Kürt sorununun çözümüne yönelik adımlar atılmasıyla birlikte eteklerdeki taşlar birer birer dökülmeye başladı. Türklüğün yılmaz savunucuları bildiri ardına bildiri yayınlar, meydanlar “vur de vuralım, öl de ölelim” sesleriyle çınlarken, meclis çatısı altında da Birgül Ayman Güler “bana Türk ulusuyla Kürt milliyetini eşit, eş değerde gördüremezsiniz” çıkışıyla ikinci Kuvay-i Milliye direnişinin fitilini ateşledi!
Güler’in bu çıkışı iki anlamda önemli. Birincisi, Kemal Kılıçdaroğlu tarafından da sahiplenilen bu sözler CHP’nin resmi görüşünü yansıtıyor. “Ulusalcılar” kanal kanal dolaşırken farklı görüşler dile getiren Gülseren Onanç’ın parti disiplini gerekçeşiyle tasfiye edilmesi bunun en son kanıtı. İkincisi, Güler tezlerini akademik kimliğinin ardına sığınarak, bilimsellik iddiasiyla savunuyor.
O halde ulusal solun ideologlarından Güler’in “bilimsel” tezlerine yakından bakalım. Birkaç hafta önce Habertürk’te Belkıs Kılıçkaya’nın sorularını yanıtlayan Güler’e göre sorun anayasa sorunu (tırnak içindeki tüm alıntılar Güler’e ait). “Ulusal devlet istiyor muyuz, istemiyor muyuz?” Nedir ulusal devlet? “Bir ulusal resmi dil üzerinden bütün siyasi, idari yaşamını kuran devlet”. Peki anayasal vatandaşlık? “Anayasal vatandaşlık ulusal devleti kırar” çünkü farklılıkları öne çıkaran bir siyasi sistem kurar. “Eğer kimliğimi yaşamak benim için siyasi hak … diyorsanız ulusal devleti reddettiniz demektir.” Bunun bizi götüreceği yer parçalanmadır, bölünmedir, Yugoslavya’daki gibi bir “mezhepler mezbahasıdır”.
Bu bağlamda biz de Güler’e bazı sorular soralım: 1. Türk ulusal devleti hangi kimlik üzerine kuruludur? Size göre bir üst kimlik, bir çadır olan Türklük üzerine, değil mi? Dahası bu çadır “iyi bir çadırdır, iyi bir mayadır”, halkın yüzde 80-85’inin kabul ettiği bir çadırdır. O halde neden Kürt sorunu diye bir sorunumuz var? “Kürt kökenli siyasetlerin” ve emperyalizmin kışkırtması yüzünden mi? Bu komplocu analizin ne kadar bilimsel olduğunu geçelim, 13 milyon insan nasıl bu kadar kolay inanıyor bu yalanlara, hele çadırla bir sorunları yoksa? Hep aynı şeyleri hatırlatmaktan bıktık ama bu çadırda Kürtler yerlerinden edilmedi mi, yaşadıkları yerler bombalanmadı mı, köylerin, şehirlerin isimleri değiştirilmedi mi? Hayır, 1980 sonrasını kastetmiyorum; 1934 İskan Kanunu’ndan söz ediyorum mesela, Dersim’den, Ad Değiştirme İhtisas Komisyonu’ndan. Haydi sizi zor durumda bırakmamak için o çadırda yaşayan gayrimüslimlere ne olduğunu sormayalım!
2. Bu çadırın “çok başarılı bir süreç yaşadığını, bunun da evlilikler ve mesleki rotasyonlarla büyük ölçüde sağlandığını biliyorum” diyorsunuz. İlginç, sizin bildiklerinizle bizim bildiklerimiz pek örtüşmüyor. Biz, 18 Mart 1926 tarihli 788 sayılı “Memurin Kanunu” ile “Türk olmanın” devlet memurluğunun ön koşulu olarak belirlendiğini, bu kanunun 1965’e kadar yürürlükte kaldığını sanıyorduk mesela. Ya da 4 Haziran 1932 tarihli 2007 sayılı “Türkiye’de Türk Vatandaşlarına Tahsis Edilen Sanat ve Hizmetler Hakkında Kanun”la bazı mesleklerin “ecnebilere” ve “diğer milletlerin adamlarına” yasaklandığını.
3. Size göre bu “başarılı” çadır, farklılıkları öne çıkarmaz, ortak benzerliklere dayalı bir siyasal sistem kurar. Hangi benzerlikler? Türkler ve Kürtler bu kadar benziyorsa neden onları asimile etmeye çalıştık yıllarca? Neden o farklılıkları üst kimlik altında yaşatmadık? Yine 80 darbesi diyeceksiniz, biliyorum. İyi de 1980’den önce bu ülkede Kürtçe eğitim yapılıyor muydu? Ya da mahkemelerde Kürtçe savunma?
4. Yeri gelmişken Türklüğü ulus, Kürtlüğü milliyet yapan nedir? (Şu milliyet terimini de SSCB deneyiminden aldığınızı söyleseniz fena olmaz mı?) Neden Türkçe ortak dil, Kürtçe ya da başka diller değil? Türkler kendi ulus-devletlerine sahip oldukları için olmasın? Yani devleti olan ulus, olmayan milliyet mi?
5. Son soru. “Reddettiğim sistemde şu var. Ulusal devleti ortadan kaldıralım. Nötr bir vatandaşlık tanımı getirelim”. Bunu söylediğinizde kendinizi ele verdiğinizin farkında değil misiniz? Demek ki şu andaki vatandaşlık tanımı nötr değil! Peki nasıl kabul ettireceksiniz bunu diğer etnik gruplara – pardon “milliyetlere”?
Bu sorular elbette retorik. Güler’in iddialarının bilimsel değil, düpedüz ideolojik olduğunu bilmemesi mümkün değil. Bu durumda ya göz göre göre kamuoyunu yanıltmaya, ulusalcılığına bilimsel bir meşruiyet kazandırmaya çalışıyor, ya da söylediklerine gerçekten inanıyor. Eğer ikincisiyse kendisine 21 Mart’ta attığı bir tweet’i hatırlatalım: “Körleşmeyin… Körleşme zamanları değil bu zamanlar!”. Biz kör değiliz Sayın Güler, ya siz?