Hırvatistan’ı bilirsiniz.
Başkenti Zagreb’dir.
Hani, radyosunda “Lili Marleen” türküsü çalar.
Dubrovnik’i de daha önce yazmıştık.
Sarp kayalıkları, sedir ağaçları, büyüleyici “eski şehri”, masmavi denizi, bir o kadar güzel deniz mahsulleri, meşhur kırmızı şarabı, beyaz tenli, uzun boylu, güzel kadınları, falan filan…
Hırvatistan AB’ye üye oluyor
AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi “Olli Rehn” geçen hafta Avrupa Parlamentosuna yaptığı bir konuşmada; “Hırvatistan bitiş çizgisine yaklaşıyor.” dedi.
Evet yanlış duymadınız !
Henüz 2003 yılında üyelik başvurusu yapmışlardı.
2004 yılında aday ülke oldular.
Gelecek yıl üyelik süreciyle ilgili müzakereleri tamamlamış olacaklar.
2012 yılında da üye olacaklar.
Ne çabuk, değil mi ?
Hırvatistan’dan sonra sıra kimde ?
İzlanda’da da.
Malum; Norveç, İsviçre ve İzlanda AB’ye üye olması için davet edilen, hatta kolundan tutulup çekilen ülkeler. Son krizden epey bir darbe yiyen İzlanda bu kararından vazgeçti. Çok sürmez İzlanda da üye olur.
Biz ne zaman üyelik için başvurduk?
Biliyorsunuz AB ile ilişkilerimiz 1959 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu'na yaptığımız ortaklık başvurusuyla başladı.
1963 yılında Ankara Anlaşmasını imzaladık.
1970 yılında Katma Protokol imzalandı.
1987 yılında tam üyeliğe başvurduk.
1996 yılında gümrük birliği kuruldu.
1999 yılında aday ülke olduk.
2005 yılında tam üyelik müzakereleri başladı.
Yıl 2009
Etti mi 50 sene !..
Peki ne zaman bitecek bu iş ?
27 Ekim tarihinde “Marcin Grajewsk”i imzalı ve Brüksel kaynaklı bir Reuters haberine göre Hırvatistan ve İzlanda’dan sonra genişlemek için “AB uzun bir bekleme dönemine girecek.”
Siz bakmayın “Türkiye’nin üyeliği için Brüksel’de üç tarih konuşuluyor 2014, 2019, 2023” türü haberlere...
İzlanda’dan sonra sırada kimler var?
Sırbistan, Arnavutluk,Bosna,Dağlık Karabağ ve Kosova.
Yani üç aşağı – beş yukarı bizim Rumeli.
Bana göre Rumeli girer AB’ye.
Ama Osmanlı’nın öbür yarısına sıra hiç gelmeyecek…
Bence bunu herkes biliyor.
Bir başka gerçek daha: Biz vazgeçmediğimiz sürece AB üyelik sürecimiz hep bu statüyle devam edecek.
Maalesef bunu da herkes biliyor.
Bir itiraf:
Kendi ömür aralığımda bu ülkenin kaderini değiştirebilecek radikal ve kararlı bir demokratik iradenin tezahür edeceğine olan inancım sıfır.
Bu irade tezahürünün siyaset ve bir parti tercihiyle hiç bir bağlantısı yok…
Diyelim ki tezahür etti…
Böyle bir irade varken, bizim; “nefesi tıkanmış, kemikleri sayılan, Rönesans’ın yenilikçi ve devrimci ruhuyla hiçbir alakası kalmamış, karar alamayan, kendi kendine “oyun” oynayan, yaşlı ve geçmişiyle böbürlenen, ama onunla da ilgisi pek kalmamış bir Avrupa’nın; birkaç ülkesinin ulusal çıkarlarını her zaman en üstte tutan, diğer üyelerin temel konularda hiçbir söz sahibi olmadığı bir sözde Birliği’ne girmek, bize ne kazandıracak ?
Bence hiç.
Böyle düşünmemin nedeni:
Ne;
Türkiye’nin bazı iç kararlar alması gerektiğini savunarak, Avrupalıların “çok ırkçı” olduklarını ve bu nedenle Türkiye’yi hiçbir zaman üyeliğe almayacağını kabul etmemizi isteyen Chomsky”,
Ne;
Fransa’nın ve onu izlemesi muhtemel diğer ülkelerin üyeliğimizi referanduma götürme tercihleri,
Ne;
Türkiye’nin üyeliğine açıkça karşı çıkan Sarkozy ve Merkel ve diğer AB liderleri,
Ne de;
Avrupa'nın temel değerlerinden birisinin Hıristiyanlık olduğunu ve Türkiye'nin AB'de yeri olmadığını savunan Avrupa Birliği'nin yeni başkanı, Belçika Başbakanı Van Rompuy’dur.
Peki ne yapmak lazım?
Siyasetin iç dinamiklerini ülke lehine içselleştirmek için bizce;
“Yeni dinamikler ortaya çıkar, konjonktür değişir, kararlar değişir, ne olursa olsun biz üstümüze düşeni yapalım” yaklaşımını sorgulamak;
Ve değerli yönetmenimiz Nuri Bilge Ceylan’ın tabiriyle, “bu güzel ve yalnız ülke” için, ona zarar vermeksizin, korkuları bir tarafa bırakarak, kendi ayaklarının üzerinde ve kendi halkı ve kurumlarıyla; asker nezaretine, aklına ve müdahalesine hiç ihtiyaç duymaksızın; cumhuriyetin temellerine bağlı ve onun istikametinden kopmadan, demokrasiyi yücelterek, AB ile olan ilişkilerde pozisyon değiştirmenin bir yolunu bulmaktır,
Cesaretle kafa yorulması gereken…
Gerisi top saymaktır.
Not: Bu süreçle de bağlantısı olduğu için bir rica: Yabancı basında AKP ve Başbakan Erdoğan’la ilgili olarak giderek daha fazla çıkmaya başlayan son yazıları, “Osmanlı misyonu” ve benzeri tartışmaları bir T24 yazarı bizim için yorumlasa… Hem de tam 7 – 8 Aralıkta yapılması planlanan ve başarısız geçeceği öngörülen ABD gezisi öncesinde… Ne değişti ? Bilsek.