Bütün bu tartışmaların Anayasa çalışmaları bakımından taşıdığı önemi ayrıntılandırarak bitirmeyi planlıyorduk...
Bugün yazı dizimizin son günü. Yazı biraz uzun oldu, ama sonu güzel bitecek. Bütün bu tartışmaların Anayasa çalışmaları bakımından taşıdığı önemi ayrıntılandırarak bitirmeyi planlıyorduk, ama maalesef Anayasa çalışmaları seçim sonrasına kaldı. Çünkü AKP, MHP’yi baraj altı bırakarak yine tek başına iktidar olabileceği ihtimalini gördü ve artık “Kürt sorunu”nun çözümünde de katkı yapacak ve demokrasimizin daha özgürlükçü olmasını sağlayacak somut adımları (iyi ihtimalle şimdilik) atmayacak gibi görünüyor. MHP’yi baraj altında bırakınca, muhtemeldir ki bu yönde bir adımı Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kürt oylarına tahvil etmek daha mantıklı bulundu. Bu arada öğrendik ki, referandumda evet oyu alan Anayasa paketindeki “kadına pozitif ayrımcılık” maddesiyle akıllardaki öncelikli mesele, bir daha anayasa değişikliğine gitmeksizin yasal-idari yollarla türban sorununu çözmekmiş... Konumuza dönelim. En kötü senaryo Biz gelecek için umutluyuz. Umut, elbette fakirin ekmeği. İkinci dip olursa ülkelerin daha muhafazakârlaşacağı, ticaretin bu kadar serbest olmayacağı, göçmen düşmanlığının beslediği daha radikal sağın yeni bir yükselişe geçeceği bir döneme doğru gidiyor da olabiliriz. Elbette işi daha tehlikeli noktalara götürmek de mümkün. Yeni dünya düzeni ABD’nin tekelci liderliğini zorluyor. Batı bloku çözülme arefesinde. Sonrasına kimsenin cesaret edebileceğini sanmıyorum ama, biraz 1930'lu yılların sonlarının havası var gibi. Neyse biz karamsarlığı bırakalım ve biraz daha gerçekçi ihtimallerimizi sıralayalım: Finansal serbestleşmeye kuşkuyla bakılır oldu Ticaretin serbestleşmesinin faydaları konusunda halen bir küresel mutabakat var. Ancak finansal serbestleşmenin faydaları konusunda o kadar da kesin bir mutabakat yok. Hatta kriz sonrasında kuşkularda ciddi artış var. Finansal piyasaların serbestleşmesi dünya ticaretinin finansmanını kolaylaştıracak ve böylece piyasa ölçeği genişleyerek işbölümü artacak ve kaynak tahsisi daha etkin hale gelecek diye varsayılmıştı. Ancak durum bu şekilde cereyan etmedi. Çünkü finansal piyasalar üretimden ve ticaretten bağımsız bir hal aldı. Hatta reel sektöre yabancılaştı. Beklentilerin alınıp satıldığı sanal bir ekonomi dünyası oluştu. Bu dünyanın piyasa ekonomisiyle bağdaşmadığını alüminyum örneğini vererek daha önce yazmıştık. Arz fazlası var ama fiyatlar yükseliyor, diye. Talep kanununun çalışmadığı bir dünyada ölçek artsa ne olur? Çok daha kötü bir kaynak tahsisine yol açılıyor. Elbette bu bizim tespitimiz. Son günlerde kısa vadeli sermaye hareketlerinin sınırlanması gerektiği konsunda bir görüş birliği oluşma temayülleri beliriyor ama halen finansal küreselleşme zararlı diyerek engel koyalım diye bir mutabakat yok ortada. Bunu esasen yıllardır Yılmaz Akyüz ve Korkut Boratav hocalar yazdı, ama demek ki müsibet gerekiyormuş. Bo noktada bir tespitimizin altını çizelim: Şayet kur savaşları devam ederse ve ikinci dip olursa politikacılar işin doğası gereği daha korumacı olacaklar. Bu durum, ticaretin serbestleşmesinden elde edilen kazançları da yok edebilir. Avrupa Birliği’nde çözülme korkusu derinleşiyor Daha önce de yazdık. İngiltere Avrupa Para