İran’da nükleer programı başlatan ABD’dir!
ABD 1957 yılında İran’la sivil nükleer işbirliği anlaşması imzaladı. O zamanlar İran ve ABD iki “dost ve müttefik” ülkeydi ve İran yönetiminde Şah Rıza Pehlevi vardı. Pehlevi nükleer enerjiyle şahsen ilgileniyordu. Hatta 1959 yılında kendi talimatıyla Tahran Üniversitesi’nde bir nükleer araştırma merkezi kurulmuştu.
1967 Eylül ve Kasım aylarında İran’a zenginleştirilmiş uranyumu (5.545 kg) ve nükleer silah yapımında kullanılan plütonyumu (112 kg) veren, nükleer reaktörleri ve uranyum zenginleştirme tesislerini kuran da ABD’dir!
“İran, er ya da geç nükleer silah sahibi olacaktır” diyen Şay Rıza Pehlevi’dir (1974 Haziran).
İran, 1 Temmuz 1968 tarihinde Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nı imzaladı.
İran, ABD’den aldığı destekle 1970’li yıllara kadar kendi nükleer güç programını geliştirdi.
1979 yılında İran’da İslam devrimi oldu. ABD’nin Tahran Büyükelçiliği basıldı ve büyük bir rehine krizi yaşandı. Şah devrildi, yerine Humeyni geldi. Şah devrilince ABD İran’a nükleer program desteğini kesti.
İsrail devleti 1948 yılında kuruldu. 1979 devrimine kadar İran ve İsrail iyi anlaşan iki ülkeydi. İki ülke arasındaki ilişkiler devrim sonrasında da bir süre iyi kaldı. Hatta 1980 yılında başlayan ve 8 yıl süren İran – Irak savaşında İsrail’in İran’a destek olduğu ve silah verdiği iddia edildi. Daha sonra iki ülke düşman oldu. İran İsrail’i “gayri meşru ve haritadan silinmesi gereken bir devlet” olarak ilan etti.
Bunun üzerine İsrail (ABD yönetimindeki etkisiyle) uluslararası kamuoyu nezdinde İran aleyhinde “küresel teröre destek veren ülkelerin elebaşısı İran’dır” türü propoganda yapmaya başladı.
Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu uzmanları İran’ın yüzde 5’i aşan oranda uranyum zenginleştirme çalışması yaptığı kanaatine ulaşınca, İsrail’in bu propogandası zemin buldu ve gözler İran’a çevrildi.
Ve ABD İran’ı, “terörü finanse eden ülke” ve bir “kara para aklama bölgesi” olarak ilan etti.
İran, müzakereler sırasında “nükleer program bilimsel amaçlıdır, reaktörler halkın enerji ihtiyaçlarını geliştirmek içindir” dedi. ABD ise “nükleer enerji tesislerinde enerji üretmek istiyorsan yüzde 5 oranında zenginleştirilmiş uranyum yeterli. Sen uranyumu yüzde 20 zenginleştirdin. Yüzde 90’a ulaşınca atom bombası yapabileceksin. Bunu istemiyorum” dedi.
P5+1 ülkeleri; İsrail, Hindistan ve Pakistan’da da atom bombası vardır.
İran’la görüşmeyi yapanlar Almanya dışında BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi ülkelerdir ve hepsinde nükleer silah vardır.
İsrail’de yaklaşık 80 atom bombası olduğu tahmin ediliyor.
Hindistan ve Pakistan’da da atom bombası var.
Peki, ABD, AB ve BM neden bu ülkelerle iligili yaptırım uygulamıyor?
Söylenen şu:
“İsrail, Hindistan ve Pakistan Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nı imzalamadılar. İran ise imzaladı ve anlaşmaya aykırı davrandı. Dahası İsrail’i gayrimeşru ilan etti ve haritadan silmekle tehdit etti. Hindistan ve Pakistan anlaşmayı imzalamadılar ve kimseyi tehdit etmiyorlar.”
Anlayacağınız bu anormallik için söylenebilen tek şey bu!
