Antalya’da Ulusal Yarışma kaldırıldı ama sinemamızın yıllık hasadını değerlendiren festivallerin ardı arkası kesilmiyor. 7. Uluslararası Malatya Film Festivali sonuçlanırken İstanbul’da Uluslararası Boğaziçi Film Festivali, Gaziantep’de Uluslararası Zeugma Film Festivali, Uluslararası Antakya Film Festivali ve farklı kentlerde düzenlenecek Sürdürülebilir Yaşam Festivali başlıyor. Adana’daki uluslararası festival sonuçlanalı daha bir ay bile olmadı… Çoğunluğu, ulusal yarışmalar içeren festivaller…Festival sayısı açısından olmasa da, ulusal yarışma sayısı ile dünya birinciliği bizdedir sanıyorum.
Yanlış anlaşılmasın, festivallerin sayısının artmasından şikayetçi değilim. Avrupa’nın ek çok ülkesinde, neredeyse her kentin bir film festivali var. Ama, hem hepsinin ayrı bir kimliği var; yani büyük çoğunluğu uzmanlaşmış festivaller ve seçtikleri dalda yarışmaları var. Her festivalde ulusal yarışma düzenlemek gibi bir alışkanlıkları yok.
Şimdi diyebilirsiniz ki, o zaman Uluslararası Antalya Film Festivali’nde Ulusal Yarışma’nın kaldırılmasını destekliyorsun. Evet, bu kadar çok ulusal yarışma yapılmasını anlamsız buluyorum ama, ulusal yarışmanın kesinlikle var olması gereken ilk festivalin de Antalya olduğunu düşünüyorum. Çünkü, arkada koskoca 54 yıllık bir gelenek var ve zamanlaması (yeni bir mevsimin başlangıcında yeni filmlerin tanıtım ihtiyacı) açısından son derece işlevsel. İstanbul Uluslararası Film Festivali’nin Ulusal Yarışması da, farklı bir mevsimde düzenlenmesi ve dünya festivallerinin seçimleri için en uygun ortam olması nedeniyle aynı derecede önemli ve işlevsel.
Diğer festivallerin ise sektör açısından önemi, koydukları para ödülünün miktarı ile ölçülüyor ne yazık ki. Bir ülkede yıl içinde üretilen nitelikli, sanatsal değeri ile öne çıkan filmlerin sayısının bir elin parmaklarını geçmesi nadirdir. O zaman, farklı festivallerde filmler değil, jüriler yarışıyor galiba. Nitekim, Malatya’da yarışan filmlerin hemen hepsi, İstanbul ya da Adana’da yarışmış -kimi ödüllendirilmiş- yapımlardı. Yarışma sonuçları da, doğal olarak fazlaca sürpriz içermiyordu.
Bu söylediklerime rağmen belirli durumlarda aynı filmleri başka bir festivalde, farklı bir jürinin önüne yeniden çıkartmak anlamlı olabilir. Örneğin, her şeyin siyasallaştığı, kamplaştığı bir ülkede, yüksek para ödülü koymasına karşın, tarafsızlığı kuşku götürebilecek bir festival yönetimi ve jürisinin değerlendirmesi kuşku yaratabilir. Bu durumda, tarafsızlığına güven duyulan bir ortamda, farlı bir jürinin değerlendirmesine ihtiyaç duyulabilir. Antalya Belediye Başkanı’nın Cannes’a benzemek için Ulusal Yarışmayı kaldırmasının ardından, İstanbul’da genç bir yönetmenin girişimi ile gerçekleştirilen ‘Ulusal Yarışma’da olduğu gibi.
Şimdilik, festivallerin büyük çoğunluğu iktidar partisinin belediyelerince düzenlense de, yarışma jürilerinin oluşumunda siyasi tercihler pek öne çıkmıyor. Ama, gelecek için çok iyimser değilim doğrusu. Televizyonlara verilen kara listelerin belediyelere de dayatılmasının çok uzağında değiliz. Nasıl bu kadar kesin konuşabiliyorsun diye sorarsanız, kendi başıma geldi de oradan biliyorum. Kayyumla yönetilen belediyelerden birinde, festival yönetimi jüri üyesi olarak ismimi öneriyor ama Kültür Bakanlığı’nın talebi üzerine bu önerisini geri almak durumunda kalıyor (Bana bu teklifi yapan iyi niyetli insanları zor durumda bırakmamak için yer ve isim belirtmek istemiyorum).
