17 Aralıktan bu yana Başbakana destek amacıyla köşe yazısı, konuşma, ilan, gösteri, yürüyüş ve benzeri türden “milli iradeye saygı” içerikli eylem ve söylemlere şahit oluyoruz.
Meselenin özünü ve samimiyetini idrak için şu sorulara cevap bulmamız lazım:
1) Milli irade sadece AKP iktidarı döneminde mi tecelli etti?
2) Arkasında ima edildiği türden bir milli irade olmayan 12 Eylül ürünü 669 kanun ve 139 kanun hükmünde kararnameyi değiştirmek, milli iradeye saygı talep edenlerin aklına neden 11 yıldır hiç gelmedi?
3) Hem milli iradeye saygı isteyip, hem de gayri milli olduğunu anladığımız sözkonusu anti demokratik kanun ve kanun hükmünde kararnameden hiç rahatsız olmamak, nasıl bir demokrasi anlayışının ürünü?
4) Darbe dönemlerinde milli iradenin tecelli etmediğini düşünüp sözkonusu mevzuatı “gayri milli” addedip bir kenara bıraksak dâhi; yasama, yürütme ve yargı organlarının teşkilat, görev ve sorumluluklarını; ceza, hukuk ve usul kanunlarını, kısaca 11 yıllık AKP iktidarı döneminde çıkarılan ve değiştirilenler dâhil, hepimizin tabi olduğu anayasa, kanun, kanun hükmünde kararname, tüzük, yönetmelik, genelge, tebliğ ve özelge, ne tür bir iradenin ürünü?
5) Peki, hem milli iradeye saygı isteyip, hem milli iradeye dayanan anayasa, yasa ve yönetmeliklerin icrasını, ispatlanamaz iddialara dayanarak bir tür yargının yürütmesinin durdurulması kılıklı, milli irade hilafına icraatlarla durdurmak, ben “kanuna bakmam, hukuka bakarım” diyerek engellemek, bizatihi milli iradeye saygısızlık değil de ne?
6) Biz, her şeyi bir kişiye bağlayıp onun sorgulanamaz ve denetlenemez mutlak iradesine itaat ederek mi demokrasi standartlarımızı yükseltecek ve tam bağımsız bir ülke olacağız?
Bakın milli irade neyin, nasıl yapılacağını sınır çizerek "emreder". Anayasa, “kamu tüzel kişiliği kanunla kurulur” diye boşuna emretmiyor. Kanunla, farklı görev ve sorumluluklarla mücehhez kamu tüzel kişiliklerinin bütününden müteşekkil devlet aygıtı, milli iradenin çizdiği sınırları dikkate alarak yürütmenin (hükümet) refakatinde bu emri icra eder (implementation) ve bu emre uymayanları uymaya icbar eder (enforcement). Emir kanun hükmüdür. Demokrasilerde emrin de sınırın da kaynağı milli iradedir. Yargı kararlarının başına “Türk Milleti Adına” yazılmasının nedeni, kararın emre, emrin de milli iradeye dayanması esasındandır. Altını çizelim: Emrin icrası sırasında kuvvetler birbirlerinin işine karışmazlar. Nasıl yürütme organı işini yapacağı zaman yargı organından izin almıyorsa, yargı da işini yaparken yürütme organında izin almaz. Emir re’sen icra edilir.
Şu noktaya da açıklık getirmek gerekiyor: Yargı sadece yürütme için değil, yargının bizâtihi yargısal denetimi için de vardır. Başbakan ya da bakan olmak suç sayılan bir fiilin faili olmaya nasıl engel değilse, savcı veya hakim olmak da engel değildir. Savcılar ve hakimler de suç işleyince yargılanır ve cezalandırlırlar. Özetle, onlardan da hesap sormaya imkan veren mevzuat, usul, hesap soracak mercii vardır ve bir şekilde çalışmaktadır.
Unutmamak gerekir ki, emre aykırı icraat veya sınır ihlâli halinde yargının, herhangi bir makamın onayını almaksızın devreye girmesi sayesindedir ki insanlık, monarşilerden kurtularak çağdaş demokrasilere geçmiştir.
Meraklısı için açalım: Meselenin özünde, keyfi yönetimin varlığına tehdit olarak gördüğü operasyonel bağımsızlığı yok etmek vardır.
