İlk hamleyi doğuran sinyal aslında erken geldi. Aralık başında HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, 31 Mart'ta yapılacak yerel seçimlerde "İktidarı geriletmek ve bu iktidardan Türkiye'yi kurtarmak için yan yana gelmekten daha doğal bir şey olamaz" dedi. Bilindik yorumcular hemen izah etti(!):
- HDP ittifak sinyali verdi...
İyi niyetle yapıldığı farz edilse de bu izahatın ciddi sorunları vardı. İlk ve akla gelen elbet, AKP-MHP ittifakının "CHP'nin, HDP/PKK ile ittifak yaptığı" suçlamasını onlara doğrulatmak, ardından da, İyi Parti ile henüz başlamış ittifak zeminini parçalamak.
Bir taşla iki kuş vurmak.
Kılıçdaroğlu oralı olmadı, ajandasına baktı. HDP içinden de destek alan, bıkmayan liberal yorumcular ise yılmadan devam etti:
-HDP dururken, İyi Parti ile ittifak yapan CHP... Bunlar zaten MHP ile de ittifak yapmışlardı, Ulusalcılar, Kemalistler...
İçine aldığı her kavramı boşaltarak, dönüştürerek yok eden artık kara deliğe dönüşen bu görüş, Türkiye solunun bazı kesimlerinden de (hâl) destek aldı. Şaşırtıcı değil, nedenleri var.
Ancak CHP ve Kılıçdaroğlu'ndan yine ses çıkmayınca "İyi Parti ile nasıl görüşüyorsa partimin genel başkanlarıyla da bir araya gelsin isterim" dedirttirilen Ahmet Türk bu kez "son sözünü" söyledi:
- CHP'ye biz suskun kalsak bile, destek verin demesek de insanlar bu iktidarı geriletmek için bence onun karşısındaki en güçlü adayı destekler
Ardından HDP'nin ketum ismi Pervin Buldan'ın gayrı resmi açıklaması geldi, üç büyük şehirde aday çıkartmayacaktı.
Ocak ayında Cumhuriyet'te Enver Aysever imzalı "7 bilge 7 gün" başlığıyla kayda değer bir dizi yayınlandı. Genco Erkal, İonna Kuçuradi, Doğan Kuban, Ahmet Say, Ayla Kutlu, Taner Timur ve Korkut Boratav'ın bugünü tarifleri önemli ölçüde ortak noktalar barındırıyordu. Yazı dizisinin, söyleşi verenleri "bilge" tanımıyla (hayli) medyatik bir tasnife/başlığa tabi tutması "yaratıcı/sıradan" bulunabilir ama ötesi var.
Söyleşi veren iki isim: Korkut Boratav ve Taner Timur...
1980 askeri darbesi sonrası koparıldıkları Mülkiye'den (Türkiye'deki akademik hayattan) sonrasını farklı mekanlarda, yollarda geçirdiler. Buluştular.
Gazetecilerin akademisyen, akademisyenlerin gazeteci gibi konuşmalarına, atıp tutup sallamalarına alıştığımız, terminolojisiz ve mesnetsiz konuşmanın muteber olduğu, "post modern" Türkiye'de, sol jargon ve marksist kavramlardan ödün vermeden, geçtiğimiz çeyrek asrı neredeyse "günlük" gibi yazdılar. Saygıdeğerdir.
Aysever'in "bilge konukları" için gelecek itiraz belirlediği isimleri, sorularıyla "kendi istediği yere gelmeye zorlamak" olabilir. Ancak, onların Aysever'in sorularıyla yönlenebileceklerini düşünmek abes. Üstelik Aysever'in "zorlamaları" bir gerçek olsa da, çıkan sonuç bugün çokçasına rastladığımız kaba "Kemalizm" güzellemelerinden ötesinde.
Dizinin ciddi eksikliği ise Kürt meselesine hiç girmemesinde. Konuklarının "meseleye" girmekten imtina etmeyecekleri tahmin edilirse, bunu Aysever'in bilinçli bir tercihi olduğunu düşünmek gerekiyor. Önemli -ki bu konuya döneceğiz.
Sonuçta; Her iki bilim adamında da öne çıkan kavram "Cumhuriyet" ve rejimi. Ve neoliberalizmin, son nefesini verirken, "neresine gelirse gelsin" diyerek artık körlemesine ateş ettiği Kemalizm... Şaşırtıcı değil; neoliberalizm küresel olduğu kadar özgün/ulusal(cı)dır da. Gazlı kola gibi, iftarınızı açabilirsiniz!