Sinema ve tiyatro destek kurullarının kararlarına yansıyan siyasi kriterler zaten malum. Bunun festivallere de yansımasının ilk adımlarını görüyoruz şimdilik. Siyasi otoriteye mutlak bağlılık içindeki yerel yönetimlerin düzenlemekte oldukları -ya da düzenlemeye niyetlendikleri- festivaller, ne derecede bağımsız kalabilecek, göreceğiz. Şimdilik, birkaç dokunuşla yetiniliyor. Malatya’da, “Aile filmleri” proje yarışması düzenlemek ve Mesut Uçakan’a Onur Ödülü vermekle sınırlı kaldı bu dokunuşlar. Şükrediyoruz… Üstelik iktidarın yeni festivaller yaratma çabasını da destekliyoruz. Çünkü biliyoruz ki, başka niyetlerle oluşturulsa bile, bir sanat etkinliği er geç yolunu bulur… Mussolini’nin faşist rejiminde oluşturulan sinema okulu Centro Sperimentale’de yetişen ve gene rejimin kurduğu Cinecitta stüdyolarında çalışan sinemacıların İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nin temellerini attığını görmezden gelebilir miyiz? Bu yüzden AKP’nin sanat dünyasındaki hamlelerini, bu çerçevede festivali olmayan kentlerde yeni film festivalleri yaratmalarını hararetle destekliyorum. Oralarda yetişecek genç kuşakların ne yapacağı belli olmaz!
AKP iktidarı ve yerel yönetimleri, zayıf olduklarını bildikleri bu alana yatırım yapmayı sürdüredursun, asıl merak konusu CHP’li yerel yönetimlerin sanat alanında ne yaptıkları… Büyük sermayenin desteğinde bağımsızlığını koruyabilen İstanbul Uluslararası Film Festivali, If İstanbul, Bakanlığın yanısıra Çankaya Belediyesinin sınırlı desteği ile düzenlenen Ankara Uluslararası Film Festivali ve gene sınırlı desteklerle varlığını sürdüren Gezici Festival, Uçan Süpürge, Filmmor Kadın Filmleri Festivali, Eskişehir’de Üniversite bünyesinde düzenlenen festival ve Anadolu’ya yayılan İşçi Filmleri Festivali bir yana, siyasi iktidarın baskısından uzak durabilen kaç festivalimiz var?
Bu durumda, muhalefete bir görev düşmüyor mu? Bağımsızlığı tartışma götürmeyen, uzmanlığa saygılı, gösterişe değil altyapıya önem veren yeni festivaller oluşturmak gibi bir misyonları yok mu? AKP’li yerel yönetimler Trabzon’dan Gaziantep’e pek çok kentte yeni film festivallerine destek olurken, CHP’li belediyeler ne yapıyor? Sinema sanatına neden bu kadar uzaklar?
Bu -uzunca- girizgahtan sonra gelelim Malatya’daki Festivale… Jüri oluşumundan, konuklarına olabildiğince tarafsız bir yönetim sürdüren Yeni Şafak -eski-yazarı, “Film Arası” dergisi Yayın Yönetmeni Suat Köçer ve ekibinin (Program Direktörü Alin Taşçıyan’ı anmadan geçmek olmaz) ilk festivaliydi bu yıl. Olağan aksaklıkların dışında, en önemli sorunlar hemen her festivalin ortak sorunlarıydı: sinemaların teknik koşullarının yetersizliği ve Kapanış Törenindeki bitmek bilmeyen konuşmalar (Maliye Bakanlığı’ndan bir Genel Müdürün de konuşma yaptığını söylesem inanmayacaksınız!)… Festivalin Adana’daki gibi konserlere boğulmaması, etkinliklerin sinemaya odaklanması ise en olumlu yanıydı.
