Küresel ekonomik konjonktür erken seçim için hiç uygun değil. Fed’in temmuz, eylül, ekim ve aralık aylarında yapacağı dört toplantının ikisinde faiz artırması neredeyse kesinleşti. Çin ekonomisi giderek tehlikeli bir vaziyet alıyor. Yunanistan sorunu sanıldığından büyük bir türbülansı tetikleyebilir. Kurumsal yapımız zayıf ve politik riskimiz yüksek. Bu ülkenin tasarruf açığını finanse edenler, “yapılması gerekenler listesini” doğru tanımlamış, halka anlatmış ve destek almış güçlü bir iktidar istiyor.
Şu gerçeği aklımızdan çıkarmamamız lazım: Erken seçim, Türkiye’nin “yapılması gerekenler listesini” değiştirmeyecek, işleri kolaylaştırmayacak.
PISA sınavlarındaki vahim hâlimiz malum.
“U21 Ranking of National Higher Education Systems” adlı rapora* göre ülkemizdeki yüksek öğretim kalitesi, araştırmaya konu 5 kıtadan 50 ülke arasında sondan ikinci sırada.
Suudi Arabistan bizden 21 sıra önde!
2023 yılında kendilerinin önüne geçerek en büyük 10 ekonomi arasına girmeyi hedeflediğimiz “rakip” ülkeleri geçiyorum. Batı Avrupa ülkelerini, hatta Bulgaristan, Romanya, Sırbistan, Hırvatistan, Yunanistan ve Ukrayna’yı da… Kardeşim, İran dahi yüksek öğretim kalitesi bakımından bizden iki sıra önde!
Yabancı kurumların raporlarında ve uluslararası derecelendirme kuruluşlarının bültenlerinde, “denge ve fren” sisteminin iyi çalıştığı güçlü bir parlamenter sistem ihtiyacı vurgusu var.
13 yıl sonra parlamenter sitemin en etkili “kuvveti”nin, yani yasama organının neler yapmaya muktedir olduğuna şahit olacağız.
Olası koalisyon hükümeti seçenekleriyle ilgili yapılan değerlendirmelerde “Cumhurbaşkanı Erdoğan şunu yapar, bunu yapar” türü kaygılar, AKP’nin mutlak çoğunluğu nedeniyle, yasama organının etkisiz kuvvete dönüştüğü son 13 yılın ürünü.
Artık durum farklı!
Güçlü bir ekonomiye ve güçlü bir demokrasiye ihtiyacımız var. Daha önce de yazığım gibi, Türkiye ekonomisini yönetecek en tecrübeli ekip CHP’de. İki parti güçlü bir ekonominin ancak güçlü bir demokrasiyle mümkün olacağı görüşünde.
Başbakan Ahmet Davutoğlu’na hükümeti kurma görevi verildiğinde çalacağı ilk kapı CHP olacak.
Oy oranında ciddi düşüş yaşamasına rağmen AKP seçimlerden açık ara birinci çıktı. İkinci olan CHP ile arasında yüzde 16 oranında oy farkı var. Görüşmeler sırasında bu gerçeği akılda tutmak lazım.
Öte yandan CHP’nin iki partinin oy oranlarına göre hakkaniyetli bir bakanlık paylaşımı istemesi kadar doğal bir şey yok. Ancak, eşit ağırlığa sahip bakanlıklar arasında tercih hakkının AKP’de olduğunu kabul etmesi lazım.
Önemli olan şey şu: Koalisyon hükümetine ortak olmanın CHP’yi neleri yapmaktan alıkoymayacağını açık seçik olarak önceden ortaya koyarak; iki tarafı da dürüst ve şeffaf olmaya teşvik edici bir güven ortamı yaratmak.
Tarafların “ütme” saikiyle değil, hakkaniyetli bir rekabetle memleket hayrına işlere talip olma saikiyle hareket etmesi lazım.
Başbakan Davutoğlu hükümeti kuramazsa görev CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na verilecek. Onun da çalacağı ilk kapı ihtimal AKP olacak. AKP’nin başbakanlığı CHP’ye ikram ederek koalisyon görüşmelerine başlaması beklenemez. İçinde MHP’nin olduğu ve AKP’nin olmadığı bir koalisyon seçeneği mümkün olmadığına göre, bu görevlendirmeden bir sonuç alınması beklenmemeli. O nedenle Başbakan Davutoğlu’nun CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na yapacağı ilk ziyarette AKP – CHP koalisyon hükümetinin kurulması dışında kalıcı bir hükümet seçeneği yok.
Malum, Kılıçdaroğlu 14 maddelik bir “koalisyon ilkeleri listesi” açıkladı. Bu listeye AKP’den bir itiraz gelmedi. Davutoğlu seçim sonuçlarını TRT’de yorumlarken özetle şunları söylemişti:
"Biz başkanlık sitemine geçmeyi tasavvur ettik. Halk bunu uygun görmedi. Artık görevimiz, var olan sistemi işletmek. Siyasetin normalleşmesi lazım. Gerilim ortamından, çatışma ortamından çıkmamız lazım. Seçim dönemindeki tartışmalar bitmiştir. Herkesin kendi muhasebesini yapması lazım. Cumhurbaşkanımız koalisyon müzakerelerinin parçası değildir. Kişi nerede ise makamı orasıdır. Sistem değişmediğine göre artık taşların yerine oturtulması lazım.”
Kılıçdaroğlu’nun “Bu ülkede temiz siyaset eksik, namuslu siyaset eksik, düzgün siyaset eksik” dediğini biliyoruz. Davutoğlu’nun 2014 yılında “Siyasi nüfuz kullanarak imar rantı elde edilmesine izin vermeyeceğiz” dediğini; dört eski bakanın Yüce Divan'a gönderilmemesiyle sonuçlanan süreçteki tutumunu not ederek, “temiz siyaset adına rüşvet ve yolsuzluklara ve çarpık şehirleşmeye karşı olduğunu” da biliyoruz.
Öte yandan Davutoğlu’nun Habertürk’te şunları söylediği de malum:
“8 Haziran'da öncelikle ele alacağımız yapısal konuları içeren 10 maddeyi tespit ettim. Bir kısmı hemen yapılacak, bir kısmı süreç içerisinde gerçekleşecek. Bu 10 madde şöyle: Sivil bir anayasa, çözüm süreci, toplumsal uzlaşı, ekonomide yapısal reformlar, istihdam, taşeron sorunu, emekli gelirlerinde düzenleme, yargı reformu, bürokraside ehliyet ve liyakat esası ve şehirlerin yeniden yapılandırılması.”
Özetle Davutoğlu artık partiyle ve hükümetle ilgili kararları kendisinin vereceğinden, ahlaki siyasi ilkelerden, temiz siyasetten, yeni sivil bir anayasadan, çözüm sürecinden, bürokraside liyakattan, şeffaflık yasasından, ekonomide yapısal reformlardan, yargının yenilenmesinden, işsizlik sorunundan, emekli maaşlarının düzeltilmesinden, taşeron işçiliğinin kaldırılmasından ve toplumsal kutuplaşmayı uzlaşmaya çevirmekten, söz ediyor.**
Bunlar önemli ölçüde CHP’nin de istediği, savunduğu ve vaat ettiği şeyler.
AKP – CHP koalisyonu, karafatmalı lavaboları olan başbakanlık binasında çalışması uygun görülen Başbakan Davutoğlu başta olmak üzere, AKP içindeki yolsuzluğa bulaşmamış namuslu insanların güçlenmesine; AKP’nin “aile şirketi” hüviyetinden kurtulup “kurumsallaşmasına”; geçmişte yapılan kanun ve ülke menfaatine aykırı işlerle yüzleşilmesine; bu işlere bulaşmış kişilerin yargılanmasına ve partiden tasfiyesine; bürokrasinin hesap vermek zorunda kalacağını bilerek çalışmasına; hayatlarımıza ve kurumlarımızın çalışma usullerine ayar vermeye çalışırken müdahene*** yapanların itibarsızlaşmasına yol açar.
AKP – CHP koalisyonu HDP üzerindeki İmralı, KCK ve Kandil vesayetinin kırılmasına; partinin kurumsallaşmasına; Kürt Sorunu dışındaki politikalarının daha görülür hale gelmesine; misal: CHP’nin Eskişehir’de yaptıklarına bakarak, yerel yönetimlerde örnek belediyecilik başarılarına imza atarak, Türkiye’nin âdemi merkezileşmesi yönündeki taleplerine ve Türkiyelileşme iddiasına daha geniş kitleler nezdinde inandırıcılık sağlar.
AKP – CHP koalisyonu özgürlükçü bir anayasaya; demokrasiyle bağdaşmayan 12 Eylül döneminden kalma kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin iptaline; İçişleri Bakanlığı teşkilatının bu dönemden kalma ikincil mevzuatının ve çalışma alışkanlıklarının değişmesine; parlamenter sisteminin güçlenmesine; adalet ve yargı sistemimizin iyileşmesine; barış sürecinin devam etmesine ve PKK’nın silah bırakmasına; eğitim sistemimizin rakip ülkelerin gençleriyle “bilimde, teknolojide, kültürde, sanatta ve sporda” yarışabilecek nesiller yetiştirmek üzere evrilmesine; medyanın kendine çeki düzen vererek tarafsızlaşmasına; piyasa dinamiklerinin daha iyi çalışmasına; ülke ekonomisinin olumsuz yeni dış konjonktüre kriz yaşamadan adapte olmasına; tarım ve hayvancılık sektörünün hızla gelişmesine ve nihayet bu ülkenin kimsenin babasının çiftliği olmadığını anlamasına yarar.
Bu da ülke hiç de fena olmayan bir şeydir!
___________________________________________
Not: HDP’yi dışlamayan bir CHP – MHP koalisyonu maalesef MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin aksi yönde siyasi tercihi nedeniyle uygun görülmedi. Böyle bir koalisyon hükümetinin kurulmadan önce çalışmayacağını ve kısa ömürlü olacağını anlamak, yine de ülke adına kazançtır.
** İki liderin de geçmişinde karizmatik ve tecrübeli selefleri vardı. İkisi de selefleri kadar pratik siyaset tecrübesine sahip olmadan partilerinin genel başkanı oldular. O nedenle ikisinin de kendi liderliklerini ve yönetim anlayışlarını kendi tabanlarına, parti teşkilatlarına ve kamuoyuna kabul ettirmeleri; ekiplerini kurmaları ve parti politikalarını yenilemeleri için zaman gerekti. O nedenle Davutoğlu konusunda, Kılıçdaroğlu’nun Baykal sonrası CHP Genel Başkanlığı’na yerleşmeye ve partiyi yeni bir rotaya sokmaya çalışırken yaşadığı zorlukları ve geçen süreyi de hatırlayarak, biraz daha rezervli olabiliriz kanısındayım.
*** Müdahene, gücü yettiği halde, haram işleyene mani olmamak, dalkavukluk yaparak, birinin gönlünü alırken, İslamiyet’in dışına çıkmak, günaha girmektir. (Bakınız)