İkinci hamle ocak sonunda geldi. Kılıçdaroğlu, ÖDP'den Alper Taş'ı Beyoğlu adayı olarak ilan etti. Taş, Türkiye siyasetinin bir klasiğini kullandı. Adaylığını televizyondan öğrendiğini söyledi. Hamlenin, Kılıçdaroğlu'nun daha önce açıkladığı (aralarında Alper Taş yoktu) İstanbul aday listesine karşı çıkan ve Taş ile temasta olduğu anlaşılan İstanbul İl Başkanı Kaftancıoğlu'nun istifasını ve tehdidini boşa çıkartmak amacını taşıdığı öne sürülebilir. Ama bu önemini küçültmez. Taşları yerinden oynatacak, sahneyi değiştirebilecek bir hamledir.
Sol, bölük pörçük de olsa (en azından Beyoğlu'nda) CHP'yi destekleyeceğini, HDP ise Alper Taş'a oy vermemek için bir nedenlerinin olmadığını açıkladı. Liberl ezber bozuldu.
Alper Taş'a yöneltilen ilk (talihsiz) soru: "CHP'yi destekliyorsunuz ama Kemalizm ne olacak?" oldu.
Taş'ın cevabı sol adınaydı:
- Kemalist değiliz ama Atatürk'ü soldan görürüz...
Taş'ın koyduğu; Türkiye solunun başından beri Kemalizm ile ilişkisiydi. Katledilen Mustafa Suphi ve arkadaşları, bir komünist olarak yaşayıp öldüğünden kimsenin kuşku duymayacağı Şefik Hüsnü'nün çizgisidir budur. Sonraları, TKP dışındaki iki ana yatağı oluşturan Mahir Çayan ile Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının yazdıkları bunun daha ötesinde değildir. Siyasi etkinlik bakımından Türkiye'de solun zirvesi olan 1.TİP ve genel başkanı Mehmet Ali Aybar'ın görüşleri haydi haydi böyledir. Doğu Perinçek'li Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi'nden (TİİKP) kopan İbrahim Kaypakkaya'nın "Kemalizm" tahlilleri ise gelenek dışı sayılır. Kaypakkaya'nın, bugünkü "Vatan Partisi" düşünülürse, adı bir şaka gibi olan TİİKP'den "daha solda durduğunu ve kopuşunu gerekçelendirmeye" yaradığı dahi ileri sürülebilir ancak esas olan bu değildir. Kaypakkaya'nın yazdıklarının 1980 sonrası piyasaya sürülen neoliberal antikemalist teorilerle alakası yoktur. Neoliberal teori "Kemalizm" ve dahi "Kürt meselesini" sanki ilk kendisi dile getirmişcesine PKK eliyle tescillemiştir.*
Sina Akşin, "İkinci Cumhuriyetçilik çıkmadan önce sosyalistlerin tümü Atatürk Devrimi’ne saygı duyarlardı. Kurtuluş Savaşı Destanı'nı komünist bir şair olan Nazım Hikmet yazmıştır. Türkiye'de1954'ten sonra yaşanan karşıdevrimde, karşıdevrimin en önemli silahı antikomünizm olmuştur" dediğinde benzer akıbete uğratılmaya, inşaat altında bırakılmaya çalışıldı. Yakın siyasi tarihin unutturulması ve sol siyasi kültürün yeniden şekillendirilmesi, yapılandırılması inşaatına 1980 askeri darbesi sonrasında başlanırken, yine en büyük yardımcılardan biri (yaklaşık iki sene öncesinde kurulmuş) PKK'ydı. "Darbe olduğunda PKK, Doğu ve Güneydoğu'da Türkiye soluna ait ne varsa büyük oranda yok etmiş, silah zoru ile sürmüş, "Metropol solcuları" olarak gördüğü onlarca Türk ve Kürt solcuyu öldürmüştür. Akabinde kendi dışındaki Kürt gruplarına yönelmiş, onları da ya ortadan kaldırmıştır ya da ufalamış, etkisiz hale getirmiştir. Bugün Tunceli civarındaki sol ve demokrat kesimin övüncü haline gelen "komünist" ve "başkanlar" o dönemde PKK'ya karşı bölgesel olarak direnebilmiş, ayakta kalabilmiş çoğunlukla (hayatın cilvesi); İbrahim Kaypakkaya adına sahip çıkanlardır. Varlık nedenlerinden biri, PKK'dan uzak durmaktır.
Nitekim, PKK'nın zaman içinde aldığı bugünkü hali/misyonu "sol" akıl, rasyonalize etse de, izah edemez. 1980 sonrası girişilen terör hareketlerini ise asla kabul edemez. "PKK bizim yapamadığımızı yaptı" diye düşünen sol "Cyrano"ların komplekslerinin boş olduğu ise bugün daha iyi görülmektedir. Verdiği onca zarar dışında başardığı(!) hiç bir şey yoktur.
Alper Taş'ın adaylığı, PKK'nın başörtüsü gibi kullanmaya çalıştığı Türkiye solu için fırsattır. 12 Eylül sonrası girilen "apokaliptik" dönemden çıkışa küçük bir pencere açılmıştır. Sahne değişebilir.