Mealen sav şu: “Avrupa Merkez Bankası (ECB) 1.1 trilyon avro tutarında tahvil alım programı açıkladı. Alımlar 2016 yılının Mart ayına kadar sürecek ve tutarı her ay 60 milyar avro olacak. Yunanistan küçük bir ekonomi. ECB 60 milyar avroluk Yunan devlet tahvili alsa sorun kalmayacak. Spekülatörler Yunanistan sorununu büyütüyor. Amaçları piyasalarda dalgalanma yaratıp kolay para kazanmak. IMF ve AB programları borçlu ülkelere kölelik koşullarını dayatıyor. Borç hafifletilirse Çipras’ın (Tsipras) ekonomi programı/yönetimi başarılı olur. Yeter ki Merkel bunlar solcu, gırtlaklarına yapışalım demesin.”
Soru şu: Bu analiz doğru mu?
4 Ekim 2009 tarihinde yapılan genel seçimlerde merkezi sol parti PASOK yüzde 44’e yakın bir oy oranıyla iktidara geldi. 7 Ekim günü George Papandreou hem Başbakan, hem de Dışişleri Bakanı oldu. Sonra Türkiye’ye geldi, ilk iş olarak rahmetli İsmail Cem’in mezarını ziyaret etti ve bir zeytin ağacı dikti.
20 Ekim günü yeni hükümetin Maliye Bakanı George Papaconstantinou 2009 yılı sonunda Bütçe Açığı / GSYH oranının yüzde 12.5 olacağını açıkladı. Bu arada Yunanistan’ın AB kurumlarına Maastricht kriterlerine uyum bağlamında Kamu Borcu / GSYH oranını ve Bütçe Açığı / GSYH oranını olduklarından çok daha küçük (hileli) raporladığı ortaya çıktı.
22 Ekim ve 8 Aralık günü Fitch peş peşe iki kez, 16 Aralık günü S&P, 23 Aralık günü Moody’s ülkenin kredi notunu düşürdü.
Yeni hükümet, mali yardım için IMF ve ECB ile masaya oturmak zorunda kaldı. Anlaşma imzalandı ve 9 Şubat 2010 tarihinde ülkeye 80 milyar avro yardım yapıldı.
Avrupa Sayıştay’ından gelen uzmanlar ve denetçiler çalışmalarını tamamladıkça hileli raporlamayla kamu borcu ve bütçe açığı rakamlarının nasıl gizlendiği ortaya çıktı ve Yunanistan devlet tahvili faiz oranları hızla yükseldi. 2010 yılının Şubat ayında Papandreou hükümeti ikinci bir mali disiplin (kemer sıkma) paketi açıklamak zorunda kaldı.
Nisan ayında üç kredi derecelendirme kuruluşu Yunanistan’ın notunu daha da aşağıya indirdi. Bu kez Başbakan Papandreou “uluslararası yardım planı” çağrısı yaptı. Böylece masaya AB de katıldı ve ülkenin muhatabı Troyka haline geldi.
Ancak ülke notunun düşürülmesi, işleri içinden çıkılamaz hale getirmiş ve 28 Nisan 2010 günü Alman ve Yunan 10 yıllık tahvil faizleri arasındaki fark 1000 baz puanı geçmişti.
2 Mayıs 2010 günü Troyka özelleştirme, varlık satışları ve kamuda küçülme karşılığında Yunanistan’a tarihinin en büyük yardımını yaptı. Yunanistan 9 Şubat 2010 tarihinde aldığı 80 milyar avronun üzerine 110 milyar avro daha yardım almayı başardı. Troyka ardından 130 milyar avroluk ikinci yardım paketini onayladı. Mevcut borçların faiz oranları Euribor + 50 baz puana düşürüldü ve AB kaynaklarından alınmış olan kredilerin vadeleri, 10 yıl faiz ödememe hakkı tanınarak 15 yıl uzatıldı.
“Güzel kıyak” değil mi?
Buna rağmen Yunanistan’da ne siyasi, ne de ekonomik istikrara ulaşılabildi. Papandreou hükümeti 2010 yılının kalanında ve 2011 yılında daha sıkı mali önlemler almak zorunda kaldı. Önlemler yeterli görülmedi ve derecelendirme kuruluşları peş peşe ülkenin notunu düşürmeye devam etti. Nihayet 2011 yılının Haziran ayında üç derecelendirme kuruluşu bakımından da Yunanistan’ın ülke notu “çöp” seviyesine indi. Borsa, 1997 Ocak ayından o tarihe kadarki en düşük düzeyi olan 1000 puanın altına düştü.
