Uğur tam 30-31 yaşında olacaktı ki, birden 14 yaşında oldu.
Uğur 19 yılda sadece iki yaş büyüdü.
Uğur 12 yaşında öldürüldü ama 14 yaşında işkence gördü.
Uğur Kızıltepe'de, ayağında terlikleri, 13 mermiyle delik deşik yatıyordu 2004'de… Lice'de Y.D oldu, dipçik dipçik dövüldü, bir çukura atıldı 2023'te.
Çukur dedim de, bir Cumhuriyet Bayramında, Uğur henüz 2-3 yaşındaydı ki, 13 yaşındaki Seyhan'ın cesedi atılmıştı bir çukura.
2004 senesiydi. Minicik bir haber görmüştüm. Kıyıda köşede bir yerde:
12 yaşındaki çocuk, evlerinin önünde, nakliyeci baba kamyonu hazırlarken., baba oğul birlikte öldürülmüştü.
Mermiler polisindi ve 12 yaşındaki çocuğun bedenine 13 mermi isabet etmişti. Her yaşına bir mermi; 13'üncü de "Uğursuzluğa."
Üst üste yazılar yazdım, o sırada "gazete" olan Sabah'ta. Sonra başkaları da yazdı ısrarla. Beni en çok etkileyen ise, diğer yazanlar "soldan" sayılsa da, Sabah'ta "MHP'li, ülkücü" Ömer Lütfi Mete'nin de aydın duyarlılığı da taşıyan bir vicdanla Uğur'un öldürülüşünü yazmasıydı.
Vicdanın da sağı solu olmayabilirdi; kötülükler gibi.
Sonra ne oldu?
Ateş açan polisler açığa alındı. Daha AKP'nin ikinci senesi. Öyle kabuklaşmış, kin ve nefret bürümüş 21 sene geçmemişti; İçişleri Bakanı da soylu biri değildi. Demokratlık, liberallik paçalardan akıyordu.
Ancak devlet yine devlet, nefret yine nefret, şiddet yine şiddetti.
Kamuoyu oluşunca, polislere dava açıldı. Ne var ki, Kızıltepe'de öldürülen çocuk ile babasının davası Eskişehir'e taşındı.
Polisleri korumak gerekçesiyle, aile korumasız bırakıldı.
Sonra ne oldu?
Bildiğiniz adalet dünyasında dava sürdü, sürdü. O sırada polisler göreve iade edildi. Nihayetinde de suçlu bulunmadılar.
Sonra ne oldu?
Devlet, çocuğu vuran polisleri korumak için, hepsinin mi bilmiyorum ama, isimleri değiştirdi.
Sonra? Uğur öldürülürken AKP iktidarının asli parçası olan "FETÖ'cü polisler" darbe girişimi sırasında bir yana savruldu; onlarla çatışırken öldürülen polislerden biri de Uğur'a 13 mermiye karışan ve ismi değiştirilenlerdendi; onun da küçük çocukları vardı!
Bu acıları, bu trajedileri "terör örgütleri" yarattığında zaten adını koyuyorsunuz. Ama ezelden beri "devlette devamlılık" yaratıyorsa; hem cinayetler hem katliamlarla devlet ve birimleri, görevlileri de anılıyorsa, o ülkenin kamu vicdanı, adalet mekanizması ve güvenlik anlayışında hastalıklar vardır.
İşte o devamlılık Uğur'u 19 yıl sonra Lice'de buldu. İki yaş büyümüş, 14 olmuştu. Adı bu kez Y.G. idi.
Polisler onu "aldı." Sonrası ifadesinden şöyleydi: Sürükleme, Mobese'den saklama, dipçikle darbe üstüne darbe, poşusuyla ellerini bağlama, boğazını sıkma, 'Kürtlere küfret, Mehmetçik marşını ezberlemezsen öldürürüz" şeklinde videolu tehditler, ayağa kelepçe, nihayetinde elleri ayakları bağlı bir çukura fırlatma! Bir gözünü kaybetme ihtimali.
Polislerden üçü bu kez tutuklandı. Adalet mi yoksa seçim telaşı mı, bilinemez tabii.
Ama muhtemel sonrası, 19 sene önceki Uğur davasında yatıyor. Çünkü bir başka Uğur'u, Cemevinde öldüren de bir miktar para cezasıyla "cezalandırıldı!"
Belki biliyorsunuz belki unuttunuz ama, öyle böyle, arada, derede, patlamada, saldırıda, zırhlı altında çok çocuğumuz öldü.
"Devlette devamlılık"ın simgelerinden biri ise Seyhan'dı ve ne olur asla unutmayın!
Dargeçit'teydi olay. Cumhuriyet'in tam 72'inci yıldönümü. Çoluk çocuk gözaltılar.
Seyhan'ın kardeşi hariç, ne büyükler ne çocuklar bir daha görüldü. Ne iz ne kayıt.
Sonra "hakikatin kemikleri" çıkmaya başladı. Seyhan'ın annesi ve babası bir kemik olsun bulmak, bir mezar açıp duasını suyunu eksik etmemek isterken İstanbul'da Cumartesi Anneleri olarak öldüler.
Öldürülüp kaybedildikten 18 sene sonra bir çukurda bulundu Seyhan'ın kemikleri. Alelacele gömüldü. "Evladımın kemiklerine kavuşsak hiç olmazsa" diye diye İstanbul'da ölüp gömülmüş anne babanın kemikleri bu kez o mezarlıktan çıkarılıp evlatlarının kemikleriyle aynı toprakta buluşturuldu.
Seyhan kemik kemik bir kuyudan çıkmadan epey önce…
O kayıpların o kuyuların iki sorumlu jandarma komutanından biri CHP biri DP'den sandıktan çıkmış, belediye başkanı olmuş, Bodrum'daki DP'liyi bugünün İçişleri Bakanı kendisiyle birlikte AKP'ye taşımıştı.
Ve biliyor musunuz, o cinayetlere karşı çıkan vicdanlı bir uzman çavuş da öldürülüp fırına atılmıştı!
HDP bugün "Çözüm şiddet değil. Silah değil; Meclis" diyor…
"Kürt sorunu"nun öteki yüzü, "devlette devamlılık" ne diyecek?
Uğur da, Seyhan da, Y.G. de merak ediyor.
Kriminalize edilen nice polis de merak etsin: Onları birer "suçlu" haline getirip kollayan devlet, onların en basit haklarını çiğneyen, mobingden intihara sürükleyen devlet ile aynı!
İnsana haksızlıklarını kollayıp insan haklarını ezenler aynı!
"Kürt çocuğa şiddet"e salarken, onların kendi çocuklarının hayatını, haysiyetini, umudunu, geleceğini maddi manevi şiddete maruz bırakanlar aynı!
Umur Talu kimdir? Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu. Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest), Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı. |