Kıbrıslı liderler ve ekipleri Mont Pelerin’de bir zirve toplantısı yaparak çözüme doğru atılacak nihai adımları atmayı denediler. Biraz da Bernardo Bertolucci’nin ‘‘Paris’te Son Tango’’ filmini hatırlattı bana. Mutlu bir aşamaya varma yerine çözüm sürecini zedeleyici bir kırılma raddesine varıldı. Azınlık kompleksiyle kendi sorununu çözmede özne olamayan bir Kıbrıs Türk toplumu ile savaşla elde edilenin yasallaştırılması korkusuyla yaşayan bir Kıbrıslı Rum toplumu arasında yapılmakta olan görüşmelerin bir kez daha siyasi olmaktan çok psikolojik olduğu gerçeğiyle yüzleştik.
Mustafa Akıncı’nın ve sözcüsünün yaptığı açıklamalardan algıladığımız odur ki, saflar, bütünleşmeden çok ayrışmaya meyil veren farklılıklar üzerinden sonuca varmaya çalışıyorlar. Akıncı’nın ‘‘ellerim böyle boş mu kalacaktı?’’ şarkısını söyler gibi basın açıklaması yapması muharebeden morali kırık dönen bir kumandanı andırıyordu. Ne yani karşıdakini azarlanmaya hazır bir çocuk mu sanmıştın?
Yapılan açıklamalardan aslında sorunun ne olduğunu bile anlamadık ama en azından Rum basınından anladıklarımız kadarıyla Akıncı’nın tavrında bir arıza olduğuna tanı koyabiliriz. ‘‘Biz suçlu arama hatasına düşmeyeceğiz; sorumluluğu da karşı tarafa atma gibi bir teşebbüsümüz de olmayacak’’ diye açıklama yapan Rum sözcü en azından siyasi etik açıdan daha doğru bir konumda sayılır. Zaten Mont Pelerin zirvesini sonuçsuz addetmek bile kendi içinde bir iletişim sorunu taşıyor. Süreci bir çıkıntı yüzünden olumsuzlamak çözüme yönelik beslenen sosyal iştahı da körelticidir. Akıncı’nın ve sözcüsünün iletişim tarzında ciddi sorunların olduğu ortada. Üstelik seçtiği örneklemelerden yola çıkarak sürecin nasıl bir anakronik nitelik taşıdığını anlatmaya çalışması ayrılmaya yönelik subliminal mesajları bile içeriyordu. ‘‘Dünya ayrılıklar üzerinden şekil alıyorken biz birleşmeye çalışmak gibi zor bir işi yapıyoruz’’ demek hiç de yerinde olmadı...
Rum görüşmeci heyetini maksimalist olmakla suçlayan sözcü hangi konularda bu tutumun baş gösterdiği konusunda herhangi bir ipucu da vermedi. Sadece hayal kırıklığı içinde olduklarını ve beklentilerine karşılık bulamadıklarını ifade etti. Sonradan Akıncı’nın da açıklaması aynı yakınma tonunu taşıyordu. Mont Pelerin’de bir melodram filmi çevirmeye değil bir ülkenin kaşarlanmış sorununu çözmeye gittiklerini birileri bu arkadaşlara hatırlatması gerekecek. Evet, sen karşı tarafı maksimalizmle suçlayabilirsin ancak senin de irredantist tavrın pek de kanıksanacak bir durum değil. Kendini büyük bir milletin uzantısı moduna sokarsan ve aynı zamanda bir azınlık psikolojisiyle hareket edersen asla bir çözüme ulaşmak kolay olmayacaktır.
Şu artık çok açıktır ki, mülkiyet konusu kaybeden tarafı ezik kılacak şekilde halledilemez, bir! Bir savaş suçu işlenerek adaya taşınan nüfusun vatandaş sayılması konusunda belli bir rakamın (ki bu 60 bin olarak belirlenmişti) çokça üzerine geçmeyi Rumların kabullenmesi zor, iki. Garantiler konusunda eski usul devam edilmesinde ısrar etmek boşuna, üç! Kuzeye geçecek Rum nüfusunu gereğinden fazla sınırlamak boşuna, dört! Mülkiyet konusunda yine aynı kısıtlayıcı tavrı sergilemek boşuna, beş! AB üyesi olan bir ülkeye kendi müktesebatının dışında normlar dayatmak boşuna, altı! BM Güvenlik Konseyi kararlarını hiçe sayarak önerilerde bulunmak gene boşuna, yedi!
Neyse, sonuçta yine top anavatanlarda; bizim hiç büyümeye, kendi meselelerimizi kendimiz halletmeye hiç niyetimiz yok belli... Mont Pelerin’de Son Sirto filminin özeti bu...