IMF yılda iki kez Küresel Finansal İstikrar Raporu yayımlar. Önceki gün yayımlanan son raporunda ilginç tespitler ve projeksiyonlar var. Özetleyelim:
Güvenli varlık derken daha çok gelişmiş ülke devletlerin çıkardıkları tahviller kast ediliyor. Fiyat yükselişinin en önemli nedeni talep artışı ve arz kısıtı. Talep artışının en önemli nedeni majör merkez bankalarının daha fazla devlet tahvili almakla sonuçlanan genişlemeci politikaları. Finansal piyasalardaki riskleri azaltmak üzere sıkılaştırılan regülasyonlar da önemli bir başka etken.
2008 krizi sonrasında gelişmiş ülkelerin borç yükleri ve bütçe açıkları çok büyüdü. Ülke notları düşürüldü. Daha önce risksiz olarak algılanan ülkelerin ihraç ettikleri devlet tahvilleri, ülke notlarının düşmesi nedeniyle artık riskli varlık haline geldi. Bu da arzı kısıtlayan en önemli etkenlerden.
IMF tahminine göre 2016 yılına kadar güvenli varlık arzında 9 trilyon dolarlık bir azalma gerçekleşecek. Bu da yaklaşık olarak mevcut kamu borçları toplamının % 16’sına tekabül diyor.
Küresel kriz ve sonrasında artan kamu borçları nedeniyle artık gelişmiş hiçbir ülkenin tahvili gerçek anlamda güvenli kabul edilmiyor. Halen kredi derecelendirme kuruluşlarının vermiş oldukları en yüksek notlar da bu olumsuz algının değişmesine hizmet etmiyor. Çünkü kriz öncesinde verilmiş hatalı yüksek notların nelere yol açtığı hafızalarda canlılığını korumaya devam ediyor.
Yüksek kamu borçlarını sürdürebilmek ve bütçe açıklarını makul düzeylere çekebilmek için, çıkardıkları borçlanma araçlarına eskisi kadar güvenilmeyen ülkelerin sürdürülebilir bir büyüme trendine girmeleri gerekiyor. Ancak ufukta kaygıları azaltacak bir küresel büyüme trendi görünmüyor.
2008 krizinin tekrarını önlemek üzere sıkılaştırılan finansal regülasyonlar, devletlerin merkez bankası kaynaklarını daha fazla kullanmak zorunda kalmaları ve bu nedenle devlet tahvillerine olan talebin artması fiyatların yükselmesine, daha da kötüsü kısa vadede çok hızla dalgalanmasına yol açıyor. Bu nedenle likit ve güvenilir teminat kısıtı da oluşuyor. Teminat maliyetleri artıkça, fon piyasalarında daha az güvenli varlıkların teminat olarak kabul edilmesi kaçınılmaz hale geliyor. Kalitesiz teminatı kabul emek zorunda olanlar temerrüt primini fonlama maliyetlerine ekliyor. Bu da hem riskleri artırıyor, hem de büyümeyi olumsuz etkiliyor.
Krize çözüm ve önlem olarak birçok ülkede finansal regülasyonların sıkılaştığını biliyoruz. Keza, Basel III de bankalara portföylerinde bulundurdukları riskli varlıklar için sermaye tutma yükümlülüğü getiriyor. Bankalar tezgahüstü işlemleri için de karşı taraf riskini azaltmak üzere daha fazla teminat istemek zorunda. Ancak, halen bankalar notları ne olursa olsun kendi ülkeleri tarafından ihraç edilmiş devlet tahvillerini portföylerinde bulundurmaya devam ediyor. Çünkü birçok ülkenin ulusal bankacılık mevzuatında bu tahviller risksiz varlık olarak kabul görüyor. Yani bu tahvilleri tutan bankalara ilave bir sermaye koyma yükümlülüğü gelmiyor. Durum, Avrupa Birliği’nde daha da vahim. Örneğin AB üyesi ülkelerden Yunanistan, İspanya ya da İtalyan devlet tahvilini tutan bir Belçika bankası, olası bir temerrüt haline karşılık bir sermaye koyma yükümlülüğüne girmiyor. Bu da bankaların olması gerekenden daha yüksek kaldıraçla çalışmakta oldukları anlamına geliyor.
Raporda, ciddi bir risk olarak altı çizilen bu durumun düzeltilmesi yolunda tavsiyeler de var. Tavsiyelerin büyümeyi kısa dönemde olumsuz etkileyeceğine işaret ediliyor. O nedenle güvenilir özel sektör tahvillerinin ve güvenilir gelişmekte olan ülke tahvillerinin önemine dikkat çekiliyor.
Rapora göre, birçok ülkede yaşlı nüfusunun yaşam beklentisini olduğundan daha kısa tahmin ediliyor. Bu nedenle dünya çapında insanların ortalama yaşam beklentisine 3 yıl daha eklemek gerekiyor. Sosyal güvenlikle ilgili yükümlülüklerin olması gerekenden daha az tahmin edilmesine yol açan bu yanlış tahminin, halen çok yüksek düzeylere çıkmış olan kamu borç yükünün düşünülenden daha fazla artmasına yol açacağı vurgulanıyor.
Yaşlanan nüfusun devlet bütçeleri üzerindeki yükünün özellikle gelişmiş ülkelerde yükselmekte olduğu, uzun yaşam beklentisinin düşünüldüğünden daha büyük mali sorunlara yol açacağı, önlem alınmazsa 2050 yılına kadar bu ülkelerde her bir çalışana karşılık bir emeklinin düşeceği gerçeğine dikkat çekiliyor.
IMF’in gelecek hafta yayımlanacak olan Dünya Ekonomik Görünüm Raporunda yapılan şu tespitle yazımızı noktalayalım: 2050 yılında her insan şu anda tahmin ettiğimizden 3 yıl daha fazla yaşarsa bunun yıllık maliyeti küresel hasılanın yüzde 2’sine varabilecek!