İran Şii bir Pers ülkesidir. Arap dünyası için hep mesafeli durulması gereken ve askeri gücü olan bir ülkedir.
Açıkçası 1979 devriminden sonra Batı, İran’ın bölgesel nüfuzundan ve neden olabileceği ekonomik krizlerden tedirgin oldu. 1973 – 1979 petrol krizrelerini hatırlayın. Devrimden sonra bölgede Batı hegamonyasına karşı gelen tek ülke İran oldu. 1979 sonrasında “molla rejimi” Batı’nın kendilerini yok etmek istediğini söyledi. İran’ın kontrol altına alınması Batı için hayati öneme sahipti.
Daha sonra Sovyetler dağıldı, Çin küresel sisteme entegre oldu, İslam dünyasında silahlı “cihat” örgütleri ortaya çıktı, “Arap Baharı” oldu, Mısır, Irak ve Suriye karıştı, Türkiye rotasını değiştirdi, küresel dengeler ve ABD’nin öncelikleri değişti, vesaire.
Batı, Körfez bölgesinde ve Orta Doğu’da nükleer silahlanma yarışı istemiyordu. İran nükleer geliştirmeye devam ederse Suudi Arabistan ve Mısır da isteyecekti. Nitekim Suudi Arabistan Güney Kore’yle anlaşmalar imzaladı.
Dahası nükleer güce sahip bir İran, dünyanın en büyük petrol üreticisi bölgede ABD otoritesine fiili olarak meydan okumaya başlayabilirdi. Bu durumda ABD’nin körfez bölgesinde tampon güç oluşturması, zaman zaman askeri tatbikat yapması gerekecekti. Bu da, Uzak Doğu'ya cevrilen ABD'nin enerji ve dikkatinin tekrar Orta Doğu'ya yönelmesi demekti.
ABD İran’a yönelik olarak iki tür yaptırım uyguluyor. Başkan Obama’nın kararıyla uygulanan yaptırımlar ve yasa gereği uygulanan yaptırımlar. Bunlardan ilki en çabuk kaldırılacak olanı.
Anlaşma, ABD bakımından bağlayıcılığı olan bir uluslararası anlaşma hüviyetinde değil. O nedenle ABD’de aynı prosedüre tabi değil.
Anlaşma sonrasında yaptırımların kalkması için, muhtemelen ABD’de Kongre onayı ve ABD Başkanı'na yaptırımları tedricen ve şarta bağlı kaldırma yetkisi veren bir karar alınması ve akabinde BM Güvenlik Konseyi’nden de bir karar (resolution) çıkması, daha sonrasında AB’nin karar alması gerekecek.
İran anlaşma sonrasında, muhtemelen zenginleştirilmiş uranyumunu ülke dışına çıkaracak; anlaşmaya uygun olarak nükleer reaktörlerini ve santrifüjlerini sökecek, zenginleştirme tesislerini kapatacak. Daha sonra Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı denetçilerinin denetim ve gözetim işlerini kıstlama olmaksızın yapmasına imkân verecek. Denetçiler aralıklarla durum tespiti yapacak ve İran’ın anlaşmaya uygun davrandığını tespit ederlerse yaptırımlar adım adım kalkacak.
Daha sonra İran ve ABD arasında 1979 yılından bu yana sekteye uğramış olan diplomatik ilişkilerin yeniden kurulmasına şahit olacağız. İki ülkenin başkentlerinde büyükelçilikler yeniden açılacak. Daha önce de “Obama Tahran’ı ziyaret ederse kimse şaşmasın” diye yazdığımız gibi muhtemelen iki ülke devlet başkanları birbirlerini ziyaret edecekler.
Anlaşmayla Orta Doğu’da da bazı şeyler değişecek. İran, Lübnan’da Hizbullah’ı kontrol ediyor. Suriye’de Beşar Esad’ı destekliyor. Yemen’de Şii Huti’ye destek verdiği iddia ediliyor.
