Netflix'te yayınlanan "English Game" isimli dizide, futbolun nereden başladığı ve nasıl bir noktaya evrildiği anlatılıyor. 'Asiller'in kural koyucu olduğu ancak işçilerin değiştirdiği bu oyun, günümüzde adına 'endüstriyel futbol' denilen, akılalmaz paraların el değiştirdiği bir sanayi haline dönüştürüldü. Futbolun endüstri haline getirilmesine, romantik futbolseverler karşı çıksa da, ne yazık ki, gerçeklerin suratımıza sertçe çarpmasına engel olunamıyor.
Nasser Al-Khelaifi, 2012 yılında PSG'yi satın aldığında futbolcular yılda ortalama 6,2 milyon euro kazanıyordu. Aradan 10 yıl geçmeden, PSG'nin Neymar'a yıllık 36,8 milyon, Messi'ye 35 milyon, Mbappe'ye 18 milyon euro yıllık ücret vermesi, futbolun nereden nereye geldiğinin de göstergesi gibi.
Avrupa'nın 5 büyük ligi olan İngiltere, İspanya, Almanya, Fransa ve İtalya'daki birkaç kulüp dışında, bu rakamları bırakın bir futbolcuya vermeyi, senelik bütçelerine bile denk gelemiyor. Bu yüzden de, çok az örnek dışında futbolcular altyapılarından çıktıkları kulüplerde kalmıyor, kalamıyor.
Bugün gelinen noktada; Rıza Çalımbay, Bülent Korkmaz, Müjdat Yetkiner, Carles Puyol, Francesco Totti, Paolo Maldini gibi isimler, 'kubbede hoş sadâ bıraksa' da, örneklerine bir daha zor rastlanacak. 'Bayrak adamlar', 'adanmış hayatlar', boş mukaveleye imza atan futbolcular dönemi biteli çok oldu.
Lionel Messi'nin 21 yıl formasını terlettiği, büyük başarılara imza attığı Barcelona'dan ayrılması kişisel para tercihi için olmasa da, endüstriyel futbol, onu yuvasından koparttı. Covid-19 pandemisi nedeniyle gelirleri büyük ölçüde azalan Barcelona, La Liga'nın maaş sınırına takılan Messi'ye ayrılıktan başka bir çare bırakmadı.Zira, başkan Joan Laporta'nın da dediği gibi, Barcelona'nın oyuncu maaşları, kulüp gelirlerinin yüzde 110'una denk geliyor. Ve Finansal Fair Play (FFP) kuralları gereği, 13 yaşında kapısından gülerek girdiği kulübünden “21 yıl sonra, karım ve üç küçük oğlum çocuğumla birlikte buradan ayrılıyorum. Geri dönmeyeceğimizi kesin olarak söyleyemem çünkü burası benim evim.” diyerek, gözyaşları içinde ayrıldı.
PSG, bu ayrılığın mali şartlarını karşılayabilecek birkaç kulüpten biriydi. Ligue 1'de şampiyonluğu hiç beklenmemesine karşın Lille'e kaptıran, harcadığı yüz milyonlarca euroya karşın Şampiyonlar Ligi'ni kazanamayan Nasser El Khelaifi'nin PSG'si, 2021-22 sezonunda, Achraf Hakimi'nin bonservisi için 60 milyon Euro, Danilo Pereira'ya da 16 milyon ödedi.
Ancak bonservis ücreti ödemediği Wijnaldum için yıllık 17 milyon, Sergio Ramos'a 20 milyon, kaleci Donnarumma'ya 12 milyon euro ve Lionel Messi'ye de 35 milyon euro ücret karşılığı renklerine bağladı.
Bu büyük rakamlarla baş edebilmek mümkün değil, çünkü artık altyapılara da deyim yerindeyse hunharca bir saldırı var. Kulüpler izleyip, tarıyor ve ufacık ışık veren futbolcuları bile, transfer ediyor. Futbol, sportif bir organizasyondan, finansal bir yapı haline getirilirken, taraftarlar 'müşteri', futbolcular da alınır-satılır meta oldular.
Milyarderlerin elindeki aç gözlü zengin kulüpler, diğerlerinin yaşamasına, sadece kendi istedikleri için izin veriyor. Onların dışındaki herkes, rakip değil binlerce altyapıdan sadece biri.
Hatta iş öyle bir noktaya geldi ki, bu aç gözlüler, UEFA'yı bile devre dışı bırakıp, pastanın tamamını yemek için harekete geçerek, Avrupa Süper Ligi'ni kurdu.
Bu doymak bilmez açgözlülüğe bugüne kadar zemin hazırlayan UEFA'ın şimdiki başkanı Aleksander Ceferin tehlikenin farkına varıp, “Bencillik dayanışmanın yerini aldı. Para şöhretten daha önemli hale geldi. Açgözlülük sadakatten daha önemli. Bazıları için taraftarlar tüketici, taraftarlar müşteri ve yarışmalar ürün haline geldi. Futbol herkese aittir çünkü futbol mirasımızın bir parçasıdır. Tarihe saygı ve geleneğe saygı göstermeliyiz. Bugünkü büyük kulüpler geçmişte büyük kulüpler değildi ve gelecekte büyük kulüpler olacaklarının garantisi yok” sözleriyle, endüstriyel futbola ve bakış açısına eleştiriler yöneltti. Tabii bunun nedeni de sadece ve sadece pastayı kaybetme korkusundandı. Yoksa, bu eleştirileri yönelttiği kulüplere bu cüreti veren yine onlardan başkası değildi.
Türkiye'ye gelecek olursak; bu kulüplerle rekabet edebilmek için ne parasal değer, ne de bir bütçe yok. Kendini “büyük” görenler, sırtını devlete dayamış, her yıl bir öncekinden daha büyük rakamlarla borçlanıyor. Katlanarak artan borçları için devlet bankalarına daha büyük rakamlar ve uzun vadelerle daha da fazla borçlanıyor.
Bataklığa döndürdükleri futbol ortamında, sahadan çok saha dışında mücadele ediliyor. Futbolu yönetemedikleri gibi, daha da çirkinleştirmek için ellerinden ne geliyorsa yapıyorlar. Başarısızlıklarını, taraftarın önüne attıkları tartışmalarla perdeliyorlar.
Sonuç; Avrupa'ya her gittiğinde hüsrana uğrayan kulüpler, milyarlarca lira borç, futbolu futbolsuzlaştırma ve rakipleri düşmanlaştırmadan başka bir şey değil.
“Futbol borsada değil, arsada güzel” diyen Metin Kurt, yıllar önce bu değişime, “Bizler futbolu bir oyun olduğu için sever ve oynardık, artık futbol, para, son model arabalar ve güzel mankenler için oynanıyor” sözleriyle dikkat çekmişti.
Çocukların günümüzde futbol oynayacak arsaları kalmadı, beton binalarla çevrelenmiş şehirlerin sokaklarında, “Oğlum niye pas atmadın”, “3 korner, 1 penaltı”, “Atan alır”, “Adamın devam dedi”, “Gooooool” diye bağıran çocuklar kalmadı. Bu dev endüstri, onları da içine alıp, futbol kulüplerinin yolunu tutmaktan başka çare bırakmadı.
Messi'ye dönecek olursak; futbolseverlerin son 15 yıldaki en büyük şanslarından biri. Sebep ne olursa olsun, keyifle ve merakla izlemeye devam edeceğiz.