Malum, ülkemizin en temel sorunlarından birisinin çözümüyle ilgili olarak umutlu bir bekleyiş içindeyiz. Bu sorunun çözümü, bana göre, kendileriyle aynı yaşta olduğum Türkiye’nin AB üyelik süreci ve haklarında epey bir yazdığım 2023 hedeflerinden daha önemli. Çünkü sorun bir şekilde çözülürse, vesayet rejiminden sonra bu ülkenin kendi iç dinamikleriyle kendi bünyesinden demokrasiyi çıkaramamasının en önemli ikinci engeli ortadan kalkacak ve böylece kaliteli demokrasinin önü biraz daha açılacak.
Hiçbir medeni ülkede modern devlet, türün bekasını teslim edeceği yeni neslin doğumuna seyirci kalamaz; bu ulvi hadisede kadını ve bebeğini doğal seleksiyonun acımasız kurallarına teslim edemez.
Cuma günü The New York Times’da David Brooks tarafından kaleme alınmış bir kitap tanıtım yazısı vardı. Kitabın yazarı Jared Diamond. Kitabın ismiyse “Düne Kadar Dünya: Geleneksel Toplumlardan Ne Öğrenebiliriz?” (The World Until Yesterday: What Can We Learn From Traditional Societies?)
Tanıtım yazısında kitaptan yapılan aktarımların bir kısmını, çözüm süreciyle bağlantılı olarak paylaşmak isterim:
“Brezilya’da Piraha kabilesi doğum yapan kadınları yalnız bırakır. Bir dilbilimci olan Steve Sheldon bir keresinde bir Piraha kabilesi kadınını sahilde doğum yapmaya çalışırken görür. Kabilenin diğer üyeleri onun yanındadır ve doğum olayını izlemektedir. Kadın ‘Lütfen yardım edin! Çocuk gelmiyor!’ diye çığlık atar, ama ona kimse yardım etmez. Sheldon dayanamaz ve yardım etmeye kalkışır. Ama kabilenin diğer üyeleri ‘Senin yardımını istemedi’, diyerek Sheldon’u durdurur. Kadın çığlık atmaya devam eder, ama kimse istifini bozmaz. Ertesi sabah sahilde, bebeğin ve annesinin ölü bedenleri bulunur.
Piraha yerlileri insanların karşılaştıkları zorlukları kendi başlarına aşmak zorunda olduklarına inanır.
Antropolog Allan Holmberg Bolivya’da bir grup Siriono kabilesiyle birlikteyken, orta yaşlı bir kadının ölümcül hasta olduğunu görür. Kadın, konuşamayacak ve yürüyemeyecek durumdadır. Kadının kocası Holmberg’e, kabilenin taşınmak zorunda olduğunu ve karısını orada ölüme terk edeceklerini söyler. Kabile, kadına ateş ve su bırakır ve alahaısmarladık demeden gider. Hatta kocası bile ona veda etmez.
Bu olay cereyan ettiğinde Holmberg de hastadır ve tedavi için oradan ayrılmak zorunda kalır. Üç hafta sonra döndüğünde kadına dair hiçbir emareye rastlamaz. Bir sonraki kampta görürür ki, kadının kalıntıları leşçi hayvanlar tarafından yenilmektedir.
Jared Diamond söz konusu kitabında, bu ve buna benzer hikayelerden söz eder ve şu soruyu sorar: Geleneksel toplumlardan ne öğrenebiliriz?
Binlerce yıldır farklı kabile grupları, en temel insan sorunlarını nasıl çözebileceklerine dair bir dizi tecrübeden geçti. Bu tecrübelerden ne öğrendik ve daha fazla ne öğrenebiliriz?