20 Ekim günü hükümet kapsamlı bir kemer sıkma paketi hazırlamak zorunda kaldı. Yunan halkı Atina’da Plaka meydanında toplandı ve hükümet şiddetle protesto edildi.
Yatırımcılar borçların yüzde 50’sinin silinmesine (hair – cut) razı oldu. Papandreou 31 Ekim günü mecliste güven oylaması istedi. 4 Kasım günü güven oyu almasına rağmen halkın bitmeyen öfkesi ve bir türlü üstesinden gelinemeyen finansal istikrarsızlık nedeniyle görevinden istifa etti.
PASOK, Yeni Demokrasi ve LAOS arasında bir koalisyon hükümeti kuruldu ve başbakanlığa Lucas Papademos getirildi. 2012 yılında yeni mali önlemler alındı. 4 Nisan günü parlamento binası önünde emekli bir yurttaş kemer sıkma önlemlerini protesto amacıyla intihar etti.
6 Mayıs günü yapılan genel seçimlerde Yeni Demokrasi partisi birinci oldu. PASOK bölündü. 16 Mayıs günü Panagiotis Pikramenos teknokrat hükümete başbakan oldu. 25 Mayıs günü borsa 500 puanın altına indi. 17 Haziran günü erken seçim yapıldı. Yeni Demokrasi Partisi birinci oldu, ama yine parlamentonda hükümeti kuracak çoğunluğu sağlayamadı. 4 gün sonra yeni bir koalisyon hükümeti kuruldu ve Antonis Samaras başbakan oldu.
Samaras döneminde de Yunan halkı acı reçeteye katlanmaya zorlandı. 28 Nisan 2013 günü Yunan parlamentosu 4 bini 2013 yılının kalan kısmında, 11 biniyse 2014 yılında olmak üzere toplam 15 bin kamu işçisinin işine son verilmesine karar verdi.
29 Kasım 2014 günü parlamento yeni cumhurbaşkanını seçemeyince erken seçim gündeme geldi ve 25 Ocak 2015 günü yapılan genel seçimlerde Syriza birinci oldu.
İşte Çipras bu zor yıllar sırasında alınan sıkı mali önlemlere duyulan öfke, yapılan protesto, genel grev ve bitmeyen sokak gösterileri sırasında ön saflarda durarak popülarite kazandı ve şu resmi göstererek Yunan halkının güvenini kazandı: ‘Onca acı reçeteye ve cefaya rağmen Yunanistan ekonomisi 2008 yılında yüzde 0,2 küçüldü, 2009 yılında yüzde 3.1 küçüldü, 2010 yılında yüzde 4.9 küçüldü, 2011 yılında yüzde 7.1 küçüldü, 2012 yılında yüzde 7.0 küçüldü, 2013 yılında yüzde 3.9 küçüldü. İşsizlik oranı yüzde 26’ya çıktı. İki gençten birisi işsiz hale geldi. İki yıldır genel fiyatlar düzeyi geriliyor, yani ülkede deflasyon var. Kamu borcunun GSYH’na oranı yüzde 175,1’e çıktı.’
Peki 'Selanik Manifestosu' ile Çipras ne vaat etti: “Temel bütçe fazlasına ve özelleştirmeye son vereceğim. Borcun silinmesini isteyeceğim. Önceki iktidarlar döneminde atılanlar dahil kamuya işçi alımlarına başlayacağım. Her türlü kemer sıkma önlemini iptal edeceğim. Soyal harcamaları artıracağım. Yoksullara yardım edeceğim. Sağlık sistemini düzelteceğim. Bu ülke çok aşağılandı. Troyka’yla yeniden masaya oturacağım ve yeni bir dönem başlayacak.”
Buraya kadar yazılanlar genç, sempatik, güleryüzlü, kararlı Çipras’a ve onun, kalbimizin bir köşesinde heran hissi bir coşkuyla uyanmaya hazır romantik ideallerine duyduğumuz sempati, ülkenin gerçeklerini perdelemesin diyeydi. Yoksa, seçim günü Atina meydanlarında ellerde bayraklar Çav Bella şarkısını işitince şu fani de az duygulanmamıştır.
Yunanistan hizmet sektörüyle büyüyen bir ekonomi.