Öte yandan İran Taliban’la mücadelesinde Afganistan’da ABD’ye yardım etmiş bir ülke. Irak’ta IŞİD’e karşı savaşta da ABD destekli muhalif güçlere destek verdi. Bu anlamda anlaşma sonrasında ABD’nin İran’la Orta Doğu’da yapabileceği çok şey var ve olacak.
Bu anlamda ne zaman olur bilmem ama, “İran İsrail’i tanırsa” Orta Doğu’da işler epey değişir ve Türkiye’nin “aşınan önemi” biter, diyebiliriz.
İran rejimi bundan sonra “Arap Baharı” veya “Turuncu Devrim” türü gelişmelerle mi, yoksa tedrici kurumsal iyileştirmelerle mi değişecek, bu da önemli bir soru işareti.
İsrail ve Suudi Arabistan açıkça yaptırımların kalkmasını istemiyor.
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu “No deal is better than a deal” (Anlaşmamak anlaşmaktan daha iyidir) dedi. Hatta İsrail yaptırımların sıkılaştırmasından yana.
Beklenti o ki, anlaşma sonrasında İsrail’in tek taraflı olarak İran’ın nükleer tesislerine askeri saldırı yapması ihtimali ortadan kalkacak.
İran, anlaşma yaparak yurt dışı bankalardaki parasının serbest bırakılmasını, dış ticarette bankalar arası döviz transferine imkân veren SWIFT sistemine yeniden katılmayı, petrol ve doğalgaz satarak ekonomisini toparlamayı istiyor.
Anlaşma sonrası yaptırımlar da kalkınca İran'ın dünya ile ticaret ve yatırım olanakları, özellikle de Batı ülkeleriyle artacak.
Kısa dönem etkiler: Anlaşmanın kısa dönemde ekonomik aktörler için olumlu psikolojik etki yaratması, bunun da bir ekonomik momentuma ve ani bir büyüme hızı artışına yol açması bekleniyor. Ticaretin ve finansmanın serbestleştirilmesi ve bloke edilmiş İran parasının serbest bırakılmasıyla Batı’dan tüketim malı ithalatının hızla artması bekleniyor. Yaptırımlar sırasında İran petrol dışı ürünlerin üretimini (ithal ikamesi) desteklemişti. İthalat serbestleşince kısa dönemde yerli üretimi yapılan petrol dışı ürünlere talebin azalması bekleniyor.
Orta dönem etkiler: İran, diasporası çok güçlü bir ülke. İran’da okuma yazma oranı yüzde 85’tir. Bir İran vatandaşının ortalama okula gittiği yıl sayısı 15’tir. İran ihracata daylı olarak büyümek istiyor. Orta vadede üretim amaçlı hammadde ve ara malı ithalatı artacaktır. Petrol ve doğalgaz ihracatı artacaktır. Petrol ve doğalgaz satışlarının serbestleşmesiyle ekonominin yüzde 7 – 8 büyüme trendine girmesi bekleniyor. Petrol ve doğalgaz sektörüne doğrudan yabancı sermaye girişi olacaktır. Özellikle Batı ülkeleri için İran'daki yenileme ve teknoloji güncelleme yatırımlarında iş imkânları doğacaktır.
Uzun dönem etkiler: İran uzun dönemde petrolden çok doğalgaz sektöründe büyüyecektir. Doğalgazın, üretiminde hayati öneme sahip olduğu çelik, alüminyum ve petrokimya sektörü gelişecektir. 2020’ye kadar İran'ın dünyanın ABD, AB, Rusya ve Çin’den sonraki en büyük gaz piyasası olması bekleniyor. İran uzun dönemde petrol sektöründe katma değeri yüksek ürünlere (downstream) geçmek, bu yolla petrol ürünleri ihracatına daha az bağımlı hâle gelmek isteyecektir. Üretiminde doğalgaz, elektrik ve petrol ürünleri kullanılan her sektör İran’da büyüme potansiyeli taşıyor. Alüminyum, çelik, çimento bunlara sadece birkaç örnektir.
Vedat Özdan: İran’a yönelik yaptırımlar kalkarsa kim, hangi işten, ne kazanacak?