Bölgesi’nin dışında. Parasal birlik zaten eksik. Tam olsa da yeterli değil. Çünkü maliye politkaları harmonize değil. O nedenle Euro çok uzun ömürlü olmayacak. Avrupa Birliği’nde çözülme korkusu halen çok yaygın. AB para bölgesinde büyük bir gerilim var. Acilen mali saydamlığın sağlanması gerekiyor. Güney ülkelerinde işsizlik oranının yüksek olması bu korkuyu besliyor. İyi politikalar maalesef her zaman iyi ekonomiler doğurmuyor. Güney ülkelerini uluslararası rekabette daha iyi konuma getirebilmek için yapısal önlemlere ihtiyaç var. Ancak mevcut mekanizmalarla bu mümkün değil. Bu nedenle AB içinde 4 veya 5 ülkenin AB’den ayrılmaksızın ayrı bir kulvarda gitmesi tartışılıyor. Bunu daha önce Chirac da söylemişti. Tarihe bakın bu hep böyledir: İnsanlar nerede para varsa oraya gider Batı dünyası II. Dünya Savaşı’ndan bu yana yoğun göç alıyor. Batıda nüfus yaşlanıyor. Göçmen aileler daha fazla çocuk yapıyor. Alman, Fransız, İngiliz milli takımlarına ve milli sporcularına bakın. Hep yabancı kökenli. Birkaç yüzyıl sonra dünyada Almanya veya Fransa gibi ülkeler kalmayabilir. Milliyetçilik bu anlamda uzun vadeli bir ideoloji gibi görünmüyor. Bu kısa dönemde önemsiz olduğu anlamına gelmez elbet. Batıya doğru olan bu göç paterninin çok uzak olmayan bir gelecekte tersine dönmesi de mümkün. Çünkü para artık daha çok doğuda kazanılacak. Temiz hava, gıda ve su güvenliği çok önemli hale gelecek İnsan nesli çok hızlı çoğalıyor. Neslin çoğalması kendi başına sorun değil. Doğanın dengesini tehdit eden en ciddi gelişme, yazımızın sonuyla tutarsızlık olacak ama, bence bu akıl almaz hız. Hava ve deniz kirliliği; nehirlerin, göllerin, ormanların ve verimli arazilerin yok olması çok ciddi bir tehdit. Maalesef piyasa fetişizmi şöyle çalışıyor: Bir şeyin arzını artırmak istiyorsan kural basit, fiyatını artır. Artınca birileri üretir ve satar. Birileri de onu daha yüksek fiyattan almaya başladığı için ya da daha az tükettiği için bundan zarar görür. Teşvik olmadan arz artmaz. Örneğin hava kirliliğini de piyasa çözecek. İleride temiz hava için çok para ödenecek. Elbette kendi içinde tutarlı olan bu mantığı kabul etmek mümkün değil. Çünkü hemen fiyatlanmayan maliyet unsurlarını (en azından zaman maliyetini) içermeyen sığ bir mantık bu. Bir görüşe göre bir Çinli, değil ABD’li ya da İngiliz, bir İspanyol standartlarında yaşarsa dünyanın kaynakları kesinlikle buna yetmeyecek. Dünyada o kadar kaynak yok, deniyor. Emtia piyasaları bu nedenle artış trendinde. Ne zaman dünyada bir kıtlık çıksa dünya savaşı oluyor. Bu kez ne petrol, ne çelik, ne de başka bir şey. III. Dünya Savaşı çıkarsa bu kez gerçek “likidite” krizinden, yani SU’dan dolayı çıkacak diyenler hiç de az değil. Kimileri de dünyada su çok ama yanlış yerde; suyu ihtiyaç duyulan yere getirmek geleceğin işi olacak, diyor Umarız ki Fed kur savaşlarında ateşe benzin dökmez. 21. yüzyılda Çin’de olup bitecekler önem kazanacak Çin, dünya ekonomisinin yüzde 8’ine tekabül ediyor. Yaklaşık 1.4 milyar nüfusa sahip. Nüfusu çok fazla olmasına rağmen piyasada 300 milyon kadar tüketici olduğu tahmin ediliyor. Doğunun yeni lideri Çin politik olarak da daha dominant bir ülke haline geliyor. 