1963 Savaşını gördüğümde üç yaşımdaydım. Silik bir görüntü olsa da, aklımda kalan sadece sürünerek bir yerden bir başka yere geçtiğimiz andı. Ben anamın kucağındaydım. Aklımda silah sesi bağrışma falan da kalmadı; çok küçüktüm ama bir ara yere yapışıp kaldığımız anı hiç belleğimden silemedim. Belki de daha sonra anlatılanlardan belleğimin bir yerine bir kolaj gibi yapışıp kalmış o an; ama hiç unutamadım, unutamadım işte.
Daha sonra 1974 savaşı. Sevdiğin, daha birkaç saat önce konuşup şakalaştığın insanların ölüsünü görmek nasıl bir şey bilirim. Hiç unutamazsın; hiç... O görüntüler bir belirip bir kaybolurlar gel-git gibi hafızalarda; an gelir bir herpes virusü gibi aynı noktadan çıkıverirler yüzeye. Kıbrıs bizim belalı yurdumuz; şimdi barış, anlaşma sayıklayarak en azından evlatlarımızın bir barış adasında yaşamasının hayalleri kuruyoruz.
Savaş kime-neye yarar(?) diye sorsak alacağımız yanıt bildik retoriğin ötesine geçemeyecektir. Emperyalizm, faşizm, bölücüler, vatan hainleri vs. sıralamaya başlarız. Hiçbir zaman içimizde saklı tuttuğumuz vahşi hayvanı ele vermeyiz. Savaş makinesinin sadece saldırı ve savunma arasında kurgulanmış bir cepheleşme olmadığını, ölüme karşı hayatta kalma reflekslerinden ibaret bir dışavurum olmadığını bilmemiz gerekir. Vahşet çekicidir, çünkü insanoğlu hala tımar olmuş bir vicdana sahip değil. Medeniyet dediğimiz şey de estetize edilmiş barbarlıktan başka bir şey değil. Bir başka hümanizm, bir başka medeniyet anlayışı, bir başka akıl gerekir...
Ekrana yumuluyoruz; akıyor görüntüler. Top, tüfek sesleri... Yangın, duman, yıkım... Yaş ve yas... Bir yandan anlamsız muzaffer haller, diğer yandan yenilgi ve intikam yeminleri. Türkiye tenini yakıyor yer yer; ölüyor parça parça... Nasıl, hangi uzak zamanda dikilebilir ki bu yama... Bir yanda savaş, ölüm, yas, diğer yanda duyu yitimine uğramış kahkaha. Bölünmüş işte Türkiye; bir yerinden değil binbir yerinden... Ve bu ülkeyi yönetenler hala dudağında o sinsi tebessümle kurtarıcıyı oynamaya devam ediyor.
Yeni yıl kapıya dayandı. Oyuncaklar çocuksuz kaldı; sokaklar öksüz. Yaşamak varken bir arada omuz omuza, yanak yanağa, dokunarak birbirimizin sevgisine, kederine; nefretin kurşun askerlerine dönüşmek niye... Çok zor iyileşir bu yara. Daha soğumamışken ölü beden, intikam yeminleri verilirken bir yandan, yeni yıl geldi diye nasıl vuracak kendini eğlenceye aynı yurdun insanı?
Devlet bu saldırılarla terörizme enerji şarj ederek zaten kendi halkını bölüyor. İki taraf da karşılıklı erk pekiştirmesi yaparak cepheleşmeyi derinleştiriyor. Sivil yöntemleri dolaşıma sokmadan militer çözümlerden medet ummak tarihten ders almayanların en büyük gafletidir. Türkiye’nin bu haline üzülüyoruz. Umarım yeni yıl barış yılı olur...