Sağlık sorunu nedeniyle Festivalde üç gün kalan ve filmleri odasında izleyen Hülya Koçyiğit’in başkanlığındaki Ulusal Jüri üyelerinin (Taner Birsel, Ebru Ceylan, Selim Evci, Hayk Kirakosyan) -oy çokluğu ile verdikleri- kararlarını büyük ölçüde sağlıklı ve dengeli bulduğumu söyleyebilirim. Bu da, festivalin bir başka artısı.,
Malatya’da Ulusal Yarışma seçkisine 12 film alınmıştı. Hemen hepsi daha önceki yarışmalara (İstanbul ve Adana) katılmış bu 12 film 14 kategoride yarıştı. Sonuçta, En İyi Film Ödülü “Kristal Kayısı” Onur Saylak’ın “Daha” adlı ilk uzun metrajlı filminin oldu.
Adana’da Yılmaz Güney Ödülü, Umut Veren Genç Oyuncu Ödülü, Adana İzleyici Ödülü ve SİYAD Ödülünü kazanan film, Malatya’dan dört ödülle ayrıldı. En İyi Film Ödülü’nün yanısıra, Ahmet Mümtaz Taylan’a En İyi Erkek Oyuncu, Hayat Van Eck’e Umut Veren Genç Oyuncu Ödülünü ve aynı zamanda yarıştığı Uluslararası Yarışmada NETPAC Jüri Özel Ödülü’nü kazandırdı. Baskıcı bir baba ile oğlunun ilişkisi ve göçmen sorunu gibi iki temel izlek üzerinde ilerleyen film, İstanbul’da düzenlenen Ulusal Yarışma’da da En İyi Film seçilmişti. Onur Saylak’ın sinemamız için önemli bir kazanç olduğunu düşünüyorum.
Yarışmadan dört ödülle ayrılan bir başka yapım, “Sarı Sıcak” da gene bir ilk filmdi. Yönetmen Fikret Reyhan Yüksek Fizik Mühendisi; öyküleri ve “Defne” adlı bir romanı var. Kısa ve belgesel filmler yaptıktan sonra gerçekleştirdiği “Sarı Sıcak”, göçmen bir aile çerçevesinde işçi sınıfından insanların yaşamına derinlikli bir bakış içeren, gerçekçi bir film. Yarıştığı İstanbul Film Festivali’nde En İyi Film, En İyi Erkek Oyuncu (Aytaçç Uşun), En İyi Görüntü Yönetmeni (Marton Miklauzic), En İyi Kurgu (Ömer Günüvar, Fikret Reyhan) ödüllerini, Moskova Film Festivali’nde En İyi Yönetmen Ödülü’nü kazanan “Sarı Sıcak” Malatya’dan da En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo (Fikret Reyhan), En İyi Kurgu ve En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Mehmet Özgür) Ödülleri ile ayrıldı. Hiç kuşkusuz, sinemamızda özgün bir yeri olacak bir yönetmen Reyhan.
Pelin Esmer’in, senaryosunu Barış Bıçakçı ile birlikte yazdığı ve şiirsel bir sinema diliyle ‘ötenazi’ gibi çetrefil bir sorunu yorumladığı “İşe Yarar Bir Şey” ilk kez seyirci karşısına İstanbul Film Festivali’nde çıkmış, Uluslararası Sinema Yazarları (FIPRESCI) ödülünü kazanmıştı. Geçen ay da Adana’da yarışan film, En İyi Senaryo, En İyi Kadın Oyuncu (Başak Köklükaya), En İyi Görüntü Yönetmeni (Gökhan Tiryaki) kazandı. Malatya’da Başak Köklükaya ikinci kez ödüllendirilirken, Öykü Karayel de En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülünün sahibi oldu.
Adana Jürisi’nin tek bir ödül bile vermemesini a Ümit Ünal’ın anlamlandıramadığım “Sofra Sırları”, Malatya’da da Ulusal Jüri’nin takdirine mazhar olamazken, Halk Jürisinin Ödülünü kazandı. Sinemamızın “kara mizah” örnekleri arasında seçkin bir yeri olduğuna inandığım, iyi yazılmış iyi oynamış bir film “Sofra Sırları”. Umarım gişede hak ettiği başarıyı yakalar.