2008 krizi sonrasında herkes Çin’in de krize girebileceği beklentisi içine girdi. Bankalar çok kredi verdi, mahalli idarelerin borcu çok, Yuan çok değersiz, gayrimenkulde balon var vesasire, dendi. Ama Çin halen yüzde 10 büyüyor. Çin’in önümüzdeki 10 yıl içinde de krize girmesi beklenmiyor. Bir enflasyon problemi de yok. Tüketim harcamaları her yıl büyüme oranı kadar artıyor. Çin’de gözlenen bir iş döngüsü de (business cycle) yok. Konut piyasası da çok pahalandı. O nedenle yakın bir tarihte bu piyasada da bir sorun görünmüyor. Çin için en önemli sorun, gelecekte imalat sanayinin rekabetçi gücünü kaybetmesi. Şu anda 19. yüzyıl sanayi devrimi koşullarında hayat standartlarına razı bir işgücü piyasası var. Bu piyasa Çin’in en büyük hazinesi. Elbette eğitim de önemli. Çin, son 30 yıldır ABD’ye çok fazla doktora öğrencisi adayı gönderdi. Şimdi bu akıllı insan sermayesiyle ülkesini yönetiyor. Çin’de ücretlerin her yıl nominal olarak yüzde 15 artması gerekiyor. Reel olarak da yüzde 10. Yani büyüme oranı kadar. Ücret artışları fiyatlara yansırsa rekabet avantajı ortadan yavaşça kalkar. Zayıf nokta burası. Çin’deki en potansiyel sorun ücret enflasyonu. Bunun elbette dünya ekonomisine olumsuz etkileri olur. Ama çok yakın bir gelecekte böyle bir ihtimal görünmüyor. Çin batıya enflasyon ihraç eder mi? Elbette bir miktar eder. Bu anlamda doğru soru şu olmalı: Çin önümüzdeki yıllarda iç taleple büyüyen bir ülke mi olacak, yoksa daha etkin – verimli bir imalat sektörüyle rekabetçi bir ülke mi olacak? ABD’nin göze aldığı ve ateşlediği kur savaşlarının bir nedeni de bu; Çin’i yola getirmek. 2002 – 2007 arası Çin için altın çağdı. Her yıl ortalama yüzde 10 büyüyen bir Çin gördük. 2007’de ekonomiyi soğutma kararı aldılar. Tam da kriz öncesinde ve takdire şayan bir öngörüyle. Böylece 2008 yılında büyüme oranı yüzde 6’ya indi. 2011 Çin’de yeni 5 yılın ilk yılı olacak. Tarihsel verilere göre ilk 2 yıl büyüme hep yüksek oluyormuş. Önümüzdeki 5 yıl Çin’de yine yüzde 9-10 oranında büyüme öngörüsü var. Çünkü potansiyel bir iç talep var. Bu arada Çin’de çok büyük bir iç göç yaşanıyor. Büyük kentlere hızlı bir göç var. Şehirler hızla büyüyor (ama İstanbul kadar değil). O nedenle gayrimenkul piyasası hızla büyüyor. Şanghay’da 1 yıl içinde konut fiyatları yüzde 100 artış gösterdi. Çin’in doğrudan yabancı sermaye oranı yaklaşık yüzde 5 civarında. Bu büyük bir rakam değil. Ani bir çekilme o nedenle büyük bir tehdit değil. Zaten Çin’de hizmet sektörüne girmek neredeyse imkânsız gibi. Sağlık, telekom, bankacılık vs. hizmet sektörleri çok iyi korunuyor. Çin’in bu sektörlerde büyümesinin dünya ekonomisne büyük faydası olamayacak. Çünkü doğrudan yabancı sermaye girişi çok zor. Yakın bir gelecekte Yuan bir rezerv para birimi olamaz. Bu arada artık Hong-Kong’un önemini kaybetmeye başladığını da belirtelim. Çin dünyaya artık birçok başka kanaldan açılabiliyor. Deniyor ki; 19. yüzyıl İngiltere’nin, 20. yüzyıl ABD’nindi. 