma zorunluluğu getirseniz mevcut bu tablo ile döviz kurunu tutmanız, enflasyonu tutmanız mümkün değil.Ekonomi yönetimi, içeride borca alınan dövizleri satarak TL’nin değerini korumanın mümkün olmadığına, içeridekiler kadar yabancı yatırımcıları da ‘ikna ettiler’. Türkiye’nin 5 yıllık CDS primi 900 baz puanı geçti. Bu 2003’ten bu yana kapanış değeri olarak görülmemiş bir seviye idi. Anlamı da "böyle giderse borç ödeyemez duruma girecek" fiyatlaması demek. TL’nin politika faizini yüzde 14’te tutarak, ülke Hazinesi’nin yurtdışındaki borçlanma faizini de dolar bazında yüzde 12’ye yaklaştırmak böyle bir şey.Bu uydurma politikanın sürdürülmesi mümkün olmadığı gibi, hane halkının başına daha büyük hasarlar açması kaçınılmaz. Faiz yükseltmekten kaçınabilirsiniz ama kaçınmanın sonuçlarından kaçınamazsınız. Bu da orta sınıfı çökerten, topluma mal edilen yoksulluk.