Adana Jürisi'nin ödülsüz bıraktığı bir diğer film, Orhan Oğuz’un “Eksi Bir”i, Malatya’dan önemli bir ödülle, Jüri Özel Ödülü'yle ayrıldı. İnsancıl değerleri vurgulayan gerçekçi yaşam öyküleri Oğuz’un filmografisinde önemli bir yer tutar. Bu kez de üç polis ve bir ‘kloşar’ın öyküsünü anlatıyor yönetmen. En önemli sorunu ise kahramanlarını tanıtırken, bazılarının geri planda kalması. Gene de, Oğuz’un sinemasına yakışan, aldığı ödülü hak eden bir film olduğunu düşünüyorum.
Yılın en iddialı yapımlarından biri olan ve Tokyo’da Semih Kaplanoğlu’na En İyi Yönetmen Ödülü’nü kazandıran “Buğday” sanırım Jürileri en çok zorlayan bir film oldu bu yıl. Kuşkusuz, ele aldığı sorunların kapsamı (teknolojinin getirdiği çevre felaketleri, çağdaş yaşamın yalnızlaştırdığı, doğadan kopardığı insanoğlunun inanç arayışı, bilim ile inancın çatışması, v.b.) ve usta işi yönetimi ile önemli bir film ama sorduğu sorulara getirdiği yanıtlarda kolaycılığa kaçıyor kanımca. İnançla bilimin bir bütün olduğu savını seyircisine iletemiyor. “Buğday, Adana’da En İyi Müzik (Mustafa Biber), En İyi Sanat Yönetimi ödülleri ile FİLM-YÖN Ödülün almıştı. Malatya’da ise, SİYAD Ödülü’nün yanısıra, En İyi Görüntü Yönetimi (Giles Nuttgens) ve En İyi Sanat Yönetimi (Naz Erayda) ödüllerini kazandı. Sinemamızın tür çeşitliliği açısından bir kazanım olduğunu düşünüyorum ama Kaaplanoğlu’nun filmografisi açısından aynı şeyi söyleyemiyeceğim.
Malatya Jürisinin ödül listesinde iki film birer ödülle yer aldı. Onur Ünlü’nün “Kırık Kalpler Bankası” En İyi Müzik (Korhan Futacı, Yasemin Mori); İncinur Daşdemir “Murtaza”daki rolüyle Umut Veren Kadın Oyuncu Ödülü ile…
Malatya’dan ödülsüz ayrılan filmler arasında, Kazım Öz’ün “Zer”i, Orhan Eskiköy’ün “Taş””ı, Taylan Mintaş’ın “Sessizliğin Kardeşleri” ve Nejla Demirci’nin “Yüzleşme” adlı belgeseli yer alıyor. Mintaş’ın filmini izleyemedim ama diğerlerinin dikkate değer filmler olduğunu düşünüyorum. “Zer”i sansürsüz haliyle izlemek isterdim. Ama bu haliyle de benim ödül listeme giren bir film. “Yüzleşme” de, bir farkındalık yaratma filmi olmasına karşın, seyircinin ilgisini baştan sona ayakta tutabilen, kahramanları ile duygusal bir bağ kurmamıza olanak sağlayan bir film. Demirci’nin önceki belgesellerini k de izlemek, yeni filmlerini beklemek gerekiyor.
Malatya’nın Uluslararası Yarışmasına seçilen filmlerin çoğunu, bu arada Kristal Kayısı’yı alan Azerbaycan filmi “Nar Bağı”nı izleyemedim ama NETPAC ödülünü kazanan “Mavi Sessizlik”in aldığı ödülü hak ettiğini düşünüyorum. Türkiye’de yaşanan faili meçhul cinayetlere soğukkanlı bir bakış açısıyla yaklaşan, mazlumların yerine katillerin dünyasını anlatmayı seçen bir film “Mavi Sessizlik”. İstanbul Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü, En İyi Senaryo ve En İyi İlk Film Ödüllerini kazanmıştı. Bundan sonra yapacağı filmleri merakla, umutla bekleyeceğim bir yönetmen Bülent Öztürk. “Ülkemizin barış iklimine katkım olsun istedim” dedi ödülü alırken. Bu dileğe katılmamak elde mi?