21. yüzyıl Çin’in olacak. O nedenle çocuklarınıza, torunlarınıza Çince öğretin... Çin’in Afrika ilgili çok önemli ilişkileri var. Altyapı yatırımları işinde Çin Afrika’nın çok önemli bir partneri. Hammadde tedariki konusunda da emtia piyasalarıyla yakından ilgileniyorlar. Çin rezervleri Çin halkının malı. Çin, rezervlerini buralarda kullanıyor. Bu arada T24’ün çok saygın ekonomi yazarı Bader Arslan’ın Çin’le ilgili ufuk açıcı yazılarını bir kez daha okumanızı öneririm. Hindistan doğunun parlayan ikinci yıldızı olacak Hindistan dünya ekonomisinin yüzde 2’si. Bizim gibi genç bir nüfusa sahip. Çok dinamik bir ülke. Çin gibi tüketimle değil, daha çok altyapı yatırımlarıyla büyüyor. Hindistan’da da çok iyi bir ekonomi alt yapısı var. ABD'de iyi üniversitelerde doktora yapmış çok kaliteli bir beşeri sermayeleri var. Örneğin bilgisayar konusunda iyiler. Altyapı açıkları tamamlanırsa etkinlik konusunda beşeri sermaye kalitesinin sorun çıkarmayacağı bir ülke. Nüfusun büyük bir kısmı ana dili gibi İngilizce konuşuyor. Bu da çok önemli bir avantaj. Ayrıca Hint insanı müteşebbis ruhlu. Kendine güveni var. İyi kalpli ve güleryüzlü bir millet. Finansal piyasalarında da sorun yok. Bürokraside bizdekilere benzer (etik) sorunlar yaşıyorlar. Afrika, artık eski Afrika değil Kıtada en az 48 ülke var. Kıta genç ve büyüyen bir nufusa sahip. Eskiden çok yüksek enflasyon oranı olan ülkeler vardı. Şimdi düzeldi. Tüketim artıyor ve ekonomiler toparlanıyor. Döviz piyasalarında sorun yok. Özel tüketimin sürüklediği bir büyüme var. Fakirlik yavaş da olsa azalıyor. Büyümenin yegâne kaynağı emtia ve doğal kaynak (elmas, altın, bakır, petrol) satışı değil. Üretim de var. Zambia, Tanzanya, Uganda, Kenya, Nijerya, Güney Afrika çok iyi gidiyor. Afrika'da da altyapı açığı var. Altyapı yatırımları artınca büyüme de hızlanıyor. Afrika’nın en önemli sorunu kurumsal kapasite açığı. Tarımda ve gayrimenkul sektöründe yatırım potansiyeli var. Sosyal ve kurumsal altyapıda, ki buna “soft” alt yapı deniyor, açık var. Dünyanın hiçbir bölgesinde hiçbir ülke, başkalarına mal satmadan ve başkalarından mal almadan büyümez. O nedenle kıtanın çok önemsenmesi gerekiyor. Nitekim AKP hükümeti bu konuda çok önemli adımlar attı. Birçok Afrika ülkesine THY doğrudan uçuyor. Petrol rezervleri hızla eriyor –Orta Doğu’yu yeni dönemde zor günler bekliyor Orta Doğu petrol ile büyüyen (oil-driven) bir bölge. Sorunları hiç bitmiyor. Güvenlik sorunu çıktıkça ABD kazanıyor. Çünkü silah satıyor. Yatırımcılar Orta Doğu derken nedense daha çok Körfez ülkelerini kastediyor. Bu bölge için ne zamandır konuşulan bir konu var. O da şu: Bölgede ortak bir para birimi olabilir mi? Üzerinde bu aralar tekrar spekülasyon yapılan bir konu. Ancak yakın bir gelecekte muhtemel görünmüyor. Bu ülkelerin para birimleri hep dolara bağlı. Para politikası ABD’den ithal ediliyor yani. Yakın bir gelecekte petrolün dolar dışında bir başka para birimi cinsinden fiyatlanması pek mümkün görünmüyor. Doların halen lider rezerv para olmaya devam edeceğini iddia edenler Körfez ülkelerine bakarak bunu söylüyor. Petrole bağımlı olmak bölgenin en önemli sorunu. Petrol kaynakları yetersiz kalmaya başlayınca ya da alternatif enerji kaynakları hayatımıza yerleşince bu bölge ne hale gelecek, bunu düşünmek bile zor. Büyük bir dine ev sahipliği yapan ve içinde batıya karşı cihad ilan etmiş bir sürü örgütü barındıran bir bölgeden bahsediyorz. Özellikle Körfez ülkeleri için ekonominin çeşitlendirilmesi (diversification) çok önemli. Bu anlamda ciddi bir türbülans geçirmesine rağmen Birleşik Arap Emirlikleri’nin bağımsız ülkeler gibi yönetilen iki önemli emirliği Dubai ve Abu Dhabi çok iyi örnekler. Dubai turizm, liman, hava yolu, lojistik ve inşaat işlerinde çok