Yunanistan krizi sonrasında başlayan ve artan ülke riskleri nedeniyle tüm Avrupa'yı saran borç krizinin...
Hatırlayın, Nisan ayında yapılan toplantısında G20, küresel toparlamayı hızlandırmak amacıyla özel sektöre yönelik teşvik programlarına ciddi bir destek açıklamıştı.İlginçtir, hafta sonu Busan'da yapılan toplantıda G20 bunun tam tersi bir tutum sergiledi. Evet doğru duydunuz tam tersi.Toplantı tutanağından anlaşıldığı kadarıyla artık kimsenin birinci önceliği hormonlu büyüme değil.Yunanistan krizi sonrasında başlayan ve artan ülke riskleri nedeniyle tüm Avrupa'yı saran borç krizinin ikinci bir dip yaratma ihtimali, haklı olarak herkesi çok korkutmuşa benziyor.Artık, kamu harcamalarının artmasına ve vergi gelirlerinin azalmasına yol açacak teşvik tedbirleriyle toparlanmanın mümkün olamayacağı, sanki acı bir tecrübeyle kabul edilmiş gibi.Busan toplantı tutanağında; sürdürülebilir bir kamu finansman dengesine ve sağlam bir mali yapıya ulaşmayı hedefleyen büyüme dostu politikaların önemine ziyadesiyle vurgu yapılmış.Peki toparlanma nasıl olacak? Bu konuda tutanağa yansıyan net bir mutabakat yok. Esasen kafalar da çok açık değil. Hatırlayın, önceki yazımıza şu soruyla başlamıştık:“Temel sorun şu: Bu kadar açık ve borç stoku varken, daraltıcı politikalar uygulayıp nasıl büyüyeceğiz?”Bu çok ciddi bir soru ve halen cevabı konusunda mutabakat sağlanmamış bir sorun. G20 o nedenle zik zaklar çiziyor.Yine aynı yazımızda ABD ve IMF'den, AB'ye küresel toparlanmayı tehlikeye atma pahasına sıkı maliye politikaları uygulamamaları telkinleri yapıldığından bahsetmiştik.Durum daha iyi anlaşılsın ve malum okuyucumuz yine kızmasın diye bir “yönetici özeti” yapalım:IMF, 2008 yılında patlak veren dünya krizi öncesinde, krizlerin kaynağını hep kamu açıklarında ve sürüdürlemez hale gelmiş borç stoklarında bulur ve tek biçim bir programı krize yakalanan her ülkeye tavsiye eder, programı uygulamayı kabul eden ülkelere de yardım ederdi. Sonuçları ve başarısı ayrı bir tartışma konusu, fakat bu program özetle; vergi gelirlerinin artmasına, harcamaların kısılmasına, mali yapının daha güçlü olmasına ve kurumların daha rasyonel bir yapıya kavuşmasına hizmet etmeyi hedeflerdi.Sonra 2008 krizi oldu ve krizden çıkmak için başta ABD olmak üzere herkes bu programın tam tersini uygulamaya başladı. Dibe daha yavaş vuralım ve daha sonra da krizden çabuk çıkalım diye herkes radikal Keynesyen politikalar uygulamaya başladı. Bu politika değişikliğine önce IMF sessiz kaldı. Sonra da şaşkınlıktan pırtlayan gözlerimizin önünde, gayet de pişkin bir şekilde özel sektörün toparlanması için genişlemeci maliye politikalarına açık destek vermeye başladı.Şimdi Strauss Khan aynı şeyi söylüyor: AB'ye hitaben diyor ki, sıkı maliye politikası uygulayarak Maastricht kuralına uyacağım diye küresel toparlanmayı tehlikeye atma! Bu görüşü ABD hazine bakanı Geitner da destekliyor. O da özetle dünyaya diyor ki, benim harcamalarıma güvenerek sıkı maliye politkası uygulamayın. Benim de yurtiçi tasarruf açığım var ve bu açığı kapatmam lazım. Bu nedenle eskisi gibi bol keseden harcamayacağım. Ey Avrupa, ey Japonya, büyümek istiyorsan kendi iç talebini artır.Yani ABD nasıl olsa toparlanıyor, oraya mal satarım diyerek kamu harcamalarını o kadar da kısma. Geitner'ın Çin'e de lafı var. Ey Çin, şu yuan bırak da biraz dolara karşı değer kazansın. Yani bana daha az mal sat. Biraz da ben üreteyim. Böylece hem cari açığım azalır, hem de işsizlik oranım, hem de bütçe açığım. Çin de diyor ki, paritenin düşmesi nedeniyle yuan zaten euroya karşı değer kazandı! Artık Avrupa'ya çok mal satamayacağım! Sana da mal satmayacaksam kime satacam? Ben de büyümeyeceksem küresel toparlanma nasıl olacak?Özetle dünya ekonomisinin tıkandığı nokta burası.Ama ilginçtir Geitner “büyüme için çok sıkmayın” derken, Trichet “biz de aynı amaçla sıkalım diyoruz”, diyor.Yani Trichet IMF'in 2008 krizi öncesi görüşlerine paralel bir çıkış stratejisini desteklerken, ABD ve IMF bu görüşlerin tersini savunuyor!..Kafalar o nedenle biraz karışık.Esasen bir devlet “adamı” bu durumu kendisinden hiç beklenmedik bir zeka kıvraklığıyla çok da güzel özetlemiş.Paritenin aşağıya gidişinden memnuniyet duyduğunu beyan eden Fransız maliye bakanını teyiden Sarkozy diyor ki: “Herkesi aynı anda memnun etmek imkansız bir görev. ABD, İngiltere, AB, Japonya, Çin, herkes parasının değer kaybetmesini istiyor...”Yani herkes birbirine: Sen üretme ben üretip satayım, önce benim işsizliğim, bütçe açığım, cari açığım ve borç stokum azalsın, sonra seninkisi diyor...Halen çözülemeyen kavganın bizce özü bu...Umarız bu kez anlaşılır olduk.