Savaşın enkaz yığını kıldığı mekanlar tüm mühendislik hesaplamalarının boşa gittiği hissini verir. Gelişmenin göstergesi sayılan binaların yerle bir edilmesi bir halkı küçük düşürmek için başvurulan yıkım yöntemidir. Barbarlığın göstergesi de asıl burada yatıyor. O inşaatlar en az uçak bombardımanı kadar ölüm aracıdırlar. Beton blokları arasında ezilen bedenler bir çökmenin kurbanıdırlar. Bomba, patlama ve ayakta duran bir kütlenin yıkılması... Mekansal yıkım, cansız bir insan bedeni görüntüsünden daha dehşetli bir imgedir; çünkü bir değil birçok ölü bedenini, dolayısıyla yığınsal katli akla getiren bir temsili içerir.
Aslında caniler insanları öldürmekten fazla binaları yıkmak isterler. O barbarca yıkım görüntüsü korku salmanın en etkili aracıdır. Ölenler ise yıkımın ikincil kurbanıdırlar. Kişileri öldürmek yetmez, çünkü hayat emaresi olan her ne varsa yıkmak gerekir. İşte savaş mühendisliği de bu. İşte insan canına hiç değer verilmediğinin en trajik gerçeği de burada yatıyor. Mekanların ortadan kaldırılması en az yitik canlar kadar travmatik bir etki yarattığından üstün savaş araçları sürekli daha kapasiteli bir yıkıma yönelik geliştiriliyorlar. Bu yüzden savaş karşıtı olmak her savaş sonrası yitirilen canlara ağıt tutmakla olmaz. Bu maraz hali patetik bir rahatlamadan başka bir işe yaramaz.
Savaş endüstrisine ve militarizme karşı silahsızlanmada ısrar eden sivil bir mücadelede bulunmak lazım. Savaşa karşı savaş, savaş endüstrisinin asalakları olmaktan başka bir işe yaramaz. Savaşan taraf, savaşan taraftır ve savaşın taraftarıdır. Savaşta iyi taraf yoktur çünkü kötülük yapmazsa yenik düşer. Yenilgi ya da zafer, militer bir söylemin araçlarıdır. Ezenler ve ezilenler ayrımı sadece bir sonuç çıkarımıdır. Bu çıkarım oldukça muhasebeci, hissiz bir akıl yürütme sistemini içerir. Gerçekten savaş karşıtı olmak, tüm bu söylem biçimlerinden geri kalarak yeni bir barış dili oluşturmayı gerektirir. Zafer onundur ya da bunundur demek neye işarettir bilemem ama egemen kalmak, iktidarda kalmak bir zaferse ve masif ölümler bir anlam taşımazsa evet, birilerinin zaferinden bahsedebiliriz. Muzaffer olma halleri böyle haller işte. Birilerinin ağıtı senin neşen olur...
Aklını imhacı bir düşüncenin merkezine oturtan ve roketatarı, tankı, topu duayla kutsayan bir zihniyet kölesinin, kendinin sebebiyet yaratarak ölmesine neden olan çocuk bedenlerinin arkasından yas tutmaya ne hakkı var ki? Elbette ki hiçbir lanet olası katliam haklı gösterilemez; ancak, öç alma duygularının kabarması adına kendi yıkımını isteyen bir inanç tutsağının en az katledenler kadar cani olmadığı da söylenemez. ‘‘Savaşta yasalar susar’’ diyor bir atasözü; evet susar çünkü sahne alan vahşettir: merhametin ölümcül hata sayıldığı an.
Yine de ‘haklı savaşlar vardır’ diyebilecek kadar çaresiz kalıyoruz vahşetin karşısında. Bu ikilem, insanlığın en büyük akıl yarasıdır; tedavülden hiç kalkmayan eğreti bir değer.