Bakın, önce vergi denetiminde, akabinde rüşvet, yolsuzluk ve israfla mücadele için var olan kamu iç mali denetiminde “oprasyonel bağımsızlık” ortadan kaldırıldı. Sonra, “Bağımsız kurullar da neymiş, millete hesabı biz veriyoruz, elbette karışacağız” denilerek bağımsız kurulların operasyonel bağımsızlığı yok edildi. Bilahare Sayıştay fiilen denetim yapamaz hale getirilerek dış denetimdeki operasyonel bağımsızlık hedef alındı. Şimdi de oklar, dünyanın her medeni ülkesinde onlarca yıldır yargıya tanınmış olan operasyonel bağımsızlığa yöneldi. Yani önce iç denetimde, sonra dış denetimde, nihayet yargısal denetimde, işin temeli olan operasyonel bağımsızlık tehdit olarak görülüp, hedef tahtasına konuldu!
Peki neden?
Cevabı malum: İç ve dış denetimde olduğu gibi yeri gelince tetikçi, yerine gelince terzi olarak, siparişe göre karar veren bir yargı sisteminin olduğu yerlerde keyfi yönetimler daha uzun ömürlü oluyor da ondan.
Neyse konu, T24’ün değerli yazarları tarafından yeterince işlendi; o nedenle uzatmadan milli iradeye saygı talep edenlerin her vesileyle demokrasinin namusu olarak dile getirdikleri “sandık” meselesiyle yazımıza devam edelim.
Size Oy ve Ötesi adlı sivil bir inisiyatiften bahsetmek istiyorum.
“Oy ve Ötesi” hiç bir siyasi partiyle organik bağlantısı bulunmayan gençlerin, gönüllülük esasına dayalı olarak çalışması sonucu ortaya çıkmış sivil ve genç bir inisiyatif. İdeolojik takıntısı olmayan “Gezi Çocuklarının” oluşturduğu bir platform da diyebiliriz.
Platformun üç temel amacı var:
1) Bireyleri seçimlerde oy kullanmaya teşvik etmek.
2) Seçmenlerin adayları tanıyarak ve fikirlerini dinleyerek tercih yapmasına katkıda bulunmak.
3) Oylama ve sayım süreçleri konusunda eğitim almış Oy ve Ötesi gönüllülerinin, sandık görevlisi olarak seçmen oylarına sahip çıkmalarını teşvik ve organize etmek.
Oy ve Ötesi platformunun düzenlediği ilginç bir kampanya var. Adı Oyum Oyun Değil. Bu kampanyayla platform sandığa gitmeyen seçmenlerle ilk kez gidecek gençlere bilinçli oy kullanmanın önemini anlatmaya çalışıyor.
Platformun ilk hedefi mart ayında yapılacak yerel seçimlerde 33 bin gönüllüyü İstanbul genelindeki 33 bin sandıkta görevlendirmek. Yapılması planlanan işe, bizler adına sandıklara sahip çıkarak bir tür “Oy Nezareti” yapmak da denilebilir. O nedenle gönüllü olmak isteyen herkesi kendileriyle irtibata geçmeye davet ediyorlar. Davetlerine icabet eden genç yaşlı herkesi kapsayan söz konusu projeyle platform üyeleri gönüllü gözetmenleri önce eğitecek, daha sonra 30 Mart yerel seçimlerinde görevlendirecek.
Seçim günü gönüllü sandık gözetmenlerinin denetiminde açılan her oyu www.oyveotesi.org üzerinden kamuoyuyla anında paylaşmaksa, platformun bir diğer önemli hedefi.
Size yapılan işin önemini şöyle de anlatabilirim: 2009 yerel seçimlerinde İstanbul’da kullanılmayan ve geçersiz sayılan oyların toplamının seçmen sayısına oranı yüzde 21’di. Aynı seçimlerde Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Kadir Topbaş ile ikinci olan ve daha sonra CHP Genel Başkanı seçilen Kemal Kılıçdaroğlu arasındaki oy sayısının seçmen sayısına oranı yüzde 6’ydı. Yani, kullanılmayan ve geçersiz sayılan oyların toplamı, birinci ve ikinci arasındaki farkın 3.5 katıydı!
Bir de 2011 yılında yapılan genel seçimlerde geçersiz oylarla birlikte kullanılmayan oyları alan bir partinin TBMM’de üçüncü en büyük parti olabileceğini söylesem!
