Biliyoruz ki, yüksek büyüme oranlarına ulaşmamız ve bu oranları sürdürmemiz lazım. Kamu bütçemiz sürekli açık veriyor ve belli bir borç stokunu sürdürülebilir büyümeden feragat etmeden, şirketlerimizin bilançolarını ve yatırım kararlarını olumsuz etkileyecek ve böylece ekonomimizin temel değişkenlerine zarar verecek acı politikalara mecbur kalmadan çevirmemiz gerekiyor. 2008 krizi uluslararası rezerv para basan ABD’de çıktı. Bu krizin en yoğun olumsuz etkisi, bir başka uluslararası rezerv para basan AB Para Bölgesi’nde hissedildi. Halen bu iki rezerv para kaynağı, dünya ekonomisine likidite enjekte ederek krizden çıkmaya çalışıyor. Karşılığı bir reel iktisadi faaliyete dayanmayan bu likidite bolluğu bizi de etkiledi ve halen etkilemeye devam ediyor. 2008 yılında patlak veren kriz likidite uyuşması nedeniyle ihmal ettiğimiz kırılganlıklarımızın başımıza ne tür sorunlar açabileceğini hatırlatması bakımından ders almamız gereken önemli bir uyarıdır. 2008 krizinden maalesef ders alamadık. Bu likidite bolluğu hep devam edecekmiş gibi davranıyor; her dört gencimizden birisinin işsiz olduğu ve gençlerimizin iş bulma sürelerinin giderek uzadığı gerçeğini görmezlikten geliyoruz. Oysa işsizlik sorununu çözebilmek için büyümemiz lazım. Büyüdükçe cari açığın finansmanı sorunuyla karşılaşıyoruz. Bu kısır döngünün ne zaman sorun yaratacağını tayin etmek maalesef elimizde değil. Türkiye ekonomisinde son otuz yılda çok radikal ortodoks politikalar uygulanmasına rağmen aynı gerekçelerle defalarca krizler yaşadık. Başlarda krizlerin sebebi kamu sektörü borçlanmasıydı, şimdi özel sektör borçlanması olacak. Para kazanmak için kurulu birçok şirketimiz değer yaratamadan faaliyetine devam ederek başkalarına para kazandırıyor. İç tasarruf açığımız finanse etmek amacıyla bağımlı olduğumuz finansal piyasalardaki genel olarak risk algısı ve Türkiye’ye özel riski algısı değişince, telafisi çok zaman alan büyük kayıplar veriyoruz. Bu korkuyla, konjonktürel olarak kısa vadeli sermaye hareketlerinin yoğunlaştığı dönemlerde çok tedirgin oluyor ve daha da miyoplaşarak semptomlara çare arıyoruz. Şurası çok açık: Konjonktürel olarak yaşadığımız krizlerin nedeni bu yapısal sorundur. Benzer bir krize son yedi yıl içinde girmememizin nedeni rezerv para basan merkez bankalarının genişleyici politikalar izlemeleridir. Bu politikalar bitmek durumundadır. Maalesef likidite uyuşması nedeniyle dikkatimiz bu yapısal sorundan uzaklaşmış durumdadır. Uzaktan gördüğümüz şey toslayacağımız duvardır. Bu yapısal sorun çözülmediği müddetçe istediğimiz kadar fren yapalım; oyunun kuralları yeniden değişecek ve bedelini daha yüksek bir servet transferiyle ödeyeceğimiz bir kemer sıkma dönemine yeniden gireceğiz. Ne acıdır ki, bu kaçınılmaz süreci kim olursa olsun, tek başına iktidar da önleyemeyecek!..