başarılı oldu. Kuveyt, Katar, S. Arabistan ve Umman diğer önemli ülkeler. Bu ülkelerde çeşitlendirme yoluna gidilmesi gerekiyor. Bölgenin en önemli sorunu (elbette SU’dan sonra) özgürlükçü demokrasinin temeli olan kamuda şeffaflık ve hesap verilebilirliğin olmaması. Malum, şeffaflık eksikliğinin bir maliyeti var ve bu maliyet çok somut. Buna finans dilinde risk primi deniyor. Dünyanın en büyük borçlusu ABD’nin ne yapacağı çok önemli ABD 1997 yılında dünyanın en büyük borç veren ülkesiydi. Şimdi dünyanın en borçlu ülkesi. Doğal olarak eskisi kadar “efelenmek” zor oluyor. Dün, IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn, dünya ekonomisinde artan gerilimin kaynağının Çin'in para birimi yuanın değerinin fazla düşük olması olduğunu söylemiş ve eğer yeni bir krizin oluşabileceği koşulların önüne geçmek istiyorsak Çin'in (yuandaki) değerlenme sürecini hızlandırması gerektiğini iddia etmişti. Bu önemli bir uyarı. Demek istediği şey şu: ABD’yi ateşe benzin dökmeye zorlamayın. Bu anlamda umarız ABD zemin kaybettiği için her şeyi göze almaz. Dolar, hisse senedi ve tahvil yatrımlarında sona geliniyor Doğru soru şu olmalı: ABD, yani dolar hep kaybedecek mi? Dolar kriz dönemlerinde hep güvenli limandı. Artık böyle değil. Şimdi herkes dolardan kaçıyor. Ancak kısa vadede alternatif bir rezerv para yaratmak mümkün olmayacak. ABD’de ekonomi toparlanınca dış ticaret dengesi de iyileşecektir, ancak bu doların pırıltısının azalmasını engellemeyecek. Bono piyasasında küresel balon var. Kısa vade için yatırım yapılabilir, ama ülkeler halen çok borçlu. Bir yerde bu balon patlayacak. Orta vadede çok tehlikeli bir piyasa olduğu söyleniyor. Altın fiyatları da daha yükselir, deniyor. 1.600 dolara doğru bir hareket olabileceği konuşuluyor. Ancak şurası da bir gerçek. Ne zaman daha yukarısı konuşulsa bir kâr realizasyonu geliyor. Gümüş, palladyum ve platinyum diğer değerli metaller. Bunlarda da fırsatlar olduğu söyleniyor. Hisse senedi piyasalarında da balon oluştu. Hisse senedi ve tahvil piyasaları muhtemel bir parasal türbülansta çok yakacak gibi. Emtia piyasaları orta ve uzun vadede çok iyi olacak. Çünkü Çin, Hindistan ve Afrika büyüdükçe ve buralardaki hayat standartları yükseldikçe hammade talebi artacak. Dünyada son yıllarda hiç yeni ve büyük bir petrol kuyusu bulunamadı. Mevcutlar kapanıyor ve rezervler azalıyor. Çin 10 yıl önce petrol ihraç ediyordu, şimdi ithalatçı ülke haline geldi. Dünyanın en iyi işi Geçenlerde son 3 yılda 116 ülke gezmiş yatırım uzmanı ve yazar Jim Roger (halen Singapur’da yaşıyor) diye bir Amerika’lıyı dinleme fırsatım oldu. Wikipedia’da kim diye bakınırken şu ifadesine rastladım: “1807 yılında akıllı insansanız Londra’ya taşınırsınız, 1907 yılında akıllı bir insansanız New York’a taşınırsınız, eğer 2007 yılında akıllı bir insansanız Asya’ya taşınırsınız” demiş. Ama benim dinlediğim konuşmasında bundan çok daha ilginç bir ifadesi oldu: “Dünyanın ey iyi işi bir kız çocuğu babası olmak.” Bu arada 1945 doğumlu Jim Rogers, 2003 yılında ve 2008 yılında dünyaya gelmiş iki kız çocuğu babası. Çocuk fikrine hep uzak durmuş, boşuna vakit ve para kaybı olarak gördüğü bu fikrini değiştirdikten sonra tüm arkadaşlarından özür dilemiş bir şahsiyet. Anne olmak isteyen, ama eşini ikna edemeyen kadınlara duyurulur...