Hayatlarımızdaki her acıya, kayba, alt üst oluşa rağmen, "daha iyi günler" umudu taşıyabilmemizin kökleri bizzat doğal hayatın ve olağanüstü tarihin kendisinde.
Bitkiler, hayvanlar, ormanlar, denizler, akarsular, dağlar, ovalar ve her gün ve gece, bize büyük ve muhteşem bir hikâyenin parçası olduğumuzu…
İnsanlık tarihi ise; en yılgın, en umutsuz, en güçsüz, en sessiz, en edilgen zamanlarda bile insanın, en azından bir kısım insanın o hikâyenin değiştiren dönüştüren asli oyuncusu olabildiğini anlatıp duruyor.
Devinim ile devrim, öyle bir şey.
Akış ile direniş de, kalkış ile yürüyüş de.
Uyanış ve güneşe bakış da!
T24, gazetecilik hayatımın 12'inci, sadece makale dönemlerimin altıncı durağı olmalı.
Son durakları asla bilemediğiniz bir yolculuğun bugünü ve yarını.
Kuruluşundan beri gelişimine tanık olduğum, başta Doğan Akın, emeklerine saygı duyduğum genç ya da yıllanmış gazetecilerin "mesleğin ve insanlığın adabı ile hukuku"na tutunduğunu, okurunun da bunu paylaştığını hep hissettiğim bir mecra.
Umarım buraya kattığım her kelimenin bir manası bulunur.
Devinim ile devrime düşkün hikâyelerin en azından birkaç cümlesi de benden olur.
Zaman öyle bir zaman ki, on binlerce hayat üstüne yıkılan enkaz kaldırılamadan, milyonlarca insanın üstüne çökmüş, çöreklenmiş masif kibir ve kesif kötülük enkazını kaldırma umudu doğdu bir şekilde.
Önümüzdeki sadece bir iki aylık "uzun, derin, yoğun dönem" işte öyle bir şey.
Bunun "Başkanlık" safhası tamamen öyle. Bir nevi referandum.
Bir nevi, neye evet dediğinden ziyade neye hayır dediğinle tanımlanan ama giderek, "hayır"ın da "umuda evet" diye nefes nefese koştuğu bir dönem.
Kavuştuğu değil, henüz koştuğu.
Çünkü hayır dediğiniz her şey, en azından içinizdeki bastırılmak, susturulmak, ezilmek istenmiş "evetler"e; temel hak ve özgürlüklere, insani değerlere, kimlik ve kişiliklere dair.
O yüzden…
20 küsur yılda cılklaşmış ve derken kabuklaşmış kötülüklerin barındıramadığı "Cumhuriyet, Halk, Saadet, İyi'lik, Gelecek, Deva, Demokratlık" öyle ya da böyle bir araya gelebiliyor…
Ne kadar eleştirilse, birçok açıdan kifayetsiz sayılsa bile, "Kötülük"ten azade bir isim, onca yıllık parti başkanlığı hayatında ilk kez lider olabiliyor.
O yüzden "Artık yeter; başka bir hayata ve umuda evet" dayanışmasında; içinde veya dışından, betona tapanlar cephesinde bulunmayan değerler de; "Halkın Demokrasisi, Türkiye'nin İşçisi" ve diğerleri de olmalı diyebiliyoruz işte!
Ayıran ve ayıracak onca şeye rağmen, en azından birleştirecek güçlü bir amaç var.
Belki onu da yapan çıkmıştır ama…
Deprem enkazında, ne kurtarılmak istenenin, ne kurtarılanın, ne kurtarmak için çırpınanın kimliğinin sorulması gibi.
On binlerce kaybın da kurtulanların da, kimliklerinden bağımsız biçimde aynı felaketin kurbanı, mağduru, kaybolanı veya kaybedeni olması gibi.
O felaket karşısında bile kibir ve nefret kusabilenlere rağmen; onca mağdur karşısında kimsenin mağrur olma hakkı bulunmaması gibi.
Liderler, masalar, mutabakat veya çelişki-çatışma…
6 liderin sadece 6 oyunun bulunduğu bir hakikatin öteki yüzünde, bıkmış, tükenmiş, hırpalanmış, umudunu yitirmiş iken bir ışık görmek isteyen milyonlarca insan var.
Her oyun kendi isyanı, kendi şiiri, kendi aşkı, kendi hayali, kendi kırgınlıkları, kendi öfkesi, kendi umudu var ve uzanıp "öncelikli amaç"ta bir diğeriyle omuz omuza vermek istiyor.
Kimin hangi bakanlıkları filan alacağından çok daha önce!
Evvela bir kâbustan çıkmak, rüyaları eyvallah az sonra görmek üzere!
Kıyısına, ormanına, havasına, suyuna, hayvanına, tüm canlılarına arsızca, zalimce saldırılan tabiat da…
Milyonlarca gencin ve çocuğun belirsizliklere gömülmüş geleceği de…
Daimi sadaka, ulufe sistemiyle düzenin aç-muhtaç biat-itaat ordusu halinde tutulmak istenenlerin onuru da…
İşte, işsizlikte, evde, sokakta hırpalanan kızların, kadınların suskunluğu veya isyanı da…
Yoksulluğu da yoksunluğu da birlikte paylaşmaya kolayca mahkûm edilirken, dayanışma yerine bir diğerinden nefrete çivilenmek istenen her inançtan veya inançsızlıktan, etnik kökenden insanın haysiyeti de…
Bahardan bir umudun renkleri olmaya epeydir ilk kez bu kadar hazır.
Sesleri kesilmiş sanılsa da; beton enkazı altında ve toplu mezarlardaki herkesin dinmeyecek çığlığı ve silinmeyecek vasiyeti…
Sesleri kısılmış sanılsa da; beton paganı arsız, yüzsüz, muhteris, kibirli ve kindarların enkazından kurtulmak isteyen herkesin manifestosu da böyle bir şey sanırım!
Kalbinizin, iyiliğin, dayanışmanın, daha iyi günlerin yolu açık olsun!
Umur Talu kimdir? Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu. Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.Türkiye medyasında ilk “ombudsman”lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest), Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı. |