İnanmayanlar için işte 2011 genel seçim istatistikleri:
Seçmen sayısı: 52, 806,322
Kullanılan oy: 43,914,948
Geçerli oy: 42,941,763
Geçersiz oy: 973,185
AKP: 21,399,082 - %50
CHP: 11,155,972 - %26
MHP: 5,585,513 - %13
Bağımsız: 2,189,917 - %7
Diğer: 1,981,279 - %5
1. ve 2. parti arasındaki oy farkı: 10,243,110
Kullanılmayan oylar (geçersizlerle birlikte): 9,864,559
Evet mesele çok ciddi ve maalesef oy kullanmamak ya da protesto ederek geçersiz oy kullanmak; daha özgür, daha demokrat ve daha müreffeh bir Türkiye’ye hizmet etmiyor!
O nedenle, 30 Mart yerel seçimlerinde daha fazla demokrasi ve özgürlük isteyenlerin herşeyden önce sandığa gitmesi, insanları geçerli oy kullanmaya davet etmesi, bu konuda yapılan eğitici faaliyetlere katılması, demokrasinin namusuna sahip çıkarak sandık yolsuzluklarını caydırıcı ve önleyici kontrol mekanizmalarına destek olması gerekiyor.
Oy ve Ötesi işte tam da bu amaçla kurulmuş sivil ve partiler üstü bir platform.
Duyarlı olmakta ve destek olmakta fayda var.
Not 1:
Daha fazla bilgi almak isteyenler için:
www.oyveotesi.org
Sercan ÇELEBİ: +90 539 843 8292 / [email protected]
Volkan ÖKTEM: +90 530 386 9971 / [email protected]
Not 2:
Mart, 2014 Yerel Seçimleri hakkında duyurulması gereken önemli detaylar:
1) Seçmen listeleri 10 Ocak 2014 yılında askıya çıktı; 23 Ocak 2014 tarihine kadar askıda kalacak. Bu süre içerisinde; seçmen niteliğine sahip olduğu halde muhtarlık bölgesi askı listesinde ismi bulunmayanlar, 30.03.1996 tarihinde ve daha önce doğanlar, başka bir muhtarlık bölgesi askı listesinde yazılı olup da sürekli olarak oturmak amacıyla listenin askıya çıkartıldığı muhtarlık bölgesine gelenler, öğrenci olup seçmen niteliğini taşıyan ve öğrenim gördükleri yerleşim birimlerinde oylarını kullanmak isteyenler, muhtarlık bölgesi askı listesinde kendisine ait kimlik veya adres bilgilerinde yanlışlık veya eksiklik bulunanlar, nüfus bilgisi değişenler, askerlikte terhis olan ya da asteğmenliğe naspedilen ancak silah altında bulunmaları nedeniyle askı listelerinde kaydı bulunmayanlar ve yine aynı nedenle kayıtları dondurulmuş bulunanların listedeki durumu değiştirmeleri gerekiyor.
2) Okuduğu şehirde ikameti bulunmayan, öğrenci yurtlarında kalan ve öğrenim gördükleri yerleşim birimlerinde oylarını kullanmak isteyen öğrenciler (askeri öğrenciler ve yedek subay öğrenciler hariç), öğrenim gördükleri okuldan, o okulun öğrencisi olduklarına ve yurt müdürlüklerinden yurtta kaldıklarına ilişkin alacakları belgeler ile kaldıkları yurtların bağlı bulunduğu ilgili nüfus müdürlüklerine bizzat başvurmak suretiyle nüfus müdürlüğünden alacakları adres değişikliğinin asıl adres olarak tesciline ilişkin belge ve eklerini ilçe seçim kurulu başkanlığına teslim etmeliler. Buradaki en önemli husus öğrencinin, oy kullanmak istediği yurt adresini ikinci adres (diğer adres) beyanı olarak alınmadan asıl adres biçiminde tescil ettirmesi. Aksi takdirde öğrenci, “asıl adres” olarak tescil ettirmediği “ikinci adresinde” oy kullanamaz. Öğrenci yurtları dışında “öğrenci evlerinde” ikamet eden öğrenciler, kira kontratı, su veya elektrik faturaları gibi belgelerle kendi adlarına ilgili nüfus müdürlüklerine adres beyanında bulunarak Adres Kayıt Sistemi’ne (AKS) kayıt yaptırarak seçmen vasfını kazanabilirler. Aksi takdirde oy kullanamazlar.