Cumhuriyet Halk Partisi;
1) Stratejik vizyon üretmekte neden zayıf kalıyor?
2) Bu vizyonu ortaya koyacak, parti disiplini çerçevesinde sahiplenecek ve savunacak bir ekip kurmakta neden zorlanıyor?
3) Türkiye’nin acil sorunlarıyla ilgili net tavır almaktan neden çekiniyor?
4) Yöneticiler hakkında çevremdeki insanlar neden “herkes kendine çalışıyor” diyor?
Bana göre bu durumun üç nedeni var:
1) Fed faiz artıracak, TL hızla değer kaybedecek ve Türkiye ekonomisinde yaşanacak bir ekonomik kriz, tıpkı 2002’de yaptığı gibi AKP’yi de iktidardan edecek.
Hatırlarsanız Deniz Baykal, Recep Tayyip Erdoğan üzerindeki siyasi yasağın kaldırılmasına “Evet” derken, “Bunlar ekonomiyi yönetemez, kriz çıkar ve kısa bir süre sonra iktidardan giderler” beklentisi içindeydi. Maalesef bu beklenti halen geçerli!
2) Halk, AKP’nin yaptıklarını anlayacak ve alternatif arayışına girecek.
3) Recep Tayyip Erdoğan partiden ayrıldıktan sonra da partiye müdahale etmeye devam edecek. Bu durum üç dönem kuralına takılan kurucu ekibin tepkisine yol açacak. Bu da AKP’nin önce zayıflamasına, sonra bölünmesine neden olacak. Kargaşa – bölünme nedeniyle AKP, 2015 genel seçimlerinde tek başına iktidar olamayacak.
Bu üç beklenti gerçekleşince CHP, MHP ile koalisyon hükümeti kurarak iktidara gelecek.
CHP’de yenileşmenin ve Sosyalist Enternasyonal’de Kılıçdaroğlu’nun yaptığı konuşmada altını çizdiği sosyal demokrasinin evrensel değerlerine bağlılık perspektifinin ete kemiğe bürünememesinin önemli nedeni, benca akıllardaki bu arka plan.
Heyecan yaratan “stratejik vizyon üretememenin” de bir nedeni, bence, MHP ile olası bir koalisyon hükümeti ihtimalini tehlikeye atmamak.
Keza, “Türkiye’nin acil sorunları konusunda net tavır alamamasının” önemli bir nedeni de bence bu. Misal, Kürt Sorunu ve Çözüm Süreci meselesinde zamanınde net tavır alınamamasının en önemli nedeni, bence, MHP’den gelecek sert eleştirilere cevap vererek, kamuoyu nezdinde CHP – MHP koalisyonunun çalışmayacağı izlenimi vermekten ve/veya koalisyon seçeneğini tehlikeye sokmaktan kaçınmak. Bir başka neden, CHP’ye oy veren ulusalcı – Atatürk’çü tabanın MHP’ye kayma tehlikesi.
Stratejik vizyon üretememenin ikinci önemli nedeni, CHP "sahnesinin" münhasıran “yıldız”lara açık tutulması. Bu durum esasen, teşkilatın neden etkin çalışmadığını ve parti yönetiminin teşkilatı etkin çalıştırmak için neden mekanizmalar kurmakta, takipte ve geri bildirim almakta zorlandığını da açıklıyor. Keza, Kılıçdaroğlu’nun “parti disipinini sağlamakta zorlanmasının” da CHP’de “herkesin kendine çalışıyor izlenimi” vermesinin de bir nedeni, bence bu.
Bu noktada bir soru soralım: Yıllardır bu ülkenin ekonomi politikalarını yöneten ve kurtarıcı muamelesi gören Ali Babacan’ı AKP iktidarından önce kim tanırdı? Eski Sağlık Bakanı Recep Akdağ AKP iktidarı öncesinde bir yıldız mıydı?
Partinin sürekli “star”lara kapı açmaya çalışması, esasen yukarıda saydığım üç nedenle AKP’nin “ha bugün, ha yarın iktidardan gideceğine" dair yanlış beklentinin bir sonucu. Kamuoyuna “biz iktidara hazırız, AKP’nin işgal ettiği koltuklara oturacak ekibimiz onlardan daha dürüst, daha yetkin ve daha deneyimli” izlenimi vermek ise bir başka neden!
Oysa öncelikle yapılması gereken, Meclis’teki komisyonlarda görev alacak ve Bakanlar Kurulu’na oturtulacak isimleri doğru seçmek kadar; sorunlara net çözüm üretip, eylemi ve söylemiyle tutarlı olmak ve halkı kucaklayan politikalar üreterek taşrada tabanı genişletmek olmalı.
Yazımızın başlığıyla ilgili olarak adım adım tespitlerimizi sıralayalım:
1) Fed Ekim ayında tahvil alım programına son verecek ve 2015 yılında faiz artırmaya başlayacak. Bu doğru ama, artış oranı düşük kalacak ve Fed politika faiz oranını uzunca bir süre düşük tutacak. Bunu değişik Fed yetkilileri defalarca söyledi! Fed’in faiz artırım kararı, yani politika faiz oranını yüzde 0,25'ten 0,50'ye çıkarması bizde kurları ve faiz oranlarını yükseltir ama, Türkiye’yi 2015 yılında AKP’yi iktidardan edecek bir krize sokmaz!
Dahası var: Fed’in yerini Avrupa Merkez Bankası (ECB) alacak. Yani para basıp, hem başka ülkelerden servet transfer ederek, hem de biraz büyümeyi destekleyerek ekonomiyi toparlama sırası, şimdi ECB’de.
İşte bu nedenle Türkiye’ye yönelik sermaye akımlarında ani bir durma riski, dün açıklanan ECB kararlarıyla bence epey azaldı. En azından Avro cinsinden yabancı sermaye akımları, kartların yeniden dağılmasını sağlayacak (hisse senetlerinin Dolar/Avro cinsinden değerinin düşmesi ve Merkez Bankası’nın faiz artırmaya mecbur kalması) küçük türbülans fasılaları dışında, devam edecek. Hatta ekim ayından itibaren buna bile gerek kalmayabilir.
Bunu nereden mi biliyoruz?
Draghi’nin son iki toplantısındaki söyleminden ve ECB’nin aldığı dünkü kararlardan.
Biliyorum ki T24 okuru teknik ekonomi ve finans yazıları okumayı pek sevmiyor. O nedenle ECB - Draghi mevzusuyla ilgili teknik ayrıntıya, yazı sonuna ekleyeceğim bir notta değineceğim.
2) Halkın AKP’nin yaptıklarını anlayıp alternatif arayışına gireceği beklentisi, bana göre 2015 seçimleri öncesinde pek mümkün değil. Bunun olabilmesi için ya CHP ve MHP’nin herkesi şaşırtan bir atak yapması ya da çok ciddi bir ekonomik kriz yaşanması lazım.
Kriz ihtimali sermaye akımlarının aniden durmasıyla mümkün, ki düşük ihtimal. Aksi takdirde kazanacağı düşünülen bir partiden kopuş ihtimali zayıf. Abdüllatif Şener türü örneklerin halen hafızlarda canlı olduğunu unutmayalım.
CHP ve MHP nasıl bir atak yapabilir? Öcalan ve Kandil’in başkanlık sistemini dışlayan, parlamenter demokrasiden yana tavır alan ve birlikte daha demokratik bir Türkiye’de yaşama iradesine MHP de itibar eder ve Çözüm Süreciyle ilgili olarak Kürt Halkına el uzatırsa, ki ülke sevgisinin en somut pratiği bence budur, bu adım AKP’yi çok zorlayacak bir atak olabilir.
Öte yandan son yerel seçim ve cumhurbaşkanlığı seçim sonuçları bu ihtimalin zayıf olduğunu teyit ediyor.
3) Kargaşa – bölünme ve Abdullah Gül liderliğinde yeni bir oluşumun 2015 seçimlerinden önce gerçekleşmesi ihtimali de bence yok gibi. En azından Abdullah Gül’ün aklından geçtiği sanılan Erdoğan’ı hizaya sokacak muhtelif senaryolara ben pek ihtimal veremiyorum. Bence Abdullah Gül de 2015 seçimlerinde milletvekili adayı olacak ve partinin liderlik sorunu baş gösterdiğinde ortaya çıkmak üzere beklemede kalacak.
Öte yandan kurucu ekibin yeni kabineden memnun olduğu ve Ahmet Davutoğlu'nu başbakan olarak benimsediği anlaşılıyor. Bu nedenle bu ihtimal de en azından şimdilik zayıflamış görünüyor.
Gelelim yazımızın başlığına. Dünya, 2008 yılından bu yana Fed’in bilanço büyütmesini, sanki gayet normal birşey yapıyormuşcasına seyretti! Ve dünyanın gözü önünde iki trilyon dolarlık Fed bilançosu dörtbuçuk trilyon dolara çıktı. Nasıl peki?
Yeşil mürekkep, beyaz kağıt, matbaa genel giderleri karşılığında. Yani Fed, topu topu 10 milyon dolarlık bir maliyete katlanarak ABD Hazinesi’ne ve özel sektörüne ikibuçuk trilyon dolarlık bir kaynak transfer etmiş oldu!
Aynı şeyi şimdi ECB yapacak. Anlayacağınız Fed ile ECB rol değiştiriyor.
Peki nereye kadar?
Avro Bölgesi’nde ortalama enflasyon oranı Maastricht kriteri olan yüzde 2’ye varıncaya kadar. Bunun da 2016’dan önce gerçekleşmeyeceğini dün Draghi söyledi.
Şurası doğru: Fed’in faiz artırımı ve ECB’nin bilanço büyütmesi sonuçta bizim gibi kırılgan ülkelerde çok ciddi bir türbülansa yol açacak ama, bu beklendiği gibi bugünden yarına, yani 2015 seçimlerinden önce olmayacak!..
Maalesef durum böyle!
O nedenle bugün başlayan kurultay sonrasında oluşacak yeni yönetim;
1) Partiyi atalate iten ekonomik kriz ve AKP’de bölünme beklentilerini bir kenara bırakarak, yeni bir vizyon ortaya koymalı,
2) Parti disiplini çerçevesinde bu vizyonu, bu vizyona bağlı olarak oluşturulacak halkı kucaklayan, alternatif, özellikle de SOSYAL politikaları savunan bir parti yönetimi oluşturmalı; parti disipilinine uymayan kişilere kamuoyu nezdinde CHP’nin resmi görüşünü açıklıyormuşcasına konuşma imkanı veren görevlendirmelerden uzak durmalı.
3) Çözüm Süreci, yargı, yolsuzluk, ekonomi ve yerel yönetimlerle ilgili yeni politikalar oluşturmalı, varolanları daha görünür ve anlaşılır kılmalı.
4) Dışlayıcı, diş bileyen, bürokratik – elitist görüntüyü değiştirmeli, star kompleksinden kurtulmalı ve teşkilatın çalışmasını sağlayacak enerji üreten ve gözeten parti mekanizmaları kurmalı.
5) MHP ile koalisyon beklentisi nedeniyle ülkenin acil sorunları karşısında alınan muğlak tavrı, tek başına iktidar perspektifiyle, proaktif ve cesur politikalarla ikame etmeli ve her zeminde etkin bir belagatla savunmalıdır...
Meraklısı için dün ECB’nin aldığı kararların teknik analizi ve Draghi’den ne anlaşılması gerektiğine dair ayrıntı:
Dün Avrupa Merkez Bankası (ECB), Avro Bölgesi’ndeki toparlanmayla ilgili olarak ağustos ayına göre daha karamsar bir tablo çizdi.
Draghi “Jeopolitik risklerde artış var. Enflasyonda aşağıya yönlü riskler arttı. Ekonomik aktivitedeki azalış özel yatırımları zayıflatıyor. Ekonomik büyüme üzerindeki riskler aşağı yönlü.” dedi.
Bu çerçevede ECB Avro Bölgesi ekonomisi için büyüme ve enflasyon tahminlerini revize ettiğini açıkladı. Buna göre, 2014 yılı büyüme tahmini yüzde 1'den yüzde 0.9'a, 2015 büyüme tahmini yüzde 1.7'den 1.6'ya indirildi. 2014 enflasyon tahminiyse yüzde 0.7'den yüzde 0.6'ya düşürüldü.
28 Aralık 2010 tarih ve “AB ekonomisinin en gizli sırrı!” başlıklı yazımızda da belirttiğimiz gibi: AB içinde refahın ve ekonomik büyümenin bel kemiği olan KOBİ’ler, AB ekonomisinde özel sektör istihdamının üçte ikisini, AB içinde yaratılan katma değerin yarısını sağlıyor. Ayrıca AB ekonomisinde her 10 KOBİ’den 9’u on kişiden daha az işçi çalıştırıyor. Ondan daha az işçi çalıştıran KOBİ’lere “mikro firma” deniyor ve AB içindeki mikro firmalarda çalışan ortalama işçi sayısı sadece iki.
Yani ?
ECB’nin 2008 krizinden bu yana yapmaya çalıştığı şey, Avro Bölgesi’nde KOBİ’leri ayaklandırmak. Ancak düşük faiz oranına rağmen Avro Bölgesinde KOBİ’ler ayaklanamıyor. Çünkü bankalar, bilançolarındaki riskli varlıklar (2008 krizinin vurduğu ülkelerdeki kredi notu düşürülen reel sektör şirket tahvil ve bonoları vb.) nedeniyle düşük “sermaye yeterlik rasyoları” ile çalışıyor. Bu da KOBİ’lere yönelik kredi arzını kısıtlayan en önemli kısıt.
Yeni kararla ECB, bankalara ellerindeki bu varlıkları menkul kıymetleştirip ECB’ye satma ve böylece sermaye yeterlilik rasyosu kısıtına takılmadan KOBİ’lere yönelik kredi arzını artırma imkanı tanıyor.
Malum, ECB üç tür faiz oranı kullanıyor. “Mevduat faiz oranı” (deposit rate), “politika faiz oranı” (refinancing rate) ve “gecelik borç verme faiz oranı” (marginal lending rate).
ECB bankalara borç verirken şunu istiyor: “Aldığınız parayı tekrar bana getirmeyin. Özel sektöre, özellikle de KOBİ’lere kredi olarak verin.”
Bu nedenle bankalar aldıkları parayı kendisine mevduat olarak yatırmasın (park etmesin) diye ECB haziran ayından bu yana negatif faiz uyguluyor. Yani bir nevi, paradan “vale ücreti” alıyor. Mevduat faiz oranı, yüzde eksi 0,10’du, dün açıklanan kararla yüzde eksi 0,20’ye indirildi.
ECB dün aldığı kararla politika faiz oranını yüzde 0,15’ten 0, 05’e, gecelik borç verme faiz oranını da yüzde 0,40’tan 0,30’a indirdi.
Böylece ECB üç faiz oranını da indirmiş oldu.
Bir tesbit: Faiz indiriminin amacı, enflasyon oranını artırmak!
Şaşırdınız mı?
Yeri geldi şunu da not edelim: “Faiz enflasyonun sebebi değil sonucudur” diye dilimizde tüy biten malum “mesele” konusunda, iç basında Draghi’nin de yanıldığını söyleyenler olursa, şaşırmayın.
ECB ayırca miktarı ve prosedürü 2 Ekim tarihli toplantıda belli olmak üzere, Avro Bölgesinde, finans dışı sektörden olan Avro cinsinden alacaklarına dayalı olarak bankaların çıkaracakları “varlığa dayalı menkul kıymetleri" (asset-backed securities) ve “ipotekli - teminatlı varlıkları (covered bonds) satın almaya başlayacağını açıkladı. (Malum ECB, Fed gibi Hazine’den doğrudan devlet tahvili satın alamıyor.)
Böylece ECB, “Fed ekim ayında tahvil alım programına son verecek, ben başlayacağım”, demiş oldu.