Bizde giderek birçok sorunun kaynağı maalesef “egemenlik” anlayışıyla alakalı olmaya başladı...
Bizde giderek birçok sorunun kaynağı maalesef “egemenlik” anlayışıyla alakalı olmaya başladı. “Taşın altına biz elimizi sokuyoruz, iş iyiye giderse sonuçları onlara yazıyor, kötü olursa bize. Böyle şey olmaz” deniyor. Oysa merkez bankalarının özerkliği artık tartışma konusu olmaktan çıktı. Bu demek değildir ki merkez bankaları ülkeden bağımsız “keyfe keder” hedefler peşinde koşabilir. Kimi zaman siyasi irade merkez bankalarına görev ve talimat da verebilir. Ama bu görev ve talimat yasadan kaynaklanır. Hükümetler merkez bankalarının iş yapış tarzlarına karışamaz. Tıpkı yargının işine karışamadıkları gibi. Hükümetlere, bir ülkenin geçmişte yaşadığı tüm tecrübeleri, yasaları ve teamülleri yok sayarak, “benim dediğim olmazsa egemenlik millette olmaz” anlayışıyla her şeyi yapma hakkı veren rejime demokrasi denemez. Kur politikasını belirlemek Merkez Bankası’nın değil hükümetin işi Hangi kur politikasının ülkede uygulanacağına karar vermek birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de hükümetin işidir. Ancak karar verilmiş ve Merkez Bankası’na yasayla yetki, görev ve sorumluluk verilmişse orada iş önemli ölçüde biter. Merkez Bankası’nın işine zırt – pırt karışılmaz. Eleştiri ayrı bir şey. TL’nin değerli olduğu ve bundan ihracatçımızın çok etkilendiği muhakkak. Ancak şurası da bir gerçek ki, TL’nin değerli olması sadece ne Merkez Bankası'nın, ne de hükümetin “suçu.” Konjonktür farklı olsa ve biz aynı şeyleri yapıyor olsak belki de Dolar/TL kuru 2.5 lirayı aşardı! Kim bilebilir? Merkez Bankası üzerinde baskı yapacağına paradigmayı değiştir Bu aralar özellikle Merkez Bankası üzerinde baskı var. Bir iki noktanın altını çizelim:Artık merkez bankaları daha şeffaf olmak zorunda. Yatırımcı da, kreditör de, tacir de ekonomik otramın mümkün olduğunca az belirsizlik içermesini istiyor. O nedenle katı, kapalı, paylaşmayan, hükümetlerin kasası gibi çalışan ve sürpriz sever merkez bankacılığı dönemi çoktan bitti. Para politikalarının öngörülebilir ve yönlendirilebilir olması çok önemli. Zaman, merkez bankalarının ne yapmaları ve ne yapmamalarıyla ilgili kesin sınır çekmek için çok uygun değil, onu biliyoruz; ama paradigma veriyken Merkez Bankası’na çullanmanın da yargıya müdahaleden bir farkı olmadığını vurgulayalım. Ne diyor Merkez Bankası Başkanı? “İhracatçının sorunu büyük. Bunu anlıyoruz. Ancak sorunu mevcut paradigma içinde, yani güçlü devlet ve serbest piyasa ekonomisi çerçevesinde çözmek zorundayız. Eksikleri tamamlayan ve yol gösteren bir devlet anlayışına sahip olmalıyız. Merkez Bankası’na yasayla verilmiş bir yetki var. Merkez Bankası’na fiyat istikrarını sağlamak üzere “enflasyon hedeflemesi” görevi verilmiş. Bu hedefe dalgalı kur rejimi içinde ulaşmamız gerekiyor. Enflasyon hedeflemesinde “kur” bir poltika aracı değildir. Merkez Bankas’nın kurun düzeyini belirleme gibi bir yetkisi yoktur. Hedef enflasyon için yegâne araç kısa vadeli faiz oranlarıdır. Merkez Bankası kısa vadeli faiz oranlarıyla oynayarak hedeflenen enflasyona ulaşılmasına çalışıyor. Şu anda küresel ekonomide likidite bolluğu var. O nedenle kur üzerinde bir baskı var. Bu sadece Türkiye’nin sorunu değil. Japonya’da da, Güney Kore’de de aynı sorunlar var. Herkes ulusal parasının değer kaybetmesini istiyor. Kuru serbest piyasa belirliyor. Paradigma bu. Kur hedefi gözetmekzisin zaten rezervleri artırıyoruz. Rezerv biriktirmenin bir maliyeti var. Sterilizasyon yapmanız lazım. Bunun için faiz ödüyorsunuz. Bu faiz, rezervlerinizin değerlendirilmesi sonucunda aldığınız faiz gelirinden çok düşük. Ancak bunun hiç önemli yok. Enflasyon hedeflemesi mi, kur hedeflemesi mi? Optimal rezerv düzeyinin hesabıyla ilgili söylenenler sabit kur rejiminde geçerilidir. Başbakan da dahil, kamoyunun rezervlerin artırılması beklentisi var. Rezervler artarsa ve hedef konulursa kurlar yükselir beklentisi var. Oysa yükselen piyasalara doğru bir sermaye akımı var ve bu daha da fazlalaşacak. Bu durumda merkez bankaları ne yapabilir? Bu çok önemli bir sorun ve üzerinde çok kafa yoruluyor. Bizde de “Rezervler/Milli Gelir” oranı yükseltilebilir. Zaman içinde bunu yaparken “hedef kur” tespiti yapmak paradigmaya aykırı. Paradigma veriyken Merkez Bankası “kur hedeflemesi” yapamaz. Japonya örneği, rezerv artırarak ve faiz düşürerek kuru yükseltmekte başarının garanti olmadığını gösteriyor.” Özetle durum bu. İhracatçımız haklı, ancak Merkez Banka’mız da öyle. Buna rağmen kurumsal özerkliğe ve kurallarda istikrara çok dikkat etmemiz gerekiyor. “Kurumsal yönetişimi” devlet yönetimine taşımamız gereken bir döneme giriyoruz. Daha fazla büyümek için demokrasiyi daha fazla hazmetmiş olmamız, rol ve sorumluluklara saygı göstermemiz, kurallar veriyken farklı uygulamalar beklemememiz, kuralları da akla estikçe değiştirmememiz gereken bir döneme giriyoruz. Bu çok önemli bir mesele ve nedenini bir başka yazıda ayrıntılandıracağım.