Kötülük bir kez sistemin ve iktidarın ruhuna işlemişse, ne deprem yıkabiliyor, ne sel alıp götürebiliyor, ne yangın kül edebiliyor.
Tek çaresi var, kötülüğün farkında olmak.
Bu farkındalığı da o kötülük silsilesine fark ettirmek.
Bu ülke insanları, gençleri ve çocukları için nasıl bir insanlık cehennemi ifade ettiğini görmek ve bizatihi kaynağına da "Seni görüyorum artık" diyebilmek.
Pandemiden depreme, zaten sadece sayıdan ibaret olan ölü sayılarını "üst limitler"de dondurmakla yetinmeyen, "ölüm"ü neredeyse mazur ve makul göstermek isteyen "helalleşme" hemen vaziyet ediyor.
Bu insafsız, merhametsiz yolculuğun bir yerinde, 15-16 sene kadar önce Tuzla tersanelerinde adeta seri cinayetlerle öldürülen onlarca işçi için resmen edilmiş şu söz vardı mealen:
"Köylü oldukları için toprağa basmaya alışmışlar. Yükseğe çıkınca düşüyorlar."
İşçiler, vatandaşlar toplu halde ölürken "Güzelleme, helalleşme" de büyük mesafeler kaydetti.
TTK'ya ait Zonguldak Karadon Maden Ocağı'nda 17 Mayıs 2010'daki grizu faciasında 30 işçi yaşamını yitirmiş, cesetlerine 28 gün sonra ulaşılmıştı.
Devrin bakanı, yani son 21 senenin iktidarının o sıradaki "güzel" bakanı demişti ki:
"İlk 19 madencimizin bedeninde herhangi bir yanık yoktu, güzel öldüler. Acı çekmediklerini ve fizik olarak da güzel öldüklerini rahatlıkla söyleyebilirim. 8 madencimizde ise hafif yanıklar vardı, onların kimlik tespitlerinde sorunlar yaşandı. Maden işçileri ailelerine teslim edildi. Aileler huzur içinde. Sadece iki madencimize ulaşamadık."
Öyle bir facia ve katliamda "Güzellik… Huzur" nasıl kullanılmış, hatırlayın ve asla unutmayın!
Aynı bakan bir süre sonra, bu kez başka bir bakanlığın başındaydı. Atama beklerken kimi çıldıran, aralarından kimi intihara sürüklenen sözleşmeli ya da köleleştirilmiş öğretmenler için şunu diyebilecekti:
"Ben onları Eminönü'nde bekleyen güvercinlere benzetiyorum. Bekliyorlar ki biri önlerine yem atsın. Allah'tan çocuklarım memur olmadı."
Bunları arızî ya da arıza sananlar çok yanılıyordu, çünkü bu sistemli, organize bir kötülüktü.
Daha büyük bir kürsüden sürekli olarak "Haddini bil, çürük, terbiyesiz, ananı da al git, adi" gibi seslenen sistemin kimi zaman kendini sevimli bile zanneden tek sesli korosuydu.
Kimi daha özenli olsa da, hep aynı kötü ruhla yürüyorlardı toplumsal acıların bile üzerine.
Gezi'de öldürülen Berkin Elvan'ın acılı annesini meydanlarda yuhalatan şey işte!
Biri de onca şehit tabutuna baka baka, "Genç yaşta şehitlik nasip işidir" deyivermişti. Aklına kendi amir ve arkadaş çocuklarının şehitlikten nasiplenmemek için askerliğe zahmet etmedikleri gelmemişti.
Çünkü zaten "Askerlik yan gelip yatma işi değil"di!
İktidarın parçası saymasanız da, parçasıdır; bizzat iktidar tarafından terfi ettirilen bir komutan ise, astsubaylara, uzman çavuşlara "Biz başız, siz ötsünüz" dedikten sonra ödüllendirilmişti.
Tek bacağı platinli olduğu için esas duruşta layıkıyla duramayan bir profesyonel askere, resmi deyimiyle "gazi"ye, hem de o bacağına tekme atıp sonra terfi alan paşa gibi.
"Fıtrat"ı zaten çok duydunuz. Soma'da, onlarca işçi can vermişken, yerdeki işçi danışman tarafından tekmelenirken de duymuşsunuzdur.
Ölüm o işlerin fıtratında vardı ya!
Depremzedelerin arasından çıkarken sırıtıp gülen bakanları da gördü gözleriniz. Son olarak, Şanlıurfa'da onca insanı ve varlığı sular yutarken, "Sel 15 can aldı ama toprak da suya kavuştu" diyebilen bakanı duydu kulaklarınız.
Gözlerimiz göreceğini gördü…
Kulaklarımız duyacağını duydu!
Artık geriye kalbimiz, vicdanımız, aklımız, muhakememiz kalıyor!
Grizu boğmadan, deprem yıkmadan, sel almadan, sandık yanmadan kurtarmamız gereken insanlığımız.
Çünkü artık kibirle, ihtirasla kirlenmiş nasıl bir inanç haliyse böylesi; insanın, canın, altta veya enkazda kalanın pek kıymeti yok…
İtiraz edenin, eleştirenin, aklı başına gelenin, sesi çıkanın başına gelenler de o yüzden!
Not: Başlığı eski bir yazımdan ödünç aldım. Bakan isimlerini özellikle yazmadım, çünkü ismin önemi yok. Bu bir "Had Bildirme, Olmadı Helalleşme" organizasyonu! Elemanları değişse de, hep tutarlı!
Bu zihniyetin piyasa versiyonu da başka bir yazıya.
Umur Talu kimdir? Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu. Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest), Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı. |