Holmberg kitabında, 1961 yılında Yeni Gine’de iki kabile arasındaki bir savaşı anlatır:
‘400 - 500 kişilik savaşçı gruplar 65 metre mesafede karşı karşıyaydı. Birbirlerine gelişigüzel ok ve mızrak atıyorlardı. Sıkça pusu kuruluyor, çoğu kadınlara ve çocuklara yönelik bir dizi katliam yapılıyordu. Savaş uzunca bir süre devam etti ve iki tarafın verdiği kayıplar hızla çoğaldı. 1961 yılının Nisan – Eylül tarihlerinde kabileler arasındaki bu amansız savaşta toplam nüfusun yüzde 15’i öldürüldü. Yaşanan kayıpların toplam nüfusa oranı, Avrupa, Japonya, Çin ve ABD’nin iki büyük dünya savaşındaki kayıplarından daha fazlaydı.’
Ulus devletler çok büyük kayıplara yol açan savaşlara nadiren girişti. Ulus devletlerde insanların çoğunluğu, başka insanların öldürümesinden dolayı vicdan azabı duyar ve kendilerine, intikam şehvetini nasıl dizginleyecekleri öğretilmiştir. Kabile toplumlarındaysa, Diamond’a göre durum böyle değildir. (Vicdan azabı yoktur ve insanlara intikam ateşini nasıl söndürecekleri öğretilmemiştir.V.Ö.) Merkezi bir devlet olmaksızın, kabile toplumlar savaşları sona erdiremezler. Tehlike içinde yaşarlar.
Savaşla bağlantılı en yüksek ölüm oranı (20. yüzyılda Rusya ve Almanya arasındaki savaşta) kabile toplumlardaki oranın üçte biridir. Modern toplumların savaşla bağlantılı ortalama ölüm oranları, kabile toplumların savaşla bağlantılı ortalama ölüm oranlarının onda biridir.”
Evet, 35 bin insanımızın canına mal olmuş, önemli bir sorun var ortada!
Bu köşede daha çok ekonomi yazıları yazılır. O nedenle uygun terminolojiyle konuşalım: Gözümüzü darbelerle açtık ve ömrümüzün en güzel yılları, vasat bir demokrasiye katlanmamıza ve rakibimiz olan gelişmekte olan ülkelerin ortalama büyüme oranından çok daha düşük bir ortalama büyüme oranına yol açmış bir sorunu seyrederek geçti.
Şimdi cevaplanması gereken soru şu: Nüfusumuzun yaklaşık yarısı kadar bir insan gücünü kaybettiğimiz ve anne başına iki evlada mal olmuş bu temel sorun karşısında, Yeni Gine kabileleri gibi davranmaya devam mı edeceğiz, yoksa modern bir devlet mi olacağız?
Vicdandan ve duygudan uzak, ama bizi muassır devlet yapacağını sandığımız ve bu nedenle de çok önemsediğimiz gayri insani kodlarımızı kutsayarak, yeni nesilleri heba etmemek için çığlık atan annelere uzanan ellere, Piraha kabilesi üyeleri gibi senin yardımını istemediler diyerek engel mi olacağız, yoksa destek mi?
Devam edelim:
Yazı, kitabın modern devletler olarak savaşa son verme konusunda kabile toplumlardan çok daha iyi olduğumuzu, ama başka birçok konudaysa onlardan öğreneceğimize çok şey olduğunu söyleyerek devam ediyor. Ve kitabında diyor ki Diamond,
“Biz, kodlanmış ve kişiler üstü (impersonel), onlarsa kodlanmamış ve kişilere bağlı (personel) toplumlarda yaşıyorlar.”
“Biz bir trafik kazası olduğunda, meseleyi mahkemelerde hallediyoruz. Amacımız, kimin ne kadar suçlu olduğunu ortaya koyarak sadece meseleye çözüm bulmak. Oysa, geleneksel toplumlarda bir kaza olduğunda bir dizi yüz yüze görüşme yapılıyor. Amaç, suçluyu ortaya çıkarmak değil, kaza nedeniyle gölgelenen ilişkiyi onarmak.”
Sanırım ne demek istediğim anlaşıldı.
İyi haftalar.