Bir merkez bankası faizini enflasyonun altına indirip kuru da enflasyonu da patlatınca, rezervlerini fütursuzca eritince gör başına neler gelir? Gör bastığı parasına ne olur?
İster buna inanmış olsunlar ister siyasi direktifle bunu yapmış olsunlar, çığ gibi hane halkını önüne katıp ezip geçen enflasyon kartopunu ve kur baskısını yan yollarla, yasaklarla, kısıtlarla önlemeye çalışıyorlar. Ne yazık ki açık bir ekonomide bu işe yaramıyor.
Malezya’nın sermaye kontrolü için attığı ilk adımı atıp yurt dışındaki bankalarla swap kısıtını uygulamaya başladıklarında da sorsanız “sermaye kontrolü yoktu”. “Makro ihtiyati önlem” kılıfındaki çokça adım sermaye kontrolünden başka bir şey değil. Yurtiçi yerleşik şirketlerin döviz alımına getirilen her uygulama öyle. TL’nin konvertibilitesini kısıtlayan her uygulama sermaye kontrolü saflarında.
Sonu “döviz alamazsınız” ile biten regülasyon çabalarının hiçbiri, faiz kalkanı düşmüş TL’nin değer kaybına ilaç olamadı. Orta vadede olamaz da.
TL kredi kullanmak isteyen şirketlere, hiçbir düzenleme olmadığı halde “döviz alırsanız krediyi kullanamazsınız” baskısı, döviz almak için fiyat isteyenlere neden almak istediklerinin sorulması, döviz transferlerinde belli miktarı aşan dilimlerde sözlü olarak “izin alınması” anekdotları yayıldıkça yayıldı. Hatta öyle ki TL kredi kullanıp bunu başka bankada dövize çeviren şirketin işleminin iptal edilmesine kadar vardığı anlatılıyordu.
Ankara’daki ‘bugünkü sorunu çözmüş gibi yapın, yarını boş ver” bakışı ile şirketlere yapılan baskı şuydu; “ithalat ya da döviz borcu geri ödemeniz varsa bunu da TL kredi kullanarak satın alacaksanız belge gösterin, yoksa kredi kullanamazsınız. Erken satın alamazsınız, vadesi zamanı gelince alırsınız”.
Bu yüzden zaten TL kredi kullanımında yazılı düzenlemesi olmayan ve bankacılar üzerinden kurulmuş bu tür ‘masa altı’ yöntemler kullanılıyordu.
İhracatçıya dövizlerini Merkez Bankası’na getirme zorunluluğunun yüzde 25’le başlayıp yüzde 40’a çıkarılmasını, bankanın elemanlarının bizatihi döviz varlığı olan şirketleri arayıp “döviz bozdurmanızı rica ediyoruz” telkinleri ile devam etti.
Rica ile döviz bozdurmayan şirketlere TL kredi kısıtlaması geçtiğimiz cuma günü düzenleme olarak BDDK tarafından ilan edildi. Ankara kulislerinde bunun Merkez Bankası’nca talep edildiği konuşuluyor.
Ayrıca, şirketlere vergi istisnası sağlanarak açılan KKM hesaplarının vadelerinin Temmuz sonrasında doluyor olması döviz kurunda büyük baskı yaratacaktı. Vergi avantajını cebine koyan şirketlerin, vadesinde KKM hesaplarını kapatıp döviz satın alması muhtemeldi. 15-20 milyar dolarlık bir büyüklük söz konusuydu. Bu son kısıtlama buna karşı ‘önlem’ mi olacak? Yoksa bu kararla daha da tedirgin edici bir yol mu açıldı?
Peki bu yeni düzenleme ne anlama geliyor?
Bankalar ve finansal kuruluşlar haricinde, bağımsız denetime tabi şirketleri kapsıyor. Bloomberg’in haberine göre 10 bine yakın şirketi.
Bu şirketler kredi başvurusu yaptıkları tarihte döviz nakit varlıkları (Not: Metne göre döviz alacakları hariç görünüyor) eğer 15 milyon TL’yi aşıyorsa (yaklaşık 800 bin dolar) bu da bilançosundaki toplam varlıklar toplamının ya da son 1 yıllık net satış hasılatını (hangisi büyükse) yüzde 10 üzerinde ise TL cinsi yeni nakit ticari kredi kullanamayacaklar.
İstisna ise döviz kredisi kullanamayan şirketlerde bir döviz açık pozisyon varsa bağımsız denetim kuruluşlarından durum tespiti yaptırıp nakit kredi kullanabileceklermiş.
Konsolide finansal tablo hazırlama yükümlülüğü bulunan şirketler için bu değerlendirme konsolide bilançolar üzerinden yapılacakmış.
Bu kararları alan bürokratlar belli ki “emir demiri keser” kafasında, siyasi direktif gelince nedenleri ve sonuçlarını düşünmeden ya da düşünüp vakıf olsalar da sorgulamadan yazıp ilan etmişler.
Şirketlere “bunlar ucuz TL kredi alıp döviz istifliyorlar, şimdi cezalarını verelim” kafası ile bu kararı almadan önce, “acaba neyi yanlış yaptık?” diye düşünülmemiş belli ki.
Şirketlerin kaynağı sermayeleri ve dış kaynak olarak borçlanmalarıdır, kredilerdir. Basit haliyle hammadde ve ara mal satın alıp işleyerek nihai ürün halinde ürünlerini pazara sunarlar.
Bir şirketin, üretim bandında ihtiyaç duyacağı girdilerin planlamasına bağlı olarak, ithal ya da dövize endeksli girdiler için döviz tutmasından normal ne olabilir? Hem de bu denli belirsizliği ve şaşkınlığı bir arada sergileyen kötü bir ekonomi politikası yürütülürken.
Kötü yönetim, kötü yönetime önlem alınmasına da izin vermiyor.
TL’deki enflasyonun üçte biri oranındaki düşük faizler karşısında, çoğunun fiyatı dövize endeksli hammadde ve ara malı fiyatlarının 3 haneli artışları karşısında nasıl bir korunma kalkanları olabilirdi?
Ya döviz tutacaklar ya da hammadde ve ara malı envanterlerini yüksek stok seviyesine yaklaştıracaklar. Aksi halde TL tuttukları ölçüde sermayeleri ve dış kaynakları eriyor.
Şirketlerin döviz borcunun olması da bir başka döviz tutma nedeni. Sahi, TL tutmanın maliyeti satın alma gücünü eritmek iken, neden vadesi gelecek döviz borcunun karşılığını döviz olarak tutmak istemesin?
Şimdi deniliyor ki ‘tuttuğunuz nakit dövizleriniz aktif büyüklüğünün ya da net satışlarının yüzde 10’unu geçemez’.
Şirketlerin buna da bir ‘yol’ bulacaklarına şüphe yok. Zorlama regülasyon çabalarına karşı özel kesimin edindiği ‘yol bulma’ deneyimi hafife alınamaz. Şirketlerin girdi envanterini yükseltmeye başladıkları ve “döviz bende durmasın, envanterde girdi olarak dursun” dedikleri yeni bir aşamada dövizler fiilen ithalatla sistemden çıkacaktır. Offshore işlemlerle, ‘back to back’ ve çapraz türev işlemlerle bunlar aşılacaktır.
Sermaye kontrolü tarzı düzenlemelerle döviz varlıklarını sistem içinde tutanları baskı altına alırsanız ‘sistem dışı yollara’ sürüklersiniz.
Eminim ki bu yan etkileri ve sonuçları görebilen az sayıda da olsa bürokrat var. Belli ki onlar da “madem siyasi direktif var, ne olacaksa olsun” anlayışına gelmişler.
Bu kararı alanların beklentisi, şirketleri döviz satmaya zorlamak. Böylece TL’nin istikrara kavuşacağı gibi bir hayale sahip olmalılar. Kısa vadede olabilir de. Oysa bunun yanında en potansiyel kriz noktası TL kredi krizini tetikleme olasılığı. Buna bu hafta muhtemel sonuçlarıyla tanık olabileceğiz. Zira, bankalar bu haftaya girerken şunu yapacaklar; kime ne verdiklerini bilemeyecekleri için kredileri bıçak gibi kesecekler. Son dönemde bankaların kredi politikasındaki eğilim, spot krediden çok rotatif krediye kaymış olmalarıydı. Böylece ister yeni ister vadesi gelen krediler yenilenme aşamasında BDDK’nın yeni koyduğu bu kısıta uygun olup olmadığına bakmak için her şey duracak.
Bu gündelik bakışla, kaş yapayım derken göze çıkarmanın daniskası muhtemeldir.
Dövizden düşüş haberi beklerken, Ankara’nın karşılaşacağı yeni durumun kredi darboğazı olması muhtemeldir. Bu da tüm kesimleri zincirleme etkileyecektir.
Cuma günü bu karar geldiğinde herkes ‘döviz satışı zorlamasına’ odaklanmışken, kredi darboğazı ve buna bağlı ekonomik durgunluğun tetiklenmesi tartışmaları da başladı.
Bir de şu var; Ankara sanıyor ki şirketlerin bilançosundaki döviz varlıkları bankaların mahzeninde istifli duruyor. Bu kararı yürürlüğe sokunca şirketlerin talimatı ile çıkarıp satacaklar. KKM deneyiminde de görüldü ki bankalar, şirketlerin kendilerinde tuttuğu ve Merkez Bankası’na bozdurduğu dövizleri Merkez Bankası’ndaki yükümlülüklerini azaltarak yerine getirdiler.
Özel kesimde döviz likiditesini azaltan her adım döviz kuruna baskı yapar. Böyle uygulamaları da artırdıkça sistemden kaçışı körüklersiniz. “Tüm dövizleri bana getirin” kafası beklediği sonucun tam tersi ile karşılaşır.
“Düğmeye basınca” sonuç alınacağına dair inanç ne yazık ki daha olumsuz sonuçlara yol açacağa benziyor.
Sadece ekonomide değil hayatın her alanında yasaklarla, kısıtlamalarla yöneten iktidar, ‘uzatmaları oynuyor’.
Çözüm belli: Seçim kararının alınması bile ekonomide de ‘tüneldeki ışığı’ gösterecek.
Uğur Gürses kimdir?Uğur Gürses, 1985 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mülkiye) İktisat Bölümü'nden mezun oldu. Çalışma hayatına 1986 yılında T.C. Merkez Bankası'nda başlayan Gürses; döviz kuru politikası, döviz rezerv yönetimi ve açık piyasa işlemleri alanlarında çalıştı. 1994-2000 yılları arasında özel ticari bankalarda yöneticilik yaptı. 2001 krizi öncesinde bankacılığı bırakarak TV kanallarında ekonomi yorumculuğu yapmaya başladı. 1999 yılında Yeni Yüzyıl gazetesinde başladığı günlük ekonomi ve finans yazılarına, daha sonra Yeni Binyıl gazetesinde devam etti. 2001-2014 yıllarında Radikal gazetesinde, 2014-2018 arasında da Hürriyet gazetesinde yazdı.2018'den sonra kişisel blogunda (www.ugurses.net) ekonomik gelişmeleri yorumlayan Uğur Gürses, Aralık 2021’den itibaren T24’te yazmaya başladı. |