Kriz olunca bizde ne olur hatırlayalım: Dolar fırlar, faizler yükselir, enflasyon artar, şirketler ve bankalar batar, arsa, ev işyeri fiyatları düşer, işsizlik oranı artar, ülke küçülür, daha ağır koşullarda borçlanır ve sıkı mali disiplin uygulamak zorunda kalır. Yunanistan Avrupa Para Bölgesi (APB) üyesi. Yunan halkı bizdeki gibi kendi ulusal parasını kullanmıyor. O nedenle 2009 krizi sırasında devalüasyon, buna bağlı enflasyon yaşanmadı. Faiz oranları da bizdeki kadar fırlamadı. Ama tüm varlık fiyatları değer kaybına uğradı. Buna “iç devalüasyon” (internal devaluation) deniyor. Bu nedenle ülke küçüldü, işsizlik oranı arttı, bir sürü banka ve şirket battı. Ama olup biten ülkenin ihracat potansiyelini artırmadı. Bizde bu tür durumlarda kur artışı hem ithalatı baskılar, hem de ihracatta fiyat rekabeti avantajı sağlar. Bu da krizden çıkışı kolaylaştırır. Yunanistan bundan "mahrum" kaldı.
Şunu söyleyelim: Son 10 yıldır Yunanistan’da dışa açıklık oranı (İhracat/GSYH) hem AB, hem de OECD ülkeleri ortalamasının altında. Bu nedenle esasen Yunanistan, yüzde 22.3 dışa açıklık oranıyla küçük olduğu kadar kapalı da bir ekonomi. Bulgaristan’da dahi bu oran yüzde 58. Dahası var: Yunanistan’da ihracat hiçbir zaman krizden çıkış stratejisi olarak görülmedi. Ne de Yunanistan’ın ihracat performansının giderek düşüyor olması kimsenin umurunda oldu! Tersine, Taget2’den istifade ederek mevcut çarpık durumun devamında beis görülmedi. Çünkü Target2 ile Yunan ithalatçının temerrüd riskini ECB alıyor ve değerli avro ülkeye hakkedilmemiş bir satın alama gücü bahşediyordu.
Keza Yunanistan “doğrudan yabancı sermaye” (FDI) çekmekte de başarısız bir ülke oldu. 2004 – 2010 arasında Yunanistan’da FDI / GSYH oranı yaklaşık yüzde 1 düzeyindeydi. Aynı dönemde AB ortalaması yüzde 3.7, Bulgaristan – Türkiye – Romanya ortalaması yüzde 8.1’di.
Yunanistan, uluslarası deniz taşımacılığı pazarının yüzde 16’sını elinde tutan, sektörün lideri bir ülke. Yunan ekonomisinin bel kemiklerinden bir diğeri turizm sektörü. Malum dünya ekonomisi büyüyemeyince hizmet sektörü de para kazanamıyor. Uuslararası ticaret düşünce taşımacılık faaliyeti düşüyor vesaire.
İhracat performansı düşen bir ekonomide, içeride dondurulmuş ücretler, fazla vermeye zorlanan bir bütçe, rekor düzeylere çıkan işsizlik oranı ve son 7 yıldır her yıl istisnasız küçülen bir ekonomide iç talep de olmayınca doğal olarak alınan önlemler başarısız oldu ve Yunanistan’da yaşanan kriz Portekiz ve İspanya’dan çok daha büyük, kalıcı ve acı verici oldu.
Yunanistan’ın borcu 300 milyar avronun biraz üzerinde. Bunun 82 milyar avrosu tahvil ihracıyla borçlanılmış. Bu rakamın 21 milyar avrosu kısa vadeli, 61 milyar avrosu uzun vadeli. 82 milyar avronun 27.2 milyar avroluk kısmı halen ECB portföyünde. Yunanistan’ın IMF’e 25 milyar avro, EFSF’ye (Avrupa İstikrar Fonu) 142 milyar avro borcu var.
ECB’nin son açıklanan tahvil programı Yunanistan için iki şart öngörüyor: İlki doğrudan Çipras hükümetiyle ilgili. ECB, Çipras hükümeti masadaki taahhütlere uymazsa Yunan tahvillerini almak zorunda değil. İkincisi ECB bir ülkeden ihraç edilen tahvillerin tutar olarak yüzde 33’ünden fazlasına portföyünde tutamayacak. ECB portföyünde halen 27.2 milyar avroluk Yunanistan tahvili var. Bu tutar Yunanistan’ın ihraç ettiği tahvil stokunun yüzde 33.2’sine tekabül ediyor. Yani Çipras kendisinden önceki iktidarlar döneminde verilen sözlere sadık kalacağım dese dahi, ECB 60 milyar avroluk Yunan tahvili alamaz.
Yunan tahvillerinin en erken itfa tarihi 2015 Temmuz. O nedenle ECB temmuz ayına kadar Yunanistan’dan tahvil alamaz. Temmuz ve ağustos aylarında 5 milyar avro itfa edilince, en fazla o tutarda yeni bir alım yapabilir.
Peki bu tutar çare olur mu?
Olmaz!
İptal edilen özelleştirmeler nedeniyle Yunanistan’ın 2015 finansman gereksinimi 8 milyar avro artmış durumda. 2015 Şubatında vadesi dolacak tahvil borcu 25 milyar avro. Yani sadece mevcut durumu devam ettirebilmek için 33 milyar avro ilave finansmana ihtiyaç var. Yani her koşulda Çipras’ın işi zor. Buna rağmen seçim meydanlarındaki vaatlerini yerine getirmek üzere erken hamleler yapmaktan çekinmiyor. Bankalardan son bir haftada içinde yaklaşık 11 milyar avronun çekildiğini not edelim. Yunanistan borsasında özellikle yüzde 50 değer kaybeden banka hisseleri öncülüğünde çok büyük düşüşler yaşandığını da.
12 Şubat günü AB Zirvesi var. Çipras, Merkel ile ilk görüşmesini orada yapacaktır. 16 Şubat günüyse Avrupa Para Bölgesi Maliye Bakanları toplantısı var. Burada da gündem Yunanistan’daki yeni durum olacaktır. Bu toplantıda Çipras’ın hangi taleplerinin karşılanmayacağını net bir şekilde göreceğimizi tahmin ediyorum. Aynı zamanda Yunanistan’ın büyümesine neyin yardımcı olacağı konusunda da yeni bir duruş ortaya çıkabilir. Bu arada “mali diplomasi” çözümüm parametrelerini de hızlı bir tarfikle ortaya koymaya çalışacaktır.
Daha sonra Çipras ilk dış seyahatini Almanya’ya yapacak ve Şansölye Angela Merkel – Maliye Bakanı Wolfgang Schauble ikilisiyle görüşecektir. Bu görüşmeden somut bir şey çıkacağını sanmıyorum. Muhtemeldir ki Çipras Atina’ya eli boş dönecektir. Yine maalesef bir siyaset adamı olarak hiç de yabancısı olmadığımız bir yaklaşımla kendisinden önceki hükümetleri suçlayacak, nasıl bir enkaz devraldığını vurgulayacak ve finansal sitemin ne kadar büyük bir riskle karşı karşıya olduğunu halka anlatmaya çalışacaktır.
Bu arada vaatlerini zamana yayma, biraz büyüme ve borcun sürdürülebilirliğini sağlayıcı önlemler karşılığında, Troyka – Çipras hükümeti arasında bir ortak yol bulunacağını tahmin ediyorum. Çünkü Yunan seçmen Çipras’a Troyka’nın dikte ettiği koşulları gevşetebileceğine ve yeni yardımlar alabileceğine inandığı için oy verdi. APB’den çıkma kararı alması için değil. Bu nedenle masada sıkı pazarlık, al – ver beklenmeli, derim.
Neler pazarlık konusu yapılabilir diye soracak olursak şunu söylemek mümkün: Muhtemelen yüzde 4.5’lik temel bütçe fazlası biraz gevşeyecektir. IMF ve ESFS kredilerinin vadeleri uzatılabilir ve faiz oranlarında sembolik indirimler yapılabilir. Kamu tahvil borucunda hair – cut neredeyse imkansız. Çünkü ECB’nin hair – cut yapması kanunen mümkün değil. Belki de hedef Kamu Borcu/GSYH oranını da biraz gevşetilir.
Özetle sıkı bir pazarlık olacak, Çipras seçim vaatlerini finansal kırılganlıkların el verdiği ölçüde zorlayacak, ama zamana yaymak zorunda kalacak. Karşı taraf ise kredibilitesi olan bir geri ödeme planı görmek isteyecektir. Belki de işin sonunda Çipras da zamanında Papandreou’nun yaptığı gibi Troyka’yla mutabakat zaptını referanduma götürecektir. Yunan halkının yüzde 70’inin APB içinde kalmaktan yana olduğunu biliyoruz. Bu durumda alternatifi Avro’dan çıkmak olan bu referandumda Yunan halkı “yetmez